Yazar adı: Anthony Burgess
Orijinal adı: A Clockwork Orange
Ülke: Birleşik Krallık
Özgün dili: İngilizce
Anadilinde 1. Baskı: 2009
Okuduğum baskı: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 25. Baskı, 2016,
Çeviri: Dost Körpe
Sayfa Sayısı: 168
Ludwig Van Beethoven, bir yuva, bir yazar, tecavüz, dayak, uyuşturucu bağımlılığı, şiddetin her yüzü, psikolojik dayatmalar, büyürken kırıp döken dört çocuk... Otomatik Portakal, anlatımıyla ve sert konusuyla, ana karakterden hem nefret ettiren, hem korkutan, yine de onunla yürümeye devam ettiren, türünün tek örneği bir roman bence. Kült klasik kitaplar arasında yer alan en çarpıcı hikâyeye sahip olan bu romanın gençlere kötü örnek olacağı düşüncesiyle okunmasının istenmemesini anlamıyorum. Kötülüğü saklayarak ona mani olamazsınız...
Anthony Burgess romanını esas karakter olan Alex’in ağzından anlatmış, aslında yalın ve gerçekten Alex gibi birinin üslubunda yazılmış kitap fakat yazarın bu tercihi romanın keskin konusuyla harmanlanınca son derece etkileyici bir baş yapıt çıkmış ortaya. Film uyarlaması da yapılan bu romanı bir solukta bitireceğinden şüphem yok...
“Tüm hayvanların en zekisi, iyiliğin ne demek olduğunu
bilen insanoğluna sistematik bir baskı uygulayarak onu otomatik işleyen bir
makine haline getirenlere kılıç kadar keskin olan kalemimle saldırmaktan başka
hiçbir şey yapamıyorum...
...
Cockney dilinde (İngiliz argosu) bir deyiş vardır. "Uqueer as as clockwork orange". Bu deyiş, olabilecek en yüksek derecede gariplikleri barındıran kişi anlamına gelir. Bu çok sevdiğim lafı, yıllarca bir kitap başlığında kullanmayı düşünmüşümdür. Bir de tabii Malezya'da "canlı" anlamına gelen "orang" sözcüğü var. Kitabı yazmaya başladığımda, rengi ve hoş bir kokusu olan bir meyvenin kullanıldığı bu deyişin, tam da benim anlatmak istediğim duruma, Pavlov kanunlarının uygulanmasına dayalı bir hikâyeye çok iyi oturduğunu düşündüm...”
...
Cockney dilinde (İngiliz argosu) bir deyiş vardır. "Uqueer as as clockwork orange". Bu deyiş, olabilecek en yüksek derecede gariplikleri barındıran kişi anlamına gelir. Bu çok sevdiğim lafı, yıllarca bir kitap başlığında kullanmayı düşünmüşümdür. Bir de tabii Malezya'da "canlı" anlamına gelen "orang" sözcüğü var. Kitabı yazmaya başladığımda, rengi ve hoş bir kokusu olan bir meyvenin kullanıldığı bu deyişin, tam da benim anlatmak istediğim duruma, Pavlov kanunlarının uygulanmasına dayalı bir hikâyeye çok iyi oturduğunu düşündüm...”
-Anthony Burgess-
************
Kitabın içeriğini yazarın, daha doğrusu
Alex’in, ağzından anlatmadıkça aynı duyguların uyandırılması zor görünüyor.
Okuyunca bana hak vereceğinden eminim. Kitapta Alex isimli bir gencin
çocukluğundan başlayıp yetişkin bir mentaliteye ulaşana kadarki süreci ele
alınmış. Alex tecavüzden şiddete kadar her türlü işkenceye meyilli olan korkunç
bir suçlu ve karşısına çıkan herkese zarar vermekten hiç çekinmez. Dahası
bundan zevk duyar. Alex’in ağzından anlatılan romanda, Alex’in üç arkadaşı daha
var, kendisine benzeyen. Şaşırtıcı detaylar var alex’in bünyesinde. Mesela
insanlara ve hayvanlara acı çektirmekten zevk alan Alex, o kadar naif bir müzik
zevkine sahip ki odasında vakit geçirirken kendini hep müziğe veriyor.
Baş kahramanımız Alex’in içinde
barındırdığı ve dışarıya yansıttığı tüm kötülüklerinin arasında yaşayan tek
güzellik müzik:
“Sonra, en nadide cennet metalini ya da
yer çekimsiz bir uzay gemisinde akan gümüşi şarabı andıran keman solosu, diğer
bütün yaylıları bastırdı ve bu yaylılar yatağımın çevresinde ipekten bir kafes
gibiydiler.” (Burgess 2016: 29)
Alex’in işlediği suçların ve yaşattığı
acıların ardından hapse atılması, sonradan rehabilitasyona maruz kalarak
psikolojisiyle oynanması ele alınmış kitapta. İyiliğin tercih olmaktan
çıkarılıp, zorunluluk olarak dayatılması eleştirilmiş... İyilik tercih
edilmezse, içten gelmezse, Alex’e olduğu gibi kötülük tekrar su yüzüne çıkar
eninde sonunda. Yazarın bu ince mesajı çok anlamlı aslında, anlayana...
“İyilik içten gelir. İyilik bir seçimdir. Bir insan
seçemezse, insanlıktan çıkar..” (Burgess 2016)
Alex bilinç altına dayatılan iyilikten
dolayı bir süre suç işleyemez fakat sonunda özüne döner. Yazarın
sürpriz sonu ise Alex’in kendi hâline bırakılınca büyümesinin getirdikleriyle
kendi kendine iyiliği tercih etmesidir. Böylece artık hayatını düzene sokmaya
karar verir fakat kendi oğluna iyiliği dayatsa da anlatsa da, gösterse de onun
da aynı yollardan geçeceğinin farkındadır çünkü iyilik içten gelmezse yalnızca
bir yanılsama olarak kalmaya mahkumdur ve sonu gelir... Ruhun iyilik ve kötülük
arasındaki gelgiti kişinin kendi tercihinde son bulur ancak.
“Oğlum, oğlum. Oğlum olunca, yeterince
büyüyünce ona bütün bunları açıklayacaktım. Ama sonradan anlamayacağını veya
hiç anlamak istemeyeceğini ve yapmış olduğum şeyleri yapcağını, evet hatta
belki miyavlayan tekirlerle ve sarmanlarla çevrili zavallı bir moruk sazanı
öldüreceğini ve ona cidden engelolamaycağımı anladım. O da kendi oğluna engel
olamayacaktı kardeşlerim. Dünyanın sonunda kadar filan da böyle gidecekti,
durmadan durmadan durmadan, kocaman dev bir herif filan gibi, belki dev
ellerinde leş kokulu pis bir portakalı döndürüp duran bizim Tanrı’nın kendisi
gibi (Koroca Sütbarı sağ olsun).” (Burgess 2016: 167)
Kötülükler hiç çekinilmeden, üstü
örtülmeden, yumuşatılmadan, yazarın kendi deyimiyle “çamursuz bir göl kadar
net” sunulmuş romanda. Böyle olması gerekmez mi zaten bazen...
Ustaca kaleme alınmış bu romanda,
aslında günümüzde de çoğu ülkede var olan, kitapta ise muhtemelen İngiltere’de
geçen o dönemdeki (1960’lı yıllar) toplum baskısı eleştirilmiş, adalet
yoksunluğunun hüküm sürdüğü bir ülkede bireylere baskı ile yaşama özgürlüğünün
tanınması, tabii buna özgürlük denirse, gayet başarılı bir şekilde hicvedilmiş.
Öte yandan, Alex’in sonu gelmez, akıl almaz kötülüklerinin önüne geçilmemesi de
halkın hiç de koruma altında olmadığını gösteriyor. Kısacası topluma özgür
iradeni kullanma ama seni korumakta da pek başarılı sayılmam diyen bir yönetim
şekline eleştiridir aslında Otomatik Portakal.
Kendi iradesiyle kötülüğü seçen özgür
insan bile, iyiliğin baskı ile dayatıldığı insandan daha insan değil midir
sence de?
“Eee, ne olacak şimdi ha?”
************
Romanın özetini istersen
diye buraya bırakıyorum:
Alex, Dim, Pete ve Georgie sokaklarda
her türlü suçu işleyen genç yaşta bir arkadaş grubudur ve sesli olarak
söylenmese de liderleri de Alex’tir. Gündüz okula giderler, akşam hırsızlık,
tecavüz, şiddet gibi birçok suçla insanlara, bazen de hayvanlara, zarar
verirler. Alex’in otoritesi diğerlerini yavaş yavaş rahatsız etmeye başlar.
Alex ve arkadaşları bir gün kapısında
“Yuva” yazan bir eve giderle, içerideki karı kocaya çok ağır şeyler yaparlar.
Kadına tecavüz ederler, adamı döverler. Adamın henüz yazmakta olduğu “Otomatik
Portakal” isimli kitabı paramparça ederler.
Kedileriyle yaşayan çok yaşlı bir
kadının evine soyguna giderler bir gece de, Alex ve çetesi. Alex’in ve
arkadaşlarının beklediği gibi yürümez işler ve kadın hem polisi arar hem de
direnince Alex kadını öldürür. Polis geldiğinde herkes kaçmayı başarmıştır,
Alex hariç. Alex tutuklanır ve uzun bir ceza alarak hapse atılır.
Arkadaşlarından yediği kazığı da aklının bir köşesine yazar.
Alex, hapisteyken kendisini rahatsız
eden başka bir mahkumu koğuştaki tüm suçlular bir olup döverler. Mahkum ölür ve
herkes Alex’in öldürdüğünü öner sürer. Böylece Alex yine çevresindekilerden
kazık yer. Bu olayın ardından, hapishaneye içişleri bakanı ve hapishane müdürü
gelir, suçluların hapishanede tutulmasının çözüm olmadığını düşünerek ıslah
etme yoluna başvururlar. Bunun için ilk denek olarak Alex seçilir. Islah etme
denemeleri yolunda giderse iki hafta içinde serbest kalacağını öğrenen Alex, bu
teklifi kabul eder.
Islah etme denemeleri için götürüldüğü
binada Alex’ çok iyi davranılır fakat işin aslını çok geçmeden anlar Alex.
Islah etme yolu tam bir işkencedir. Bu iki haftalık tedavi boyunca Alex’e zorla
bir çok şiddet içerikli film izletilir. Alex kendisi bu suçu işlerken
etkilenmemesine rağmen bu filmleri izlerken dayanılmaz acılar çeker. Filmler
izletilirken dinletilen müzikler yüzünden Alex, hayattaki en büyük tutkusu olan
müzikten de koparılmış olur. Şiddet içerikli bu ağır filmler izletilirken
Alex’e Ludwig Van Beethoven dinletilince, Alex artık dayanamaz. Çünkü en
sevdiği müzisyen artık ona bu izlediği kötülükleri hatırlatacaktır. Bu iki
hafta sonunda Alex ıslah evinden çıkarılır. Tedavi olmuş ve iyi bir insan
haline gelmiştir fakat bu bir seçim değildir. Alex, serbest bırakıldıktan sonra
her suç işlemeye kalktığında, filmleri izlerken yaşadığı acıları duyumsar ve
biri onu dövse bile karşılık veremez hâle gelir. Kısacası, Alex’in
bilinçaltıyla oynanmış ve iyilik ona adeta dayatılmıştır.
Islah evinde çıkınca ailesinin yanına
gittiğinde, odasını bir yabancıya kiraladıklarını görür ve daha da yapayalnız
kalır hayatta Alex. Şiddete başvurmaya kalktığında acı duyduğu için intihar da
edemez. İntihar etmenin bir yolu olmalı diye düşünür Alex ve bunu araştırmak
için bir kütüphaneye gider. Kütüphanede, eskiden kötülük yaptığı, kitaplarını
yırtıp dövdüğü bir adamla karşılaşır. Polis çağrılır fakat gelen polislerden
biri Alex’in eski arkadaşlarından Dim, diğeri ise eski düşmanlarından biridir,
bu ikisi Alex’i bir ormana götürüp dövüp orada bırakırlar. Alex yakınlarda
bulduğu ilk eve gidip yardım ister. Evin önünde “Yuva” yazmaktadır. Kapıyı açan
adam Alex’e çok yardımcı olur; yaralarını sarar, uyuması içi yatağını verir,
sabah kahvaltı bile hazırlar. Alex’in yıllar önce karısına tecavüz eden,
kendisini dövüp kitabını parçalayan çocuk olduğunu anlamamıştır. Alex’i hükümetin
mağdur ettiği insanlardan biri olarak göstermeye çalışarak arkadaşlarıyla
birlikte Alex’i bir yere götürürler ve şiddet içerikli filmler izlettirirler.
Alex buna daha fazla dayanamayıp camdan aşağı atlar. Ölmemiştir fakat artık
şiddete duyarlı olan, acı dolu hâlinden eser kalmamıştır. Alex iyileşip tekrar
kötü bir adam olur bu intihar teşebbüsünün etkisiyle.
Eski günlerine geri dönmek isteyen Alex
yeni bir çete kurar kendine, tekrar kötülükler yapmak için. Bir akşam tek
başına girdiği bir mekânda eski arkadaşı Pete ile karşılaşırlar. Pete,
Alex’i gördüğünde mutlu olur, onu yanında oturan eşi ile tanıştırır, hep
birlikte edilen kısa ve güzel bir sohbetin ardından ayrılırlar. Pete’in
evlenmiş ve düzgün bir hayat kurmuş olduğunu öğrenen Alex çok şaşkındır.
Alex bu şaşkınlıkla eve döndüğünde
kendisinde tuhaf bir değişiklik hisseder. Baba olmak istiyordur Alex. Bunun
için önce evleneceği kadını bulmalıdır. Böylece Alex birden büyüdüğünü
hisseder. Eskisi gibi zorunluluktan dolayı değil de, bu kez kendi seçimiyle iyi
bir insan olup kendine güzel bir hayat kurabileceğini düşünür artık...
**************
Bu kitabı okumama vesile olan dostuma/kardeşime teşekkürü bir borç bilir, bu güzel insanın yani Yiğit Can'ın kim bilir ne zaman bu teşekkür notunu göreceğini merakla bekler; sizin de değer verdiğiniz insanlara kitap hediye etmenizi tavsiye eder, cümlemi nasıl bitireceğimi bilemeden klavyenin başında kalkar ve yazımı okuyan her kim ise, dünya güzel bir yer olmasa bile, en azından bu yazıyı okuduğu günün onun için kocaman güzel birgün olmasını ve evrenin tüm güzellikleri o gün ona bahşetmesini temenni ederim... : )
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder