8 Şubat 2018 Perşembe

Pİ (ÜÇLEME: Fİ-Çİ-Pİ, #3)

Kitap adı: Pi
Yazar adı: Azra Sarızeybek Kohen (AKİLAH)
Orijinal adı: Pi
Ülke: Türkiye
Özgün dili: Türkçe
Anadilinde 1. Baskı: 2015
Okuduğum Baskı: Destek Yayınları, 110. Baskı, 2015  

   Akilah Azra Kohen’in Fi, Çi ve Pi isimli kitaplarından oluşan serisinin üçüncüsüdür Pi. Seriyi ve yorumlarımı üçlemenin sırasına bağlı kalarak okumanı tavsiye ederim çünkü ancak öyle anlamlanacaktır tüm sözcükler :) Fi ve Çi hakkında yazdıklarımın üzerinden devam ediyorum o hâlde...

(Fi'ye buradan ulaşabilirsin.)

(Çi'ye buradan ulaşabilirsin.)



  






   “Pi” romanının olay örgüsüne kısaca göz atalım:

   Pi sayısı, hayatın kendisidir. Pi’nin içinde ilkokul numaranız da vardır, alışveriş tutarınız da, devlet sırrı rakamlar da... Pi tüm hayatı kapsar ki zaten yeni hayat demektir. Hikâyenin sonlanması için bu ismin verilmesi de serinin son kitabından beklentimizin yükselmesine neden oluyor... Pi, Fi ve Çi’den anlatım olarak biraz farklı yazılmış. İçinde çok fazla mesaj var ve iki kişi arasındaki diyalog bile yazar tarafından düşüncelerini ve teorilerini anlatmak için kullanılmış. Bu yüzden günlük hayattan daha uzak bir dili var. İçerdiği mesajların hepsi çok değerli fakat romanı deneme kapsamına da eklemiyor değil. 

   Okuması emek istiyor fakat kendinizi kaptırınca sürükleyici olduğunu göreceksiniz yine de çünkü kurgudaki şaşırtıcı gerçekler heyecan katıyor durağan dönemlerine bile hikâyenin. Mesela Çi’nin sonunda Bilge ile Can’ın evlendiğini anlıyoruz ama evlenmeden önce Can’ın, Duru’nun gittiği ilk zamanlar yaşadığı zamanlar da anlatılıyor Pi’de. Atakan’ı Can’a aylar önce benzettiği için Bilge’nin dikkatine saygı duyuyoruz bir bölümde. Genel olarak Pi farklı zamanları anlatıyor, iki yıl öncesine de dönebiliyor, beş yıl sonrasına da gidebiliyor. Kurgunun tamamını (Duru’nun Can’ı bıraktıktan sonrasını) Pi’de toparlamış yazar.

   Can’ın yeniden hayata dönmesini sağlayan Bilge ile hayatını birleştirmesi, sonrasında Can’ın Duru’yu bulunca yanlış hamleler yaparak Bilge’yi kaybetmesi, ardından onu yeniden kazandığını sanarken aslında kendisine oynanan oyuna gelmesini anlatıyor Pi. Ada’nın hayatının kötü sonu, Göksel’in kalan son köpeğinin de Ada’ın da intikamını almasının ardından, içindeki iyi adama kulak vererek Deniz’in yanında yaşamaya başlaması, Ali’nin sabrının ona Bilge’yi getirmesi, Can Manay’ın sürpriz kimliği, Çiçek’in geçmişte başına gelenler, Özge’nin adalet mücadelesindeki çabası, Sadık’ın Özge’siz kalışı, Özge ve Deniz’in kendileri için doğru insanları en sonunda bulması, Özge’nin hayat için tüm gayretinin gelecek için olduğu ve o geleceğin yani Tansel’in doğuşu... Tüm bunlar Pi’yi oluşturuyor.

   Her karakterden çıkarılacak dersler, anlaşılacak acılar var. Yazarın vermek istediği esas mesajların ise Özge ile Muammer Bey’in arasında geçen sohbetlerde, Bilge ile Eti arasında geçen derin diyaloglarda ve Duru’nun hatasında saklı olduğunu söyleyebiliriz.


   “Pi”nin genel bir özetini de eklemek istiyorum:

   Can’ın Duru’yu ilk kaybettiği zamanlarda başlar Pi. Özge dergisini çıkarmaya devam ederken Sadık’ın desteğiyle milletvekil olur. Meclisteki ilk konuşmasında da niyetini açıkça belli eder. Can, Duru’nun gidişiyle kendini evine kapatır fakat Bilge onu hayata döndürür. Bilge Can’ın huzuru olur zamanla. Sadık’ın kendisine yardım etmesine rağmen içte içe de hükümetin tarafında olduğunu anlayan Özge Sadık’la arasındaki bağlarıyla koparır. Sadık’ın desteğiyle yükselen Özge'nin muhalif duruşundan dolayı Sadık’ın hayatı tehlikeye girer ve yurtdışına çıkmak tek çaresi olur.

   Deniz köydeyken Duru onu bulur fakat Deniz artık onu istememektedir çünkü Duru onu bitiren bir aşktır. Duru bu yıkımla geldiği yere geri dönerken , Can da Deniz’i bularak ona çaresizce Duru’suz yapamadığını anlatır. Deniz, Can ve Duru’nun ruhuna verdikleri onca zarara rağmen kendisini rahat bırakmamasının ardından şehre döner. Uzun zamandır suskun olan müzik Deniz’i geri çağırır...

   Ada Deniz’in müziğini sattığı için, Deniz Ada’ya sırtını dönmüştür. Ada ise Tugay’ın kendisini uyuşturucu batağına sürüklemesiyle hayatını yerle bir eder. Şöhreti seçen Ada, hayatını kendi elleriyle ziyan edecektir. Göksel, Deniz’e Ada’ya sahip çıkmaları gerektiğini söylese de Deniz bunu kabul edemez. Ada, Tugay yüzünden ölür. Göksel, müziğine aşık olduğu Ada’nın ölümünden sorumlu olan Tugay’ın sonunu  Ada’nın ölümüyle aynı şekilde getirerek Ada’nın intikamını alır. Göksel’in geçmişi acı dolu küçük bir hayatı vardır artık, Deniz’in yanında kalır. Deniz Göksel’e sahip çıkar çünkü gerçek öğretmenler bunu yaparlar, gerçek müzisyenler de...

   Göksel, Duru ve Can’dan dolayı kitapta biraz geri planda kalsa da bence en güzel insan oydu romanda. Bilge zaten olgun ve iyiydi, Özge zaten hep savaşçıydı fakat Göksel sevdiklerinin canını acıtanlardan intikamını almayı ihmal etmeyip aynı zamanda iyi kalabilmişti. Göksel geçinebilmek için bir süre polislik yapar fakat onlardan farklıdır zihniyeti çünkü Göksel yalnızca kötülere vahşidir. Köpeklerini vahşice öldüren adamdan da intikamını alır. Nitekim hak etmiştir bunu yapan. Göksel kalan son köpeğini (Kız) zor da olsa hayata döndürür, diğer kardeşlerini öldüren adamdan aldığı intikamı ona da göstererek.

   Bilge Can Manay’ın asistanıyken, Can’ın şöforü Ali’yle aralarında isimsiz bir dostluk gelişir. Ali’nin içinde büyüyen Bilge sevgisini Bilge'nin fark etmeme ihtimali yoktur. Ali’nin tarlasında çalışan bir ailenin otistik bir oğlu vardır ve Ali, Bilge’en bu konuda yardım ister. Abisi Doğru da otizmli olduğu için Bilge bu teklifi kabul eder. Bilge, Doğru ve Ali düzenli olarak tarlaya giderler. Bilge otizmli ola diğer çocukla ilgilenirken, insanlarla pek iletişim kurmaya yanaşmayan Doğru’nun Ali’yi sevdiğini fark eder Bilge. Doğru o tarlada huzurludur, ayçiçek tarlasının ortasında sayı sayarken mutludur.  Her şey yolunda gitmektedir ve artık Ali Bilge’ye sevgisini açıklamak ister. Ancak Can duru’nu yasını tuttuğu depresyondan çıkıp Bilge’yi istediğine karar verir ve istediği her kadın almaya alışkın olan Can Manay, Ali’nin Bilge’ye verdiği değere rağmen, Bilge’nin içine işlemeyi başarır. Bilge ve Can Manay evlenirler. Ali üzüntüsünü içinde yaşar.

   Doğru arada bir Bilge’ye eve gidelim der. Bilge buna ilk zamanlar anlam veremez fakat çok sonradan Doğru’nun ev derken Ali’nin yanına gitmekten bahsettiğini anlar. Bilge Can’la mutludur çünkü Can Bilge’ye çok değer verir. ( Bu arada verilen bir davette tesadüfen Bilge ile tanışır Özge ve onun iyi kalpli olduğunu hisseder. Böyle bir kadının Can Manay gibi biriyle ne işi olduğuna anlam veremez ama Bilge’ye Can’a dikkatli olması konusunda sinyaller gönderemeyi ihmal etmez. ) Duru ihtirassa, Bilge huzurdur Can için fakat bir gün Duru’nun izini bulur tesadüfen. Duru’nun yurtdışında güzel bir platformda dans ettiğini öğrenir ve gizli gizli onu seyretmeye gider. Bilge, bu Duru’ya bu gidişlerden haberdar olur ve yıkılır. Eti, Bilge’nin aşk acısı çekmeyecek kadar mantıklı bir insan olduğu söylese de Bilge’nin farklı bir durum vardır. Bilge hamiledir... Eti, Bilge’yi bir süre hamile kalmaması için uyarmıştır aslında çünkü Bilge’nin iyiliğini ister Eti fakat olan olmuştur artık.

  Eti ile aralarındaki sürtüşmelerde Can Eti’yi gerçeklerle tehdit eder. Eti de öyle... Baştan beri Can Manay’ı büyüttüğü için onun annesi gibi gördüğümüz Eti’nin Can’dan bir oğlu vardır, Atakan. Atakan’la tesadüfen karşılaştığında onun Can’a ne kadar benzediğini anlayan Bilge dahil bunu kimse bilmemektedir. Can Manay’ın gerçek ismi Umut’tur. Ruh hastasıdır ve saplantılı olduğu için eski sevgilisi Çiçek’i öldürmüştür. Onu bu geçmişten kurtarmak için öldürdükleri Can Manay’ın yerine geçmesini sağlarlar. Bütün bu sır dolu geçmiş, Eti ile Can Manay arasındaki bağları oluşturur. Eskiden Can’a destek olan Eti, araya tehditlerin girmesiyle Can’ın arkasını toparlamayı bırakır.

   Can, Duru’nun ülkeye dönmesi için büyük bir sanat merkezi yaptırır, zamanla fikri Deniz’ ait olan projedir bu fakat sanat merkezinin tüm detaylarında Duru vardır. Duru’nun en sevdiği renk, Duru’nun resminden yapılmış duvar kağıtları, Duru’nun heykeli... Bilge, Duru’nun yanına gidip onu gelmemesi için uyarır, duru o ruh hastasının yanına tabii ki gelmeyeceğini söyler fakat Duru’nun egosu peşini bırakmaz. Kendisi için sanat merkezi yapılması Duru’yu çok etkiler ve gösteri için ülkeye döner. Bilge bunu öğrenince Can Bilge’yi kaybetmemeye çalışmak yerine onu kırıp döker. Nasılsa artık Duru gelecektir, Bilge’ye ihtiyaç kalmamıştır...

   Bilge Can’ı bırakıp gider. Can Duru ile tekrar bir araya gelir fakat anlar ki Duru ona olan ilgiyi, tutkuyu özlemiştir. Can o an anlar ki, uğruna bir servet harcadığı, görkemli bir sanat merkezi yaptığı Duru’yu gözünde boştan yere büyütmüştür. Bir anda duru’dan vazgeçer. Gitmeden önce Duru’yu çok feci döver. Duru’nun da Çiçek gibi karartır hayatını Can.

   Can Bilge’yi geri kazanmaya çalışır, hamile olduğunu öğrenir. Bilge Can’a geri döner fakat bu kez Eti ile Bilge’nin bir planı vardır. Özge de yardım eder, sonuçta Özge’nin geçmişten gelen alınmamış bir intikamı vardır Can Manay’a...

   Deniz hayatın anlamını çözmüştür artık. Kendini bu yalan dünyadan arındırır. Sokak ismini verdiği bir yer kurar. Göksel de yanındadır. Yalnızca sanatı sanat için yapan öğrencileriyle doldurur Deniz Sokak’ı. Müzisyenler ve dansçılar ile Sokak’ta hayat bulur Deniz, gerçek sanatla... Göksel ve Kız (Göksel’in köpeği) Deniz’in yanında kalmaktadırlar. Göksel de balet olduğu için sokak’ta dans etmektedir. Kız artık huzurludur.

   Bilge’yi bıraktığı için çok pişman olan Can, Bilge’yi tekrar kazanmasıyla ve eşinin hamile olduğunu da öğrenmesiyle hayata yeniden bağlanır. Artık onun için Duru yoktur, yalnızca Bilge vardır. Bilge için durum bu  kez farklıdır çünkü Can’ın narsist gerçek yüzünü görmüştür bir kez. Bilge, Eti ve Özge ile birlikte bir plan yapar. Can Manay’ın seri katil olduğunu ortaya çıkarırlar. Seri katil olan gerçek Can Manay’dır tabii ki, bizim hikâyemizdeki Can Manay, gerçek olanın yerine geçendir. Can yakasını kurtarmak için Can Manay olmadığını söylese de bu işin içinden sıyrılamaz. Gerçek Can Manay olmadığı anlaşılınca da bu kez gerçek kimliği (ruh hastası olan Umut) açığa çıkar ve akıl hastanesine kapatılır.

   Özge, Can Manay’ın Duru için yaptırdığı sanat merkezinden ilk gösterinin gerçekleştirildiği gece Deniz ile tanışır ve Deniz’deki iyilik, dürüstlük ve güzellik Özge’yi, Özge’deki adalet savaşçılığı da Deniz’i vurur. Birbirlerine saygı ve sevgi duyarlar. Yazarın deyimiyle, bir aradayken dengededir Özge ve Deniz.  Hatta Deniz, Özge’ye Sokak’ı da gösterir.

   Can’ın akıl hastanesine kapatılmasının ardından güneş enerjisi ile çalışan sistemler geliştirilerek temiz bir dünya oluşturmak için kolları sıvar herkes. Savaşın savaşılarak değil, iyi örnek olarak kazanılacağına inanırlar çünkü, Deniz sayesinde. Son sahnedeyse, çevreye zarar veren elektrik direklerinin yıkılışını izleyen Tansel vardır, Ali’nin omuzlarında... Tansel Bilge’nin kızıdır, Ali ile Bilge bir araya gelmiştir. Deniz ile Özge de birlikte mutludur. Göksel de dans ederken huzurlu ve güvendedir artık. Can ve Duru hariç, bu saydığım karakterler mutlu bir sonla tamamlarlar olanları...
  




Fİ-Çİ-Pİ HAKKINDAKİ YORUMLARIM:

   Kitaptaki her karakterin temsil ettiği anlamlar var. Özge’nin mücadeleci ruhu ve Deniz’in kendi hayatındaki savaşla uğraşırken öğrencilerini unutmamasının naifliği, hayatımıza dönüp bakınca kaçırdığımız pek çok gerçeği gözler önüne seriyor. Bilge’nin her zorluğun içinden çıkan mükemmel karakteriyse gerçek ötesi bir hayranlık uyandırıyor bende. Can Manay’ın ülke çapındaki ünü biraz abartılmış gibi dursa da böyleleri yok mu dersin? Yalnızca psikolog değiller de başka mesleklere mensuplar. Sonlara doğru Atakan’ın Can’a olan benzerliğini Bilge’nin fark ettiği andan, Can Manay’ın esas kimliğinin kökeninin açığa çıktığı ana kadarki süreç ise kurgunun ne kadar dolaylı yoldan başladığını gösteriyor serinin en başından itibaren. Öte yandan, bir erkeğin kadına sahip olması gibi ataerkil tanımlamalar bulunması eleştirilmeyecek gibi değil. Yazar bu tarz söylemleri Can Manay’ı yermek için yapmıştır umuduyla okudum ama pek öyle değildi maalesef. Sadık Murat Kolhan ise geçmişteki hatalarımızın yakamızı bırakmadığının ve köreltilmiş bir vicdanın somut hatalardan daha geri dönülemez bir yük olduğunun kanıtıdır bence. Göksel kitabın en can alıcı karakteri, başkahraman o değil aslında ama onda adını koyamadığım bir şey var. O iri görünümünün ve hoyrat davranışlarının ardındaki acı çeken çocukluğu, seriyi hiç beğenmeyenlerin bile tek dayanağı olabilir. Göksel anlatamadığım ama en çok benimsediğim karakter, baş roldeki Can ve Duru’yu okurken hadi artık Göksel’in olduğu sayfalar gelsin diye sabırsızlanıp durdum. Kitapları okuyunca Göksel’i yeterince anlatamadığımı fark edip beni eleştireceksin belki de. Ada’ya çok kızacağını tahmin ediyorum yaptığı bir düzine hatadan ötürü ama hayır, kızma çünkü o Can gibi değil, ne yaptıysa kendine yaptı Ada, Göksel’in içini gördüğünü sanarken yaşattığı hayal kırıklığı hepimizin kendimize ettiğimiz kötülüklerin metaforudur belki de. Ali ise keşke gerçekten var olsaydı, Doğru onun içindeki güzelliği ilk karşılaşmalarında anlamıştı. Buna şaşırmamak lâzım çünkü Doğru zeki. Otizmli ama zeki demiyorum, otizmli ve zeki diyorum. Otizm hastalık değil, Doğru’ya bahşedilen bir yetenek. Duru’ya verilen değerin bin katını hak eden bir yetenek. Duru mu? Duru güzel bir kadın ve yetenekli bir dansçı. Karakteri mi? Boş ver, kitapları okurken anlarsın zaten Can ve Duru’yu. Hem başrol onlar. Buna rağmen niye mi boş ver yazdım? Çünkü ben asıl güzelliği Can ve Duru’da bulmadım.

   Ben asıl güzelliği Göksel’de, Göksel’in beslediği köpeklerde, herkesten sakladığı duygusallığında, eylemlerde kurtardığı kızda; Bilge’de, Bilge’nin olgunluğunda; Doğru’da, Doğru’nun zekâsında; Ali’de, Ali’nin sadakatinde; Deniz ve Özge’nin fedakârlıklarında buldum. Bu arada, kitapta anlatılan çoğu olayın bizim ülkenin gerçeği olduğunu fark edersin umarım, fark edersen neden burada özgürce anlatamadığımı da anlarsın zaten… Eti’ye önceleri kızardım ama Can’ın mentoru olsa da hayat ona ikinci bir şans verdi bence. Özge’nin sohbet ettiği Muammer Bey’in Eti’den bile daha derin sözleri olduğunu keşfetmelisin yalnız. Gerçi, mesaj verme isteğiyle yazarın günlük sohbetlerin içinde uzun ve deneme bazlı konuşmalar eklemesi, kitabı gerçek hayattan keskin bir çizgiyle koparıyor ve bu da kitabın roman olma özelliğine aykırı bir hava veriyor. Bu durum serinin son kitabı olan Pi’de daha baskın olduğu için ağır bir roman olmasından ziyade okuyucuya konuşan karakterin değil, yazarın düşüncelerini okuduğunu hissettiriyor. Bu durumun net bir şekilde kurguyu bozduğunu düşünüyorum. 

   Bilge’nin hız tutkusu da önemli bir detay, saçmaladığımı düşünme lütfen çünkü Bilge gaza bastıkça durağan ve yorucu hayatına dair derin düşüncelere dalıyordu, bazen arkamıza yaslanıp yaşadıklarımızı analiz etmenin ve acıyı anlamlandırmanın açık bir örneğidir Bilge. Serinin sonunda Ali’nin omuzlarında taşıdığı küçük Tansel ise seni ve beni değil, şimdiyi değil; bizim geleceğe bırakacağımız dünyayı simgeliyor, biz ne yaparsak o kalacak geleceğe…


   Farkındalık, acıyı anlamlandırmak, güneş enerjisi panelleri, gerçek gazetecilik, sadakatsizlik, güç ile insanlara sahip olunabileceği yanılgısı, otizmli insanların içindeki cevher, ayçiçeği tarlasının ortasındaki otizmli çocuğun herkesten büyük aklı, dansın görkemi, sanatın göz önünce olmak için yapıldığında sanat olmaktan çıkması, evrenin getirdiği şanssızlık karşısında yılmayanların sonunda kazandığı bir dünya, Yaradan’ın anlattıklarını bir kez bile açıp okumayanların sapkınlığı, hakkın kitabının içindeki hakikati anlamak için beynini kullanman gerektiği, Allah ile arana aracı sokmadan onu anlaman için göstermen gereken çaba, halkın gözünün açılması için bir kişinin karanlığa savaş açması değil, bir kişinin geri kalan tüm topluma örnek olması gerektiği gerçeği, insanın kendinden üstün duygulara kapılınca yaşadığı hazin sonlar, kardeşliğin acılara göğüs geren gücü, şehvet ile huzur arasındaki gelgitler, üniformaların ruhu da örtmemesi gerektiği, hayvanlara edilen zulmün dünyanın en büyük adiliği olduğu, bilimin özümsenmesiyle gerçek felsefenin anlaşılabileceği, aşkın elde etmek değil de sessiz bekleyişler ve emek olduğu, tecavüzün acımasızlığı, hakkı aramak için sesini çıkaranın başının ezildiği gerçeği, sanatın reklam müziklerini süsleyen boş notalarda değil de bir kemanın aşkında saklı olduğu gerçeği, dans ile müziğin uyumu ve bir de sokak, bütün o görkemli ve zengin salonlardan ziyade sanatın aktığı gerçek sokaklar …

   Bütün bu saydıklarımı gördüm bu seriyi okuyunca. Lütfen sen de gör, anla… Anlamak zorundasın çünkü insan olmanın gereği ruhun oturduğu yerde saklı. (Serinin bir bölümünde anlatılıyordu; Descartes epifiz bezini ruhun oturduğu yer olarak tanımlarmış ve uzak doğu felsefesinde bahsedilen üçüncü göz de beynin tam ortasında bulunan bu epifiz beziymiş. İnsanlara paketli yiyecekler ve musluk suyu aracılığıyla verilen sodyum klorür kişileri depresyona sürüklemekle kalmıyor, aynı zamanda kişiyi karar vermekte zorlanan ve yönetilebilir biri hâline getiriyormuş. Sen öyle olma, sorgula…)

   Bu saydıklarım açıkça barınıyorken Fi, Çi ve Pi’nin içinde, çoğu insanın Can ve Duru’dan ibaret bir aşk hikâyesi görmesini hiçbir zaman anlamlandıramayacağım. Unutma, ayın hep aynı yüzünü görürüz. Bu yüzdendir ki görünmeyen yüzüne ayın karanlık yüzü derler ama ayın öteki tarafı da Güneş ışığı alır, görmediğimiz için karanlık olduğunu sanmayalım diye yazmış Azra Kohen bu üç kitabı…

   Beynini maddelerle veya yalanlarla uyuşturarak kaçmak yerine acıyla yüzleşmeyi seçtiğinde keşfedebilirsin ancak yaradılışındaki nedenini, Deniz gibi. Böylece acı biter ve başarıyı ve huzuru tadarsın en sonunda. Arkanı da kollamalısın, Deniz’in başlarda Can’a güvenerek yaptığı hatadan ders çıkararak. Son olarak, okumana eşlik edecek müzik ararsan kitapta Ada ile Göksel’in müziği olan Samuel Barber’ın Adagio for String’ i öneririm. Serinin sonlarında Deniz’in yarattığı Sokak’ın gerçek olması dileğiyle…





“Pi” romanının içinden çekip çıkardığım, altı çizili alıntıları bulabilirsin aşağıda:

·         Şimdi itiraf zamanı! İtiraf ediyorum: Sana tuzaklar kurdum. Adlarını Fi ve Çi koydum.
Can Manay'ın Duru'ya duyduğu açlıkla çıkardım seni yola, Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını Deniz'le anlatmaya çalıştım sana… Beni takip etmen için yolumuzu onların hikâyeleriyle süsledim. Anlamları da hemen hemen her satıra gizledim. Çünkü Pi'deydi asıl anlatmak istediklerim. Çaresizdim. Vazgeçemezdim. Sana bu manzarayı mutlaka göstermeliydim. Seninle nihayet burada buluşmak için çok emek verdim.
Şimdi yine gel benimle, birlikte yürümeye devam edelim. Savaşların savaşılarak kazanılamayacağını, asıl zaferin ancak doğrudan ayrılmayınca kazanıldığını Özge anlatsın sana, Yaptığımız her şeyin evrende dönüp dolaşıp bize nasıl geri geldiğini Can'dan dinle, Analiz edebildiğimiz kadar güçlü, sadeliğimiz kadar güzel, gerçekliğimizdeki samimiyet kadar eşsiz olduğumuzu Bilge'de gör, Kendi değerini başkalarının gözünden biçenlerin acısını Duru'yla anla, Ve Deniz'in düşüncelerinde tanış geleceğin insanıyla… Gel benimle. Yolumuz uzun değil, Nihayet sana gidiyoruz, bana… BİZ'e. Sorgulanmamış, analiz edilmemiş bir yaşam hiç yaşanmamıştır.” (Kohen 2015: Pi, Arka Kapak Yazısı)

·         Hayatın kutsallığı için gerekli olan inancın, yaşamı lanetleyen bir duyguya dönüştürülmesi engellenmelidir.” (Kohen 2015: Pi, 24)


·         İlim bir noktaydı, cahiller onu çoğalttı. –Hz. Ali” (Kohen 2015: Pi, 30)


·         Beynin sinir hücreleri arasında iletişimi sağlamak için kullanılan dopaminim daha fazla üretilmesine ve serotoninin aktif bir şekilde kopyalanarak beynin sinir sistemine yüklenmesi' ne neden oluyordu kokain. Ne tuhaftı, mutluluk beyni bakterilerden koruyan en temel şeydi aslında ama kopyalandıkça anlamsızlaşan, sahteleştiğinde zehirleyen ve içinden çıkılmaz bir arayışa dönüşen tek duyguydu. Mutluluk beyni bir kalkan gibi korurken, sahtesi resmen adım adım öldürüyordu beyni.” (Kohen 2015: Pi, 75)

·         1943 yılında insan motivasyonunun teorisi diye bir teori geliştirdi Abraham Maslow. Yeni yeni gelişen psikoloji biliminde herkes deformasyona yani akıl hastalıklarına odaklanırken Maslow potansiyele odaklanmıştı. Geliştirdiği teoriyi bir üçgenle şekillendirdi ve bu üçgene İhtiyaçlar Piramidi adını verdi. 5 basamaktan oluşan piramit sonraları 8’e kadar çıktı ama biz beşi anlasak yeter. Demokrasinin gerçekten var olabilmesi için insanın ihtiyaçlar piramidindeki bu 5 basamağı tırmanmış bir varlığa dönüşmüş olması gerekir, fikrimce.” (Kohen 2015: Pi, 141)

(Birinci basamak: nefes almak, doymak, uyumak.
İkinci basamak: güvenilir bir yuvar
Üçüncü basamak: sevgi arayışı
Dördüncü basamak: statü sahibi olmak, kendine güvenerek kendini ifade etmek
Beşinci basamak:kendini gerçekleştirmek...) (Kohen 2015: Pi, 142-144)

·         Birbirlerinin ışıklarına ışık kararcasına varoluşun maddelerinden, katmanlarından, felsefelerinden konuştular. Dünya bileşiklerinin yüzde 94’iinü oluşturan karbondan çıkıp ancak ölü yıldızların çarpışması sırasında oluşan ve bugün kanser tedavisinde kullanılan, güneşin zararlı ultraviyole ışınlarını engellediği için astronotların kasklarının içinin kaplandığı altın madenine girdiler. Böylesine kullanışlı bir madeni insanların kulaklarına, boyunlarına, bileklerine takı olarak, takmalarının komikliğine güldüler.” (Kohen 2015: Pi, 269)

·         Gerçek kadının doğduğu o gün, erkekliği çiikten ibaret sananlar, erkekliği; karakterlileri tüketerek karaktersizliği marifet haline getirmiş toplum, karakterlere sahip çıkmayı ve kadını ellenecek mal gibi gören bu parazit dünyanın insanı da anneyi Öğrenecekti.” (Kohen 2015: Pi, 280)

·         Hazreti Muhammed Arap yarımadasınun çöllerinde birbirini öldüren, Afrika’daki gelişmemiş kabileler gibi çırılçıplak gezen, yıkanmayı dahi bilmeyen o ilkel kabilelere örnek olmamış mıydı? Nelson Mandela’nın savaşsız direnişi Afrika’da birbirini kesen kabilelere örnek olmamış mıydı? Martinn Luther King'in şiddet karşıtı savaşı ırkçılığa vurulan asıl darbenin en iyi örneği değil miydi? Birkaç örnek...sayıları önemli değildi ama o birkaç örnekti insanın insanlığını besleyen!” (Kohen 2015: Pi, 629)

·         Umursa yoksa umursanmazsın!” (Kohen 2015: Pi, 647)

·         Elon Musk’ın kurduğu Tesla Motor şirketi bu sene Powerwall adıyla güneş enerjisini depolayabilen piller ürettiler ve 1 Mayıs işçi bayramında Powerball'u dünyaya tanıttılar. Yani artık güneş enerjisi depolanabiliyor.” (Kohen 2015: Pi, 652)


·         Bizi gömdüler ama tohum olduğumuzu bilmiyorlardı.” (Kohen 2015: Pi, 656)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder