Kitap adı: Fi
Yazar adı: Azra
Sarızeybek Kohen (AKİLAH)
Orijinal adı: Fi
Ülke: Türkiye
Özgün dili: Türkçe
Anadilinde 1.
Baskı: 2013
Okuduğum Baskı: Destek
Yayınları, 343. Baskı, 2017,
(Çi'ye buradan ulaşabilirsin.)
(Pi'ye buradan ulaşabilirsin.)
Fi, Çi ve Pi’yi nasıl
anlatabilirim, hangi özellikleri üzerinde durursam sana faydası olur diye düşünüyorum
bir süredir. Bulduğum yazılarda kimi kapak resminden dem vurmuş, kimi kitabın
dizi uyarlamasından ama benim ilgilendiğim konular bunlar değil, senin de
olmasın lütfen. Kelimelere odaklanmak lazım gelir bence kitapta ve kelimeler
arasındaki suskunluklara. Azra Kohen’in kitapta “acıyı anlamlandırmak” ile
bahsettiği yaklaşımda böyle bence. Fi-Çi-Pi serisini ilk duyumsadığım
zamanlarda hiç dikkatimi çekmemişti çünkü çok satan aşk romanlarındandır diye
bir ön yargıya kapılmıştım. Okumaya karar vermemde ise dizisinin çekilmesi
büyük bir etken oldu çünkü Türkiye’de kitapların dizi veya film uyarlaması
yapıldığında hep bir şeylerin üzerinin kapatıldığının farkındayım. Nitekim yine
yanılmadım. Kitaptaki karakterlerin arkasına sığınan anlamların sahne aralarına
bile serpiştirilmediği dizilerle doluyken sanat dünyası, bu görüşümü korumak
veya değiştirmek için kitabı okumam gerektiğini fark ettim. Sonuç ne oldu diye
sorarsan, değişen bir şey olmadı. Çok satanlardan olmasına rağmen kaliteli bir
seri okuduğumu anlamak güzel bir duygu açıkçası. Demek istediğim şu; elbette
eleştirilecek yönleri var bu üçlemenin ama eleştiri yapmak için hakkında
düşünmeye değecek kitaplardan olduğuna inanıyorum. Senin de bunu görmeni
istiyorum, bu yüzden oku lütfen…
“Fi”
romanının olay örgüsüne kısaca göz atalım: Fi sayısı, altın oranı temsil
eder. Matematiksel olarak 1,618…’e karşılık gelir ve evrendeki sayısal ve
görsel kusursuzluğu ifade eder. Kitabın ana karakteri olan genç ve güzel dansçı
Duru’nun kusursuz fi oranına sahip olduğunu onu görür görmez fark edip
etkilenen zengin ve ünlü psikolog Can Manay’ın Duru’yu kazanabilme çabasını
kapsıyor roman. Can’ın önündeki en büyük sorun ise Duru’nun yakışıklı,
yetenekli, anlayışlı ve son derece donanımlı olan, bir konservatuarda öğretim
üyesi olan müzisyen sevgilisi Deniz’dir. Deniz’in okuldaki öğrencileri olan
Göksel ve Ada’nın da özel bir yeri vardır gelişen olay örgüsünde. Can Manay’ın
geçmişine dair açığı bulduğu için Can tarafından iş hayatına ket vurulan
Özge’nin savaşçı ruhunun işleri karıştıracağı sinyalleri verilir yazar
tarafından. Can’ın özel şoförü olan Ali’nin, Can’ın psikoloji derslerini verdiği
okuldaki öğrencisi Bilge’yi görmesi ile yaşanacaklar hakkında tahmin yürütmek
zorlaşmaya başlar. Bu arada, Can Deniz’in hayata geçirmek için tutkuyla
üzerinde çalıştığı projeye destek olarak Duru’ya yaklaşmaya başlamıştır bile.
“Fi”nin
genel bir özetini de eklemek istiyorum: Can Manay ülkede ün salmış bir
psikologtur, başarısı ve zenginliği dillere destandır, televizyonda mesleğiyle
ilgili bir program yapmakta, aynı zamanda bir üniversitenin psikoloji bölümünde
ders vermektedir. Asistanı Kaya’nın yardımıyla kendisine yeni bir ev arar ve
aslında hiç tercih etmeyeceği bir eve bakmaya gidince yan bahçede dans eden
Duru’yu fark eder ve eşyalardan kadınlara kadar her şeyde ve herkeste aradığı
altın oranın (Fi) Duru’da olduğunu ilk bakışta fark eder. Duru’ya yakın olmak
için evi satın alır. Duru genç ve güzel bir konservatuvar öğrencisidir,
balerindir ve sevgilisi Deniz ile birlikte yaşamaktadır. Deniz konservatuvarda
öğretim görevlisidir ve inanılmaz yetenekli bir müzisyen olmasına rağmen
müziğini kendisine saklamayı tercih eder. Duru’yu el üstünde tutan Deniz
uyuşturucu kullanmasıyla Duru’yu üzmektedir. Can Manay, Deniz’e hiç aldırış
etmeden Duru’yu kazanmak için planlar kurmaya başlar.
Bilge, Can Manay’ın psikoloji bölümünden
öğrencisidir ve otistik abisi Doğru’ya bakmaktadır. Doğru’dan başka kimsesi
olmadığı için okulda başkalarının ödevlerini yaparak geçinmeye çalışır Bilge.
Aslında şizofren olan annesi ölse de babası var Bilge’nin fakat Bilge’ye pek
faydası yok onun. Hatta serinin ilerleyen sayfalarında Doğru’yu dövdüğü bile
olmuştu babasının. Bilge çok zeki olmasına karşın hayat onu hep şanssızlıkla
sınamıştır. Bu yüzden şanssızlığıyla mücadele etmeye alışmış olan Bilge, bir
şeyler yolunda gidince bile tedbiri elden bırakmamayı alışkanlık edinmiştir.
Okulda Murat isimli sınıf arkadaşını sevse de hep içine atar çünkü bakımsız ve
içine kapanık ve zor şartlar altında yaşayan bir kızdır Bilge. Ödev teslimi
için Can Manay’ın atölyesine gittiği sırada Can’ın dikkatini çeker ve zekice
yapılan bir mülakatın ardından Kaya’nın yerine Can Manay’ın asistanı olur. Aynı
zamanda Doğru’nun bir matematik yarışmasında bulduğu bir sayıdan dolayı kazandığı
ödülle de şansının dönmeye başladığını hisseder Bilge. Can Manay’ın şoförü olan
Ali de psikoloji bölümü mezunudur fakat kendisine daha çok vakit ayırabildiği
için Can Manay’ın şoförü olmaya devam eder. Bilge’yi ilk gördüğü anda onun özel
bir kadın olduğunu hissetmiştir Ali.
Özge, Can Manay’ın geçmişiyle ilgili
bilmemesi gereken bir bilgiye ulaştığı için Can Manay ile yaptığı röportaj
sonucu, Can’ın gazabına uğrar. Hem işten çıkarılır hem de başarılı olmasına
rağmen piyasada iş bulması engellenir Can tarafından. Sadık Murat Kolhan medya
patronudur ve Özge’nin Can hakkında bildiklerini öğrenmek için Özge’nin peşine
düşer. Özge bilgisini nakit paraya satmak yerine bir dergi kurmak istediğini
söyleyince Murat Kolhan bu teklifi kabul eder. Dergiye “Darbe” ismini verir
Özge ve ünlülerin gerçek yüzlerini göstermektir amacı, listede intikam almak
istediği Can Manay da vardır tabii ki. Dergiyi çıkarırken, Murat Kolhan’ın bile
etkisinin olduğu sorunlarla karşılaşır Özge fakat pes etmek onun karakterinde
yoktur. İlk bakışta yakılan dergisi en
sonunda internetten yayınlanmaya başlar.
Sadık Murat Kolhan sürekli Özge’ye yaklaşmaya çalışsa da Özge ondan uzak
durma konusunda direnmektedir çünkü her ne kadar iş arkadaşlıkları olsa da
Murat Kolhan, Özge’nin savaş açtığı kesime mensuptur.
Ada, Deniz’in en yetenekli öğrencilerinden
biridir. Adeta enstrümanları konuşturan Ada Deniz’ e âşıktır, dolayısıyla Duru’ya
da Duru’nun etkileyici güzelliğine de içten içe kin besler. Göksel yetimhanede
büyüyen ve çocukluğu çok zor geçen güçlü bir konservatuar öğrencisidir. Balet
olan Göksel, müziğini duyduğundan beri Ada’ya âşıktır fakat insanlardan kaçmaya
o kadar alışıktır ki Ada’yla konuşmak onun için çok zordur.
Can, Duru’yu elde edebilmek için her şeyini
ortaya koyar ve sürekli onunla yan yana gelebileceği davetler düzenler. Duru’ya
rahatça yaklaşabilmek için Deniz’le arkadaş olur. Deniz’in uyuşturucu kullanma
durumu Duru’yu zaten kızdırmaktadır, Duru’nun Deniz’e olan öfkesi Can’ın
kendisine ilgisi olduğunu fark etmemesiyle giderek artar. Deniz’in aklındaki
sanat projesini Can’ın hayata geçirme teklifiyle, Can ve Deniz birlikte
çalışmaya başlarlar. Deniz’in tüm ilgisi proje üzerine yoğunlaşmıştır. Kendisini
ihmal ettiği ve Can tehlikesini fark etmediği için Duru, Deniz’den giderek
soğumaktadır fakat ilginçtir ki, Deniz’e Can’ın kendisine yaklaşmaya
çalıştığını söylememeyi tercih eder. Can’ın gerçek kimliğini ise Eti’den başka
kimse bilmez fakat Can Eti’nin uyarılarına kulak asmadan kendini Duru’ya olan
aşkına kaptırır. Can’ın kendisine olan ilgisine bir süre direnen Duru en
sonunda Can’a karşı koyamaz. Adeta bir avcı gibi avına yaklaşır Can ve kitap,
Duru’nun Can’ın ona olan tutkusuna dayanamayıp bir gece aniden Can’ın evine
gidip onunla birlikte olmasıyla biter.
Fİ-Çİ-Pİ HAKKINDAKİ YORUMLARIM:
Kitaptaki her karakterin temsil ettiği anlamlar
var. Özge’nin mücadeleci ruhu ve Deniz’in kendi hayatındaki savaşla uğraşırken
öğrencilerini unutmamasının naifliği, hayatımıza dönüp bakınca kaçırdığımız pek
çok gerçeği gözler önüne seriyor. Bilge’nin her zorluğun içinden çıkan mükemmel
karakteriyse gerçek ötesi bir hayranlık uyandırıyor bende. Can Manay’ın ülke
çapındaki ünü biraz abartılmış gibi dursa da böyleleri yok mu dersin? Yalnızca
psikolog değiller de başka mesleklere mensuplar. Sonlara doğru Atakan’ın Can’a
olan benzerliğini Bilge’nin fark ettiği andan, Can Manay’ın esas kimliğinin
kökeninin açığa çıktığı ana kadarki süreç ise kurgunun ne kadar dolaylı yoldan
başladığını gösteriyor serinin en başından itibaren. Öte yandan, bir erkeğin
kadına sahip olması gibi ataerkil tanımlamalar bulunması eleştirilmeyecek gibi
değil. Yazar bu tarz söylemleri Can Manay’ı yermek için yapmıştır umuduyla
okudum ama pek öyle değildi maalesef. Sadık Murat Kolhan ise geçmişteki
hatalarımızın yakamızı bırakmadığının ve köreltilmiş bir vicdanın somut
hatalardan daha geri dönülemez bir yük olduğunun kanıtıdır bence. Göksel
kitabın en can alıcı karakteri, başkahraman o değil aslında ama onda adını
koyamadığım bir şey var. O iri görünümünün ve hoyrat davranışlarının ardındaki
acı çeken çocukluğu, seriyi hiç beğenmeyenlerin bile tek dayanağı olabilir.
Göksel anlatamadığım ama en çok benimsediğim karakter, başroldeki Can ve
Duru’yu okurken hadi artık Göksel’in olduğu sayfalar gelsin diye sabırsızlanıp
durdum. Kitapları okuyunca Göksel’i yeterince anlatamadığımı fark edip beni
eleştireceksin belki de. Ada’ya çok kızacağını tahmin ediyorum yaptığı bir
düzine hatadan ötürü ama hayır, kızma çünkü o Can gibi değil, ne yaptıysa
kendine yaptı Ada, Göksel’in içini gördüğünü sanarken yaşattığı hayal kırıklığı
hepimizin kendimize ettiğimiz kötülüklerin metaforudur belki de. Ali ise keşke
gerçekten var olsaydı, Doğru onun içindeki güzelliği ilk karşılaşmalarında
anlamıştı. Buna şaşırmamak lazım çünkü Doğru zeki. Otizmli ama zeki demiyorum,
otizmli ve zeki diyorum. Otizm hastalık değil, Doğru’ya bahşedilen bir yetenek.
Duru’ya verilen değerin bin katını hak eden bir yetenek. Duru mu? Duru güzel
bir kadın ve yetenekli bir dansçı. Karakteri mi? Boş ver, kitapları okurken
anlarsın zaten Can ve Duru’yu. Hem başrol onlar. Buna rağmen niye mi boş ver
yazdım? Çünkü ben asıl güzelliği Can ve Duru’da bulmadım.
Ben asıl güzelliği Göksel’de, Göksel’in
beslediği köpeklerde, herkesten sakladığı duygusallığında, eylemlerde kurtardığı
kızda; Bilge’de, Bilge’nin olgunluğunda; Doğru’da, Doğru’nun zekâsında; Ali’de,
Ali’nin sadakatinde; Deniz ve Özge’nin fedakârlıklarında buldum. Bu arada,
kitapta anlatılan çoğu olayın bizim ülkenin gerçeği olduğunu fark edersin
umarım, fark edersen neden burada özgürce anlatamadığımı da anlarsın zaten… Eti’ye
önceleri kızardım ama Can’ın mentoru olsa da hayat ona ikinci bir şans verdi
bence. Özge’nin sohbet ettiği Muammer Bey’in Eti’den bile daha derin sözleri
olduğunu keşfetmelisin yalnız. Gerçi, mesaj verme isteğiyle yazarın günlük
sohbetlerin içinde uzun ve deneme bazlı konuşmalar eklemesi, kitabı gerçek
hayattan keskin bir çizgiyle koparıyor ve bu da kitabın roman olma özelliğine
aykırı bir hava veriyor. Bu durum serinin son kitabı olan Pi’de daha baskın
olduğu için ağır bir roman olmasından ziyade okuyucuya konuşan karakterin
değil, yazarın düşüncelerini okuduğunu hissettiriyor. Bu durumun net bir
şekilde kurguyu bozduğunu düşünüyorum.
Bilge’nin hız tutkusu da önemli bir detay,
saçmaladığımı düşünme lütfen çünkü Bilge gaza bastıkça durağan ve yorucu
hayatına dair derin düşüncelere dalıyordu, bazen arkamıza yaslanıp
yaşadıklarımızı analiz etmenin ve acıyı anlamlandırmanın açık bir örneğidir
Bilge. Serinin sonunda Ali’nin omuzlarında taşıdığı küçük Tansel ise seni ve
beni değil, şimdiyi değil; bizim geleceğe bırakacağımız dünyayı simgeliyor, biz
ne yaparsak o kalacak geleceğe…
Farkındalık, acıyı anlamlandırmak, güneş
enerjisi panelleri, gerçek gazetecilik, sadakatsizlik, güç ile insanlara sahip
olunabileceği yanılgısı, otizmli insanların içindeki cevher, ayçiçeği
tarlasının ortasındaki otizmli çocuğun herkesten büyük aklı, dansın görkemi, sanatın
göz önünce olmak için yapıldığında sanat olmaktan çıkması, evrenin getirdiği
şanssızlık karşısında yılmayanların sonunda kazandığı bir dünya, Yaradan’ın
anlattıklarını bir kez bile açıp okumayanların sapkınlığı, hakkın kitabının
içindeki hakikati anlamak için beynini kullanman gerektiği, Allah ile arana
aracı sokmadan onu anlaman için göstermen gereken çaba, halkın gözünün açılması
için bir kişinin karanlığa savaş açması değil, bir kişinin geri kalan tüm
topluma örnek olması gerektiği gerçeği, insanın kendinden üstün duygulara
kapılınca yaşadığı hazin sonlar, kardeşliğin acılara göğüs geren gücü, şehvet
ile huzur arasındaki gelgitler, üniformaların ruhu da örtmemesi gerektiği,
hayvanlara edilen zulmün dünyanın en büyük adiliği olduğu, bilimin
özümsenmesiyle gerçek felsefenin anlaşılabileceği, aşkın elde etmek değil de
sessiz bekleyişler ve emek olduğu, tecavüzün acımasızlığı, hakkı aramak için
sesini çıkaranın başının ezildiği gerçeği, sanatın reklam müziklerini süsleyen
boş notalarda değil de bir kemanın aşkında saklı olduğu gerçeği, dans ile
müziğin uyumu ve bir de sokak, bütün o görkemli ve zengin salonlardan ziyade
sanatın aktığı gerçek sokaklar …
Bütün bu saydıklarımı gördüm bu seriyi
okuyunca. Lütfen sen de gör, anla… Anlamak zorundasın çünkü insan olmanın
gereği ruhun oturduğu yerde saklı. (Serinin
bir bölümünde anlatılıyordu; Descartes epifiz bezini ruhun oturduğu yer olarak
tanımlarmış ve uzak doğu felsefesinde bahsedilen üçüncü göz de beynin tam
ortasında bulunan bu epifiz beziymiş. İnsanlara paketli yiyecekler ve musluk
suyu aracılığıyla verilen sodyum klorür kişileri depresyona sürüklemekle
kalmıyor, aynı zamanda kişiyi karar vermekte zorlanan ve yönetilebilir biri
hâline getiriyormuş. Sen öyle olma, sorgula…)
Bu saydıklarım açıkça barınıyorken Fi, Çi ve
Pi’nin içinde, çoğu insanın Can ve Duru’dan ibaret bir aşk hikâyesi görmesini
hiçbir zaman anlamlandıramayacağım. Unutma, ayın hep aynı yüzünü görürüz. Bu
yüzdendir ki görünmeyen yüzüne ayın karanlık yüzü derler ama ayın öteki tarafı
da Güneş ışığı alır, görmediğimiz için karanlık olduğunu sanmayalım diye yazmış
Azra Kohen bu üç kitabı…
Beynini maddelerle veya yalanlarla
uyuşturarak kaçmak yerine acıyla yüzleşmeyi seçtiğinde keşfedebilirsin ancak
yaradılışındaki nedenini, Deniz gibi. Böylece acı biter ve başarıyı ve huzuru
tadarsın en sonunda. Arkanı da kollamalısın, Deniz’in başlarda Can’a güvenerek
yaptığı hatadan ders çıkararak. Son olarak, okumana eşlik edecek müzik ararsan
kitapta Ada ile Göksel’in müziği olan Samuel
Barber’ın Adagio for String’ i
öneririm. Serinin sonlarında Deniz’in yarattığı "Sokak"ın gerçek olması dileğiyle…
“Fi” romanının içinden çekip çıkardığım alıntıları bulabilirsin aşağıda:
·
“Fi, deneyimin içinde kaybolmak yerine
korkmadan deneyime sahip olmanın yolculuğudur. İçinde bolca bulunan
manipülasyon, seks, aldatma ve aldanma hikâyeleri belki herkesin dikkatini
çekebilir ama gerçeklerden yola çıkılarak ulaşılmak istenen yerde sadece
farkındalık vardır.
Fi
güzelliğin lanetlendiği, zekânın yağmalandığı, iyinin kurban edildiği ve kasaba
kurnazlığıyla yönetilen bu gezegende, içine doğduğumuz bu kutsal hayatı
kutlamak için yazılmıştır. Kendi potansiyelini keşfetme cesareti gösterebilmiş
gerçek kişilere, çatlama cesareti gösterebilmiş tohumlara adanmıştır.
Bir
kişiye duyulan aşktan daha acımasız bir şey var mıdır?” (Kohen 2017: Fi, Arka kapak yazısı)
·
“Tanrı, çatlama cesaretini gösteren her
tohumda, gördüğünün ötesini hissetmek içi acıyı göze alan her ruhta, deneme
cesaretini gösteren her düşüncede var olur. Korkusuzca ve doğallıkla kendini
deneyimler.” (Kohen 2017: Fi, 8)
·
“Olması gerektiği kadar kaslı, sağlam, uzun,
kadınsı, mükemmel... Fi.” (Kohen 2017: Fi, 15)
·
“Fi, bir bütünün parçaları arasında
gözlemlenne, uyum açısından en yetkin boyutları verdiği düşünülen geometrik ve
sayısal bir oran bağıntısıdır. Eski Mısırlılar ve yunanlılar tarafından
keşfedilmiş, mimaride ve sanatta kullanılmıştır. İrrasyonel bir sayıdır ve
ondalık sistemde yazılışı; 1,618033988749894...’tür. Göze güzel gelen orantıyı
temsil ettiği düşünülür.” (Kohen, 2017: Fi, 15)
·
“Bu gezegenin gördüğü en üstün yaratık, nasıl
olmuştu da bacağının arasındaki delikle anılan ve o deliği dolrusmak
içinşekilden şekile girmeye razı bir şeye dönüşmüştü.” (Kohen 2017: Fi, 27)
·
“Ama şanslı insanların, şanssızlıkları
cesaretsizlik ya da aptallık ya da korkaklık olarak görebilmesini
anlayabiliyordu, çünkü dışarıdanöyle gözüküyordu.” (Kohen 2017: Fi, 47)
·
“Az bulunur bu tür, deforme olmuş
duygusallıklarının yüreklerinde bıraktığı açığı, sürekli kontrol altında
tuttukları mantıklarıyla pansuman ederek hissettikleri acıyı dindirmeye çalışan
bir kategoriye aitti.” (Kohen, 2017: Fi, 59)
·
“Doğruyu bilmek adına deneyimi feda etmek...
Bilgi, korkak beyinlerde deneyimi öldüren bir zehir gibi yayılır, eğer sürekli
bilgiye dayalı hareket etmeye önem verirsen asla özgürleşemezsin,
özgürleşemezsen deneyimleyemezsin, deneyimleyemezsen değişemezsin, değişemezsen
asla senleşemezsin. Ama bilgi sürekli değişir ve ancak deneyim seni
güncelleyebilir.” (Kohen 2017: Fi, 60)
·
“Güzellik de aynı özgürlük gibi bir
yanılsamaydı.” (Kohen 2017: Fi, 66)
·
“Hemen verilebilen akıllı cevaplar sizin
zekânızı gösterirdi. Belki de buydu ana sorun en basit söylemiyle,
deneyimlemeden varsayımda bulunmak.” (Kohen 2017: Fi, 67)
·
“Belki hayatını sonlandırmayı düşünecek kadar
umutsuz değildi ama sonlandıranların psikolojilerini anlayacak kadar mutsuzdu.”
(Kohen 2017: Fi, 109)
·
“Aşka vurulan darbe, balta gibi inip ilişkiyi
kesmez, tohum gibi ekilip zamanı geldiğinde ilişkinin tüm pürüssüzlüğünü
bozacak şekilde yırtıp çıkardı yüzeyi.” (Kohen 2017: Fi, 135)
·
“Allah meleklerini tenselliği olmayan
biridrakteni hayvanlarını idraki olmayan bir tensellikten, insanlarınıysa idrak
ve tenselliğin birleşiminden yarattı. İnsanın idraki tenselliğini aşarsa,
insan, meleklerden bile daha iyi olabilirken, tenselliği idrakini aşmış bir
insan hayvandan bile kötüdür. – Hz. Muhammed” (Kohen 2017: Fi, 270)
·
“Gerçek bilgelerin üç beş kişi tarafından
tamamıyla yorumlanarak deforme edilmiş felsefelerini sürüler hâlinde takip
eden, hayvandan beter insanlarla doluydu dünya. Tenselliğin yasaklandığı bir
toplumda idrakin bireyselleşememesi çok normal değil mi?” (Kohen 2017: Fi, 270)
Amigdala: Beyinde, duygusal hafıza ve duygusal
tepkilerin oluşmasında öncelikli role sahip bölge. Sinapslarda kayıtlı olan
duygusal hafıza, amigdalanın santral nukleusu ve stria terminalis yolu ile
korkma davranışını ortaya çıkarır. Bu yolla, donakalma, çarpıntı, hızlı solunum
ve stres hormonu salınımı gibi durumlar oluşur.” (Kohen 2017: Fi, 344)
·
“Psikoloji Bilimi eğer iyi algılanıp uygulanabilirse
ruhun matematiğini hesaplayabileceğimiz ve bu matematiksel denklem çerçevesinde
eksik olan ögeleri dengeleyerek orantıyı düzeltebileceğimiz bir uygulamadır. Bu
ne demek? Hayatını birbirinze zıt modlar hâlinde yaşamaya çalıştığı için
dengesi kaybolmuş biri toplum tarafından manik depresif olarak tanımlanırken,
ben bu kişideki potansiyele odaklanırım.” (Kohen 2017: Fi, 349)
·
“Tohum gibi, içinde bir ağacın potansiyelini
barındıranlar ama asla çatlama cesaretini gösteremeyip filizlenemeyenler, çatlayıp
filiz gibi yeşerenler ama fidan olamayıp kuruyanlar, fidan gibi büyüyenler ama
meyve veremeyenler, meyve verip ağaç
olanlar ama meyvesinde tohum olmauanlar ve süper insan, yani tohumluktan meyve
veren ir ağacın yeni meyvesindeki tohum olabilmeye kadar gidebilenler...”
(Kohen 2017: Fi, 356)
·
“Yaşadığı dünyayı değiştirebilecek güçta
olanlar ancak dünyasal olayları kafalarından çıkartabildiklerinde
başarabiliyorlardı.” (Kohen 2017: Fi, 542)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder