Kitap adı: Pi
Yazar adı: Azra
Sarızeybek Kohen (AKİLAH)
Orijinal adı: Pi
Ülke: Türkiye
Özgün dili: Türkçe
Anadilinde 1.
Baskı: 2015
Okuduğum Baskı: Destek
Yayınları, 110. Baskı, 2015
Akilah Azra Kohen’in Fi, Çi ve Pi isimli kitaplarından
oluşan serisinin üçüncüsüdür Pi. Seriyi ve yorumlarımı üçlemenin sırasına bağlı
kalarak okumanı tavsiye ederim çünkü ancak öyle anlamlanacaktır tüm sözcükler :) Fi ve Çi hakkında yazdıklarımın üzerinden devam ediyorum o hâlde...
(Fi'ye buradan ulaşabilirsin.)
(Çi'ye buradan ulaşabilirsin.)
(Fi'ye buradan ulaşabilirsin.)
(Çi'ye buradan ulaşabilirsin.)
“Pi” romanının olay örgüsüne kısaca göz atalım:
Pi sayısı, hayatın kendisidir. Pi’nin içinde
ilkokul numaranız da vardır, alışveriş tutarınız da, devlet sırrı rakamlar
da... Pi tüm hayatı kapsar ki zaten yeni hayat demektir. Hikâyenin sonlanması
için bu ismin verilmesi de serinin son kitabından beklentimizin yükselmesine
neden oluyor... Pi, Fi ve Çi’den anlatım olarak biraz farklı yazılmış. İçinde
çok fazla mesaj var ve iki kişi arasındaki diyalog bile yazar tarafından
düşüncelerini ve teorilerini anlatmak için kullanılmış. Bu yüzden günlük
hayattan daha uzak bir dili var. İçerdiği mesajların hepsi çok değerli fakat
romanı deneme kapsamına da eklemiyor değil.
Okuması emek istiyor fakat kendinizi
kaptırınca sürükleyici olduğunu göreceksiniz yine de çünkü kurgudaki şaşırtıcı
gerçekler heyecan katıyor durağan dönemlerine bile hikâyenin. Mesela Çi’nin
sonunda Bilge ile Can’ın evlendiğini anlıyoruz ama evlenmeden önce Can’ın, Duru’nun
gittiği ilk zamanlar yaşadığı zamanlar da anlatılıyor Pi’de. Atakan’ı Can’a aylar
önce benzettiği için Bilge’nin dikkatine saygı duyuyoruz bir bölümde. Genel
olarak Pi farklı zamanları anlatıyor, iki yıl öncesine de dönebiliyor, beş yıl
sonrasına da gidebiliyor. Kurgunun tamamını (Duru’nun Can’ı bıraktıktan
sonrasını) Pi’de toparlamış yazar.
Can’ın yeniden hayata dönmesini sağlayan
Bilge ile hayatını birleştirmesi, sonrasında Can’ın Duru’yu bulunca yanlış
hamleler yaparak Bilge’yi kaybetmesi, ardından onu yeniden kazandığını sanarken
aslında kendisine oynanan oyuna gelmesini anlatıyor Pi. Ada’nın hayatının kötü
sonu, Göksel’in kalan son köpeğinin de Ada’ın da intikamını almasının ardından,
içindeki iyi adama kulak vererek Deniz’in yanında yaşamaya başlaması, Ali’nin
sabrının ona Bilge’yi getirmesi, Can Manay’ın sürpriz kimliği, Çiçek’in geçmişte
başına gelenler, Özge’nin adalet mücadelesindeki çabası, Sadık’ın Özge’siz
kalışı, Özge ve Deniz’in kendileri için doğru insanları en sonunda bulması, Özge’nin
hayat için tüm gayretinin gelecek için olduğu ve o geleceğin yani Tansel’in
doğuşu... Tüm bunlar Pi’yi oluşturuyor.
Her karakterden çıkarılacak dersler,
anlaşılacak acılar var. Yazarın vermek istediği esas mesajların ise Özge ile
Muammer Bey’in arasında geçen sohbetlerde, Bilge ile Eti arasında geçen derin
diyaloglarda ve Duru’nun hatasında saklı olduğunu söyleyebiliriz.
“Pi”nin genel bir özetini de eklemek istiyorum:
Can’ın Duru’yu ilk kaybettiği zamanlarda
başlar Pi. Özge dergisini çıkarmaya devam ederken Sadık’ın desteğiyle
milletvekil olur. Meclisteki ilk konuşmasında da niyetini açıkça belli eder.
Can, Duru’nun gidişiyle kendini evine kapatır fakat Bilge onu hayata döndürür.
Bilge Can’ın huzuru olur zamanla. Sadık’ın kendisine yardım etmesine rağmen içte
içe de hükümetin tarafında olduğunu anlayan Özge Sadık’la arasındaki bağlarıyla
koparır. Sadık’ın desteğiyle yükselen Özge'nin muhalif duruşundan dolayı Sadık’ın
hayatı tehlikeye girer ve yurtdışına çıkmak tek çaresi olur.
Deniz köydeyken Duru onu bulur fakat Deniz
artık onu istememektedir çünkü Duru onu bitiren bir aşktır. Duru bu yıkımla
geldiği yere geri dönerken , Can da Deniz’i bularak ona çaresizce Duru’suz
yapamadığını anlatır. Deniz, Can ve Duru’nun ruhuna verdikleri onca zarara rağmen
kendisini rahat bırakmamasının ardından şehre döner. Uzun zamandır suskun olan
müzik Deniz’i geri çağırır...
Ada Deniz’in müziğini sattığı için, Deniz
Ada’ya sırtını dönmüştür. Ada ise Tugay’ın kendisini uyuşturucu batağına
sürüklemesiyle hayatını yerle bir eder. Şöhreti seçen Ada, hayatını kendi
elleriyle ziyan edecektir. Göksel, Deniz’e Ada’ya sahip çıkmaları gerektiğini
söylese de Deniz bunu kabul edemez. Ada, Tugay yüzünden ölür. Göksel, müziğine
aşık olduğu Ada’nın ölümünden sorumlu olan Tugay’ın sonunu Ada’nın ölümüyle aynı şekilde getirerek Ada’nın
intikamını alır. Göksel’in geçmişi acı dolu küçük bir hayatı vardır artık,
Deniz’in yanında kalır. Deniz Göksel’e sahip çıkar çünkü gerçek öğretmenler
bunu yaparlar, gerçek müzisyenler de...
Göksel, Duru ve Can’dan dolayı kitapta biraz
geri planda kalsa da bence en güzel insan oydu romanda. Bilge zaten olgun ve
iyiydi, Özge zaten hep savaşçıydı fakat Göksel sevdiklerinin canını
acıtanlardan intikamını almayı ihmal etmeyip aynı zamanda iyi kalabilmişti. Göksel
geçinebilmek için bir süre polislik yapar fakat onlardan farklıdır zihniyeti
çünkü Göksel yalnızca kötülere vahşidir. Köpeklerini vahşice öldüren adamdan da
intikamını alır. Nitekim hak etmiştir bunu yapan. Göksel kalan son köpeğini
(Kız) zor da olsa hayata döndürür, diğer kardeşlerini öldüren adamdan aldığı
intikamı ona da göstererek.
Bilge Can Manay’ın asistanıyken, Can’ın
şöforü Ali’yle aralarında isimsiz bir dostluk gelişir. Ali’nin içinde büyüyen Bilge
sevgisini Bilge'nin fark etmeme ihtimali yoktur. Ali’nin tarlasında çalışan bir
ailenin otistik bir oğlu vardır ve Ali, Bilge’en bu konuda yardım ister. Abisi
Doğru da otizmli olduğu için Bilge bu teklifi kabul eder. Bilge, Doğru ve Ali
düzenli olarak tarlaya giderler. Bilge otizmli ola diğer çocukla ilgilenirken, insanlarla
pek iletişim kurmaya yanaşmayan Doğru’nun Ali’yi sevdiğini fark eder Bilge.
Doğru o tarlada huzurludur, ayçiçek tarlasının ortasında sayı sayarken
mutludur. Her şey yolunda gitmektedir ve
artık Ali Bilge’ye sevgisini açıklamak ister. Ancak Can duru’nu yasını tuttuğu
depresyondan çıkıp Bilge’yi istediğine karar verir ve istediği her kadın almaya
alışkın olan Can Manay, Ali’nin Bilge’ye verdiği değere rağmen, Bilge’nin içine
işlemeyi başarır. Bilge ve Can Manay evlenirler. Ali üzüntüsünü içinde yaşar.
Doğru arada bir Bilge’ye eve gidelim der. Bilge
buna ilk zamanlar anlam veremez fakat çok sonradan Doğru’nun ev derken Ali’nin
yanına gitmekten bahsettiğini anlar. Bilge Can’la mutludur çünkü Can Bilge’ye
çok değer verir. ( Bu arada verilen
bir davette tesadüfen Bilge ile tanışır Özge ve onun iyi kalpli olduğunu
hisseder. Böyle bir kadının Can Manay gibi biriyle ne işi olduğuna anlam
veremez ama Bilge’ye Can’a dikkatli olması konusunda sinyaller gönderemeyi
ihmal etmez. ) Duru ihtirassa, Bilge
huzurdur Can için fakat bir gün Duru’nun izini bulur tesadüfen. Duru’nun
yurtdışında güzel bir platformda dans ettiğini öğrenir ve gizli gizli onu
seyretmeye gider. Bilge, bu Duru’ya bu gidişlerden haberdar olur ve yıkılır.
Eti, Bilge’nin aşk acısı çekmeyecek kadar mantıklı bir insan olduğu söylese de
Bilge’nin farklı bir durum vardır. Bilge hamiledir... Eti, Bilge’yi bir süre
hamile kalmaması için uyarmıştır aslında çünkü Bilge’nin iyiliğini ister Eti
fakat olan olmuştur artık.
Eti ile aralarındaki sürtüşmelerde Can Eti’yi
gerçeklerle tehdit eder. Eti de öyle... Baştan beri Can Manay’ı büyüttüğü için
onun annesi gibi gördüğümüz Eti’nin Can’dan bir oğlu vardır, Atakan. Atakan’la
tesadüfen karşılaştığında onun Can’a ne kadar benzediğini anlayan Bilge dahil
bunu kimse bilmemektedir. Can Manay’ın gerçek ismi Umut’tur. Ruh hastasıdır ve
saplantılı olduğu için eski sevgilisi Çiçek’i öldürmüştür. Onu bu geçmişten
kurtarmak için öldürdükleri Can Manay’ın yerine geçmesini sağlarlar. Bütün bu sır
dolu geçmiş, Eti ile Can Manay arasındaki bağları oluşturur. Eskiden Can’a
destek olan Eti, araya tehditlerin girmesiyle Can’ın arkasını toparlamayı
bırakır.
Can, Duru’nun ülkeye dönmesi için büyük bir
sanat merkezi yaptırır, zamanla fikri Deniz’ ait olan projedir bu fakat sanat merkezinin
tüm detaylarında Duru vardır. Duru’nun en sevdiği renk, Duru’nun resminden
yapılmış duvar kağıtları, Duru’nun heykeli... Bilge, Duru’nun yanına gidip onu
gelmemesi için uyarır, duru o ruh hastasının yanına tabii ki gelmeyeceğini
söyler fakat Duru’nun egosu peşini bırakmaz. Kendisi için sanat merkezi
yapılması Duru’yu çok etkiler ve gösteri için ülkeye döner. Bilge bunu
öğrenince Can Bilge’yi kaybetmemeye çalışmak yerine onu kırıp döker. Nasılsa
artık Duru gelecektir, Bilge’ye ihtiyaç kalmamıştır...
Bilge Can’ı bırakıp gider. Can Duru ile
tekrar bir araya gelir fakat anlar ki Duru ona olan ilgiyi, tutkuyu özlemiştir.
Can o an anlar ki, uğruna bir servet harcadığı, görkemli bir sanat merkezi
yaptığı Duru’yu gözünde boştan yere büyütmüştür. Bir anda duru’dan vazgeçer.
Gitmeden önce Duru’yu çok feci döver. Duru’nun da Çiçek gibi karartır hayatını
Can.
Can Bilge’yi geri kazanmaya çalışır, hamile
olduğunu öğrenir. Bilge Can’a geri döner fakat bu kez Eti ile Bilge’nin bir planı
vardır. Özge de yardım eder, sonuçta Özge’nin geçmişten gelen alınmamış bir
intikamı vardır Can Manay’a...
Deniz hayatın anlamını çözmüştür artık.
Kendini bu yalan dünyadan arındırır. Sokak ismini verdiği bir yer kurar. Göksel
de yanındadır. Yalnızca sanatı sanat için yapan öğrencileriyle doldurur Deniz
Sokak’ı. Müzisyenler ve dansçılar ile Sokak’ta hayat bulur Deniz, gerçek
sanatla... Göksel ve Kız (Göksel’in köpeği) Deniz’in yanında kalmaktadırlar.
Göksel de balet olduğu için sokak’ta dans etmektedir. Kız artık huzurludur.
Bilge’yi bıraktığı için çok pişman olan Can,
Bilge’yi tekrar kazanmasıyla ve eşinin hamile olduğunu da öğrenmesiyle hayata
yeniden bağlanır. Artık onun için Duru yoktur, yalnızca Bilge vardır. Bilge
için durum bu kez farklıdır çünkü Can’ın
narsist gerçek yüzünü görmüştür bir kez. Bilge, Eti ve Özge ile birlikte bir
plan yapar. Can Manay’ın seri katil olduğunu ortaya çıkarırlar. Seri katil olan
gerçek Can Manay’dır tabii ki, bizim hikâyemizdeki Can Manay, gerçek olanın
yerine geçendir. Can yakasını kurtarmak için Can Manay olmadığını söylese de bu
işin içinden sıyrılamaz. Gerçek Can Manay olmadığı anlaşılınca da bu kez gerçek
kimliği (ruh hastası olan Umut) açığa çıkar ve akıl hastanesine kapatılır.
Özge, Can Manay’ın Duru için yaptırdığı
sanat merkezinden ilk gösterinin gerçekleştirildiği gece Deniz ile tanışır ve
Deniz’deki iyilik, dürüstlük ve güzellik Özge’yi, Özge’deki adalet savaşçılığı
da Deniz’i vurur. Birbirlerine saygı ve sevgi duyarlar. Yazarın deyimiyle, bir
aradayken dengededir Özge ve Deniz. Hatta Deniz, Özge’ye Sokak’ı da gösterir.
Can’ın
akıl hastanesine kapatılmasının ardından güneş enerjisi ile çalışan sistemler
geliştirilerek temiz bir dünya oluşturmak için kolları sıvar herkes. Savaşın savaşılarak
değil, iyi örnek olarak kazanılacağına inanırlar çünkü, Deniz sayesinde. Son
sahnedeyse, çevreye zarar veren elektrik direklerinin yıkılışını izleyen Tansel
vardır, Ali’nin omuzlarında... Tansel Bilge’nin kızıdır, Ali ile Bilge bir
araya gelmiştir. Deniz ile Özge de birlikte mutludur. Göksel de dans ederken
huzurlu ve güvendedir artık. Can ve Duru hariç, bu saydığım karakterler mutlu
bir sonla tamamlarlar olanları...
Fİ-Çİ-Pİ HAKKINDAKİ YORUMLARIM:
Kitaptaki her karakterin temsil ettiği
anlamlar var. Özge’nin mücadeleci ruhu ve Deniz’in kendi hayatındaki savaşla
uğraşırken öğrencilerini unutmamasının naifliği, hayatımıza dönüp bakınca
kaçırdığımız pek çok gerçeği gözler önüne seriyor. Bilge’nin her zorluğun
içinden çıkan mükemmel karakteriyse gerçek ötesi bir hayranlık uyandırıyor
bende. Can Manay’ın ülke çapındaki ünü biraz abartılmış gibi dursa da böyleleri
yok mu dersin? Yalnızca psikolog değiller de başka mesleklere mensuplar.
Sonlara doğru Atakan’ın Can’a olan benzerliğini Bilge’nin fark ettiği andan,
Can Manay’ın esas kimliğinin kökeninin açığa çıktığı ana kadarki süreç ise
kurgunun ne kadar dolaylı yoldan başladığını gösteriyor serinin en başından
itibaren. Öte yandan, bir erkeğin kadına sahip olması gibi ataerkil
tanımlamalar bulunması eleştirilmeyecek gibi değil. Yazar bu tarz söylemleri
Can Manay’ı yermek için yapmıştır umuduyla okudum ama pek öyle değildi
maalesef. Sadık Murat Kolhan ise geçmişteki hatalarımızın yakamızı
bırakmadığının ve köreltilmiş bir vicdanın somut hatalardan daha geri dönülemez
bir yük olduğunun kanıtıdır bence. Göksel kitabın en can alıcı karakteri,
başkahraman o değil aslında ama onda adını koyamadığım bir şey var. O iri
görünümünün ve hoyrat davranışlarının ardındaki acı çeken çocukluğu, seriyi hiç
beğenmeyenlerin bile tek dayanağı olabilir. Göksel anlatamadığım ama en çok
benimsediğim karakter, baş roldeki Can ve Duru’yu okurken hadi artık Göksel’in
olduğu sayfalar gelsin diye sabırsızlanıp durdum. Kitapları okuyunca Göksel’i
yeterince anlatamadığımı fark edip beni eleştireceksin belki de. Ada’ya çok
kızacağını tahmin ediyorum yaptığı bir düzine hatadan ötürü ama hayır, kızma
çünkü o Can gibi değil, ne yaptıysa kendine yaptı Ada, Göksel’in içini
gördüğünü sanarken yaşattığı hayal kırıklığı hepimizin kendimize ettiğimiz
kötülüklerin metaforudur belki de. Ali ise keşke gerçekten var olsaydı, Doğru
onun içindeki güzelliği ilk karşılaşmalarında anlamıştı. Buna şaşırmamak lâzım
çünkü Doğru zeki. Otizmli ama zeki demiyorum, otizmli ve zeki diyorum. Otizm
hastalık değil, Doğru’ya bahşedilen bir yetenek. Duru’ya verilen değerin bin
katını hak eden bir yetenek. Duru mu? Duru güzel bir kadın ve yetenekli bir
dansçı. Karakteri mi? Boş ver, kitapları okurken anlarsın zaten Can ve Duru’yu.
Hem başrol onlar. Buna rağmen niye mi boş ver yazdım? Çünkü ben asıl güzelliği
Can ve Duru’da bulmadım.
Ben asıl güzelliği Göksel’de, Göksel’in
beslediği köpeklerde, herkesten sakladığı duygusallığında, eylemlerde
kurtardığı kızda; Bilge’de, Bilge’nin olgunluğunda; Doğru’da, Doğru’nun
zekâsında; Ali’de, Ali’nin sadakatinde; Deniz ve Özge’nin fedakârlıklarında
buldum. Bu arada, kitapta anlatılan çoğu olayın bizim ülkenin gerçeği olduğunu
fark edersin umarım, fark edersen neden burada özgürce anlatamadığımı da
anlarsın zaten… Eti’ye önceleri kızardım ama Can’ın mentoru olsa da hayat ona
ikinci bir şans verdi bence. Özge’nin sohbet ettiği Muammer Bey’in Eti’den bile
daha derin sözleri olduğunu keşfetmelisin yalnız. Gerçi, mesaj verme isteğiyle
yazarın günlük sohbetlerin içinde uzun ve deneme bazlı konuşmalar eklemesi,
kitabı gerçek hayattan keskin bir çizgiyle koparıyor ve bu da kitabın roman
olma özelliğine aykırı bir hava veriyor. Bu durum serinin son kitabı olan Pi’de
daha baskın olduğu için ağır bir roman olmasından ziyade okuyucuya konuşan
karakterin değil, yazarın düşüncelerini okuduğunu hissettiriyor. Bu durumun net
bir şekilde kurguyu bozduğunu düşünüyorum.
Bilge’nin hız tutkusu da önemli bir detay,
saçmaladığımı düşünme lütfen çünkü Bilge gaza bastıkça durağan ve yorucu
hayatına dair derin düşüncelere dalıyordu, bazen arkamıza yaslanıp
yaşadıklarımızı analiz etmenin ve acıyı anlamlandırmanın açık bir örneğidir
Bilge. Serinin sonunda Ali’nin omuzlarında taşıdığı küçük Tansel ise seni ve
beni değil, şimdiyi değil; bizim geleceğe bırakacağımız dünyayı simgeliyor, biz
ne yaparsak o kalacak geleceğe…
Farkındalık, acıyı anlamlandırmak, güneş
enerjisi panelleri, gerçek gazetecilik, sadakatsizlik, güç ile insanlara sahip
olunabileceği yanılgısı, otizmli insanların içindeki cevher, ayçiçeği
tarlasının ortasındaki otizmli çocuğun herkesten büyük aklı, dansın görkemi,
sanatın göz önünce olmak için yapıldığında sanat olmaktan çıkması, evrenin
getirdiği şanssızlık karşısında yılmayanların sonunda kazandığı bir dünya,
Yaradan’ın anlattıklarını bir kez bile açıp okumayanların sapkınlığı, hakkın
kitabının içindeki hakikati anlamak için beynini kullanman gerektiği, Allah ile
arana aracı sokmadan onu anlaman için göstermen gereken çaba, halkın gözünün
açılması için bir kişinin karanlığa savaş açması değil, bir kişinin geri kalan
tüm topluma örnek olması gerektiği gerçeği, insanın kendinden üstün duygulara
kapılınca yaşadığı hazin sonlar, kardeşliğin acılara göğüs geren gücü, şehvet
ile huzur arasındaki gelgitler, üniformaların ruhu da örtmemesi gerektiği,
hayvanlara edilen zulmün dünyanın en büyük adiliği olduğu, bilimin
özümsenmesiyle gerçek felsefenin anlaşılabileceği, aşkın elde etmek değil de
sessiz bekleyişler ve emek olduğu, tecavüzün acımasızlığı, hakkı aramak için
sesini çıkaranın başının ezildiği gerçeği, sanatın reklam müziklerini süsleyen
boş notalarda değil de bir kemanın aşkında saklı olduğu gerçeği, dans ile
müziğin uyumu ve bir de sokak, bütün o görkemli ve zengin salonlardan ziyade
sanatın aktığı gerçek sokaklar …
Bütün bu saydıklarımı gördüm bu seriyi
okuyunca. Lütfen sen de gör, anla… Anlamak zorundasın çünkü insan olmanın
gereği ruhun oturduğu yerde saklı. (Serinin
bir bölümünde anlatılıyordu; Descartes epifiz bezini ruhun oturduğu yer olarak
tanımlarmış ve uzak doğu felsefesinde bahsedilen üçüncü göz de beynin tam
ortasında bulunan bu epifiz beziymiş. İnsanlara paketli yiyecekler ve musluk
suyu aracılığıyla verilen sodyum klorür kişileri depresyona sürüklemekle
kalmıyor, aynı zamanda kişiyi karar vermekte zorlanan ve yönetilebilir biri
hâline getiriyormuş. Sen öyle olma, sorgula…)
Bu saydıklarım açıkça barınıyorken Fi, Çi ve
Pi’nin içinde, çoğu insanın Can ve Duru’dan ibaret bir aşk hikâyesi görmesini
hiçbir zaman anlamlandıramayacağım. Unutma, ayın hep aynı yüzünü görürüz. Bu
yüzdendir ki görünmeyen yüzüne ayın karanlık yüzü derler ama ayın öteki tarafı
da Güneş ışığı alır, görmediğimiz için karanlık olduğunu sanmayalım diye yazmış
Azra Kohen bu üç kitabı…
Beynini maddelerle veya yalanlarla
uyuşturarak kaçmak yerine acıyla yüzleşmeyi seçtiğinde keşfedebilirsin ancak
yaradılışındaki nedenini, Deniz gibi. Böylece acı biter ve başarıyı ve huzuru
tadarsın en sonunda. Arkanı da kollamalısın, Deniz’in başlarda Can’a güvenerek
yaptığı hatadan ders çıkararak. Son olarak, okumana eşlik edecek müzik ararsan
kitapta Ada ile Göksel’in müziği olan Samuel
Barber’ın Adagio for String’ i
öneririm. Serinin sonlarında Deniz’in yarattığı Sokak’ın gerçek olması
dileğiyle…
“Pi” romanının içinden çekip çıkardığım, altı
çizili alıntıları bulabilirsin aşağıda:
·
“Şimdi itiraf zamanı! İtiraf ediyorum: Sana
tuzaklar kurdum. Adlarını Fi ve Çi koydum.
Can Manay'ın Duru'ya duyduğu açlıkla çıkardım seni
yola, Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını Deniz'le anlatmaya çalıştım sana…
Beni takip etmen için yolumuzu onların hikâyeleriyle süsledim. Anlamları da
hemen hemen her satıra gizledim. Çünkü Pi'deydi asıl anlatmak istediklerim.
Çaresizdim. Vazgeçemezdim. Sana bu manzarayı mutlaka göstermeliydim. Seninle
nihayet burada buluşmak için çok emek verdim.
Şimdi yine gel benimle, birlikte yürümeye devam
edelim. Savaşların savaşılarak kazanılamayacağını, asıl zaferin ancak doğrudan
ayrılmayınca kazanıldığını Özge anlatsın sana, Yaptığımız her şeyin evrende
dönüp dolaşıp bize nasıl geri geldiğini Can'dan dinle, Analiz edebildiğimiz
kadar güçlü, sadeliğimiz kadar güzel, gerçekliğimizdeki samimiyet kadar eşsiz
olduğumuzu Bilge'de gör, Kendi değerini başkalarının gözünden biçenlerin
acısını Duru'yla anla, Ve Deniz'in düşüncelerinde tanış geleceğin insanıyla…
Gel benimle. Yolumuz uzun değil, Nihayet sana gidiyoruz, bana… BİZ'e.
Sorgulanmamış, analiz edilmemiş bir yaşam hiç yaşanmamıştır.” (Kohen 2015: Pi, Arka Kapak Yazısı)
·
“Hayatın kutsallığı için gerekli olan inancın,
yaşamı lanetleyen bir duyguya dönüştürülmesi engellenmelidir.” (Kohen 2015:
Pi, 24)
·
“İlim bir noktaydı, cahiller onu çoğalttı. –Hz.
Ali” (Kohen 2015: Pi, 30)
·
“Beynin sinir hücreleri arasında iletişimi
sağlamak için kullanılan dopaminim daha fazla üretilmesine ve serotoninin aktif
bir şekilde kopyalanarak beynin sinir sistemine yüklenmesi' ne neden oluyordu
kokain. Ne tuhaftı, mutluluk beyni bakterilerden koruyan en temel şeydi aslında
ama kopyalandıkça anlamsızlaşan, sahteleştiğinde zehirleyen ve içinden çıkılmaz
bir arayışa dönüşen tek duyguydu. Mutluluk beyni bir kalkan gibi korurken,
sahtesi resmen adım adım öldürüyordu beyni.” (Kohen 2015: Pi, 75)
·
“1943 yılında insan motivasyonunun teorisi
diye bir teori geliştirdi Abraham Maslow. Yeni yeni gelişen psikoloji biliminde
herkes deformasyona yani akıl hastalıklarına odaklanırken Maslow potansiyele
odaklanmıştı. Geliştirdiği teoriyi bir üçgenle şekillendirdi ve bu üçgene
İhtiyaçlar Piramidi adını verdi. 5 basamaktan oluşan piramit sonraları 8’e
kadar çıktı ama biz beşi anlasak yeter. Demokrasinin gerçekten var olabilmesi
için insanın ihtiyaçlar piramidindeki bu 5 basamağı tırmanmış bir varlığa
dönüşmüş olması gerekir, fikrimce.” (Kohen 2015: Pi, 141)
(Birinci basamak: nefes almak, doymak, uyumak.
İkinci basamak: güvenilir bir yuvar
Üçüncü basamak: sevgi arayışı
Dördüncü basamak: statü sahibi olmak, kendine güvenerek kendini ifade etmek
Beşinci basamak:kendini gerçekleştirmek...) (Kohen 2015: Pi, 142-144)
·
“Birbirlerinin ışıklarına ışık kararcasına
varoluşun maddelerinden, katmanlarından, felsefelerinden konuştular. Dünya
bileşiklerinin yüzde 94’iinü oluşturan karbondan çıkıp ancak ölü yıldızların
çarpışması sırasında oluşan ve bugün kanser tedavisinde kullanılan, güneşin
zararlı ultraviyole ışınlarını engellediği için astronotların kasklarının
içinin kaplandığı altın madenine girdiler. Böylesine kullanışlı bir madeni
insanların kulaklarına, boyunlarına, bileklerine takı olarak, takmalarının
komikliğine güldüler.” (Kohen 2015: Pi, 269)
·
“Gerçek kadının doğduğu o gün, erkekliği
çiikten ibaret sananlar, erkekliği; karakterlileri tüketerek karaktersizliği
marifet haline getirmiş toplum, karakterlere sahip çıkmayı ve kadını ellenecek
mal gibi gören bu parazit dünyanın insanı da anneyi Öğrenecekti.” (Kohen 2015:
Pi, 280)
·
“Hazreti Muhammed Arap yarımadasınun
çöllerinde birbirini öldüren, Afrika’daki gelişmemiş kabileler gibi çırılçıplak gezen, yıkanmayı dahi bilmeyen o ilkel kabilelere örnek olmamış mıydı? Nelson
Mandela’nın savaşsız direnişi Afrika’da birbirini kesen kabilelere örnek
olmamış mıydı? Martinn Luther King'in şiddet karşıtı savaşı ırkçılığa vurulan
asıl darbenin en iyi örneği değil miydi? Birkaç örnek...sayıları önemli değildi
ama o birkaç örnekti insanın insanlığını besleyen!” (Kohen 2015: Pi, 629)
·
“Umursa yoksa umursanmazsın!” (Kohen
2015: Pi, 647)
·
“Elon Musk’ın kurduğu Tesla Motor şirketi bu
sene Powerwall adıyla güneş enerjisini depolayabilen piller ürettiler ve 1 Mayıs
işçi bayramında Powerball'u dünyaya tanıttılar. Yani artık güneş enerjisi
depolanabiliyor.” (Kohen 2015: Pi, 652)
·
“Bizi gömdüler ama tohum olduğumuzu
bilmiyorlardı.” (Kohen 2015: Pi, 656)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder