8 Şubat 2018 Perşembe

Fİ (ÜÇLEME: Fİ-Çİ-Pİ, #1)

Kitap adı: Fi
Yazar adı: Azra Sarızeybek Kohen (AKİLAH)
Orijinal adı: Fi
Ülke: Türkiye
Özgün dili: Türkçe
Anadilinde 1. Baskı: 2013
Okuduğum Baskı: Destek Yayınları, 343. Baskı, 2017,  
   Akilah Azra Kohen’in Fi, Çi ve Pi isimli kitaplarından oluşan serisinin ilkidir Fi. Bu üç kitap bir seriden de öte bağlı birbirine çünkü verilmek istenen mesajlar serinin bir araya gelmesiyle daha net anlamlanıyor. Bu yüzden okumaya karar verirsen tüm seriyi tamamlamanı, yorumlarımı da birbiri ardına eklemeni öneririm :)

(Çi'ye buradan ulaşabilirsin.)
(Pi'ye buradan ulaşabilirsin.)


   





   Fi, Çi ve Pi’yi nasıl anlatabilirim, hangi özellikleri üzerinde durursam sana faydası olur diye düşünüyorum bir süredir. Bulduğum yazılarda kimi kapak resminden dem vurmuş, kimi kitabın dizi uyarlamasından ama benim ilgilendiğim konular bunlar değil, senin de olmasın lütfen. Kelimelere odaklanmak lazım gelir bence kitapta ve kelimeler arasındaki suskunluklara. Azra Kohen’in kitapta “acıyı anlamlandırmak” ile bahsettiği yaklaşımda böyle bence. Fi-Çi-Pi serisini ilk duyumsadığım zamanlarda hiç dikkatimi çekmemişti çünkü çok satan aşk romanlarındandır diye bir ön yargıya kapılmıştım. Okumaya karar vermemde ise dizisinin çekilmesi büyük bir etken oldu çünkü Türkiye’de kitapların dizi veya film uyarlaması yapıldığında hep bir şeylerin üzerinin kapatıldığının farkındayım. Nitekim yine yanılmadım. Kitaptaki karakterlerin arkasına sığınan anlamların sahne aralarına bile serpiştirilmediği dizilerle doluyken sanat dünyası, bu görüşümü korumak veya değiştirmek için kitabı okumam gerektiğini fark ettim. Sonuç ne oldu diye sorarsan, değişen bir şey olmadı. Çok satanlardan olmasına rağmen kaliteli bir seri okuduğumu anlamak güzel bir duygu açıkçası. Demek istediğim şu; elbette eleştirilecek yönleri var bu üçlemenin ama eleştiri yapmak için hakkında düşünmeye değecek kitaplardan olduğuna inanıyorum. Senin de bunu görmeni istiyorum, bu yüzden oku lütfen…

   “Fi” romanının olay örgüsüne kısaca göz atalım: Fi sayısı, altın oranı temsil eder. Matematiksel olarak 1,618…’e karşılık gelir ve evrendeki sayısal ve görsel kusursuzluğu ifade eder. Kitabın ana karakteri olan genç ve güzel dansçı Duru’nun kusursuz fi oranına sahip olduğunu onu görür görmez fark edip etkilenen zengin ve ünlü psikolog Can Manay’ın Duru’yu kazanabilme çabasını kapsıyor roman. Can’ın önündeki en büyük sorun ise Duru’nun yakışıklı, yetenekli, anlayışlı ve son derece donanımlı olan, bir konservatuarda öğretim üyesi olan müzisyen sevgilisi Deniz’dir. Deniz’in okuldaki öğrencileri olan Göksel ve Ada’nın da özel bir yeri vardır gelişen olay örgüsünde. Can Manay’ın geçmişine dair açığı bulduğu için Can tarafından iş hayatına ket vurulan Özge’nin savaşçı ruhunun işleri karıştıracağı sinyalleri verilir yazar tarafından. Can’ın özel şoförü olan Ali’nin, Can’ın psikoloji derslerini verdiği okuldaki öğrencisi Bilge’yi görmesi ile yaşanacaklar hakkında tahmin yürütmek zorlaşmaya başlar. Bu arada, Can Deniz’in hayata geçirmek için tutkuyla üzerinde çalıştığı projeye destek olarak Duru’ya yaklaşmaya başlamıştır bile.

   “Fi”nin genel bir özetini de eklemek istiyorum: Can Manay ülkede ün salmış bir psikologtur, başarısı ve zenginliği dillere destandır, televizyonda mesleğiyle ilgili bir program yapmakta, aynı zamanda bir üniversitenin psikoloji bölümünde ders vermektedir. Asistanı Kaya’nın yardımıyla kendisine yeni bir ev arar ve aslında hiç tercih etmeyeceği bir eve bakmaya gidince yan bahçede dans eden Duru’yu fark eder ve eşyalardan kadınlara kadar her şeyde ve herkeste aradığı altın oranın (Fi) Duru’da olduğunu ilk bakışta fark eder. Duru’ya yakın olmak için evi satın alır. Duru genç ve güzel bir konservatuvar öğrencisidir, balerindir ve sevgilisi Deniz ile birlikte yaşamaktadır. Deniz konservatuvarda öğretim görevlisidir ve inanılmaz yetenekli bir müzisyen olmasına rağmen müziğini kendisine saklamayı tercih eder. Duru’yu el üstünde tutan Deniz uyuşturucu kullanmasıyla Duru’yu üzmektedir. Can Manay, Deniz’e hiç aldırış etmeden Duru’yu kazanmak için planlar kurmaya başlar.

   Bilge, Can Manay’ın psikoloji bölümünden öğrencisidir ve otistik abisi Doğru’ya bakmaktadır. Doğru’dan başka kimsesi olmadığı için okulda başkalarının ödevlerini yaparak geçinmeye çalışır Bilge. Aslında şizofren olan annesi ölse de babası var Bilge’nin fakat Bilge’ye pek faydası yok onun. Hatta serinin ilerleyen sayfalarında Doğru’yu dövdüğü bile olmuştu babasının. Bilge çok zeki olmasına karşın hayat onu hep şanssızlıkla sınamıştır. Bu yüzden şanssızlığıyla mücadele etmeye alışmış olan Bilge, bir şeyler yolunda gidince bile tedbiri elden bırakmamayı alışkanlık edinmiştir. Okulda Murat isimli sınıf arkadaşını sevse de hep içine atar çünkü bakımsız ve içine kapanık ve zor şartlar altında yaşayan bir kızdır Bilge. Ödev teslimi için Can Manay’ın atölyesine gittiği sırada Can’ın dikkatini çeker ve zekice yapılan bir mülakatın ardından Kaya’nın yerine Can Manay’ın asistanı olur. Aynı zamanda Doğru’nun bir matematik yarışmasında bulduğu bir sayıdan dolayı kazandığı ödülle de şansının dönmeye başladığını hisseder Bilge. Can Manay’ın şoförü olan Ali de psikoloji bölümü mezunudur fakat kendisine daha çok vakit ayırabildiği için Can Manay’ın şoförü olmaya devam eder. Bilge’yi ilk gördüğü anda onun özel bir kadın olduğunu hissetmiştir Ali.

   Özge, Can Manay’ın geçmişiyle ilgili bilmemesi gereken bir bilgiye ulaştığı için Can Manay ile yaptığı röportaj sonucu, Can’ın gazabına uğrar. Hem işten çıkarılır hem de başarılı olmasına rağmen piyasada iş bulması engellenir Can tarafından. Sadık Murat Kolhan medya patronudur ve Özge’nin Can hakkında bildiklerini öğrenmek için Özge’nin peşine düşer. Özge bilgisini nakit paraya satmak yerine bir dergi kurmak istediğini söyleyince Murat Kolhan bu teklifi kabul eder. Dergiye “Darbe” ismini verir Özge ve ünlülerin gerçek yüzlerini göstermektir amacı, listede intikam almak istediği Can Manay da vardır tabii ki. Dergiyi çıkarırken, Murat Kolhan’ın bile etkisinin olduğu sorunlarla karşılaşır Özge fakat pes etmek onun karakterinde yoktur.  İlk bakışta yakılan dergisi en sonunda internetten yayınlanmaya başlar.  Sadık Murat Kolhan sürekli Özge’ye yaklaşmaya çalışsa da Özge ondan uzak durma konusunda direnmektedir çünkü her ne kadar iş arkadaşlıkları olsa da Murat Kolhan, Özge’nin savaş açtığı kesime mensuptur.

   Ada, Deniz’in en yetenekli öğrencilerinden biridir. Adeta enstrümanları konuşturan Ada Deniz’ e âşıktır, dolayısıyla Duru’ya da Duru’nun etkileyici güzelliğine de içten içe kin besler. Göksel yetimhanede büyüyen ve çocukluğu çok zor geçen güçlü bir konservatuar öğrencisidir. Balet olan Göksel, müziğini duyduğundan beri Ada’ya âşıktır fakat insanlardan kaçmaya o kadar alışıktır ki Ada’yla konuşmak onun için çok zordur.

   Can, Duru’yu elde edebilmek için her şeyini ortaya koyar ve sürekli onunla yan yana gelebileceği davetler düzenler. Duru’ya rahatça yaklaşabilmek için Deniz’le arkadaş olur. Deniz’in uyuşturucu kullanma durumu Duru’yu zaten kızdırmaktadır, Duru’nun Deniz’e olan öfkesi Can’ın kendisine ilgisi olduğunu fark etmemesiyle giderek artar. Deniz’in aklındaki sanat projesini Can’ın hayata geçirme teklifiyle, Can ve Deniz birlikte çalışmaya başlarlar. Deniz’in tüm ilgisi proje üzerine yoğunlaşmıştır. Kendisini ihmal ettiği ve Can tehlikesini fark etmediği için Duru, Deniz’den giderek soğumaktadır fakat ilginçtir ki, Deniz’e Can’ın kendisine yaklaşmaya çalıştığını söylememeyi tercih eder. Can’ın gerçek kimliğini ise Eti’den başka kimse bilmez fakat Can Eti’nin uyarılarına kulak asmadan kendini Duru’ya olan aşkına kaptırır. Can’ın kendisine olan ilgisine bir süre direnen Duru en sonunda Can’a karşı koyamaz. Adeta bir avcı gibi avına yaklaşır Can ve kitap, Duru’nun Can’ın ona olan tutkusuna dayanamayıp bir gece aniden Can’ın evine gidip onunla birlikte olmasıyla biter.
  


Fİ-Çİ-Pİ HAKKINDAKİ YORUMLARIM:

   Kitaptaki her karakterin temsil ettiği anlamlar var. Özge’nin mücadeleci ruhu ve Deniz’in kendi hayatındaki savaşla uğraşırken öğrencilerini unutmamasının naifliği, hayatımıza dönüp bakınca kaçırdığımız pek çok gerçeği gözler önüne seriyor. Bilge’nin her zorluğun içinden çıkan mükemmel karakteriyse gerçek ötesi bir hayranlık uyandırıyor bende. Can Manay’ın ülke çapındaki ünü biraz abartılmış gibi dursa da böyleleri yok mu dersin? Yalnızca psikolog değiller de başka mesleklere mensuplar. Sonlara doğru Atakan’ın Can’a olan benzerliğini Bilge’nin fark ettiği andan, Can Manay’ın esas kimliğinin kökeninin açığa çıktığı ana kadarki süreç ise kurgunun ne kadar dolaylı yoldan başladığını gösteriyor serinin en başından itibaren. Öte yandan, bir erkeğin kadına sahip olması gibi ataerkil tanımlamalar bulunması eleştirilmeyecek gibi değil. Yazar bu tarz söylemleri Can Manay’ı yermek için yapmıştır umuduyla okudum ama pek öyle değildi maalesef. Sadık Murat Kolhan ise geçmişteki hatalarımızın yakamızı bırakmadığının ve köreltilmiş bir vicdanın somut hatalardan daha geri dönülemez bir yük olduğunun kanıtıdır bence. Göksel kitabın en can alıcı karakteri, başkahraman o değil aslında ama onda adını koyamadığım bir şey var. O iri görünümünün ve hoyrat davranışlarının ardındaki acı çeken çocukluğu, seriyi hiç beğenmeyenlerin bile tek dayanağı olabilir. Göksel anlatamadığım ama en çok benimsediğim karakter, başroldeki Can ve Duru’yu okurken hadi artık Göksel’in olduğu sayfalar gelsin diye sabırsızlanıp durdum. Kitapları okuyunca Göksel’i yeterince anlatamadığımı fark edip beni eleştireceksin belki de. Ada’ya çok kızacağını tahmin ediyorum yaptığı bir düzine hatadan ötürü ama hayır, kızma çünkü o Can gibi değil, ne yaptıysa kendine yaptı Ada, Göksel’in içini gördüğünü sanarken yaşattığı hayal kırıklığı hepimizin kendimize ettiğimiz kötülüklerin metaforudur belki de. Ali ise keşke gerçekten var olsaydı, Doğru onun içindeki güzelliği ilk karşılaşmalarında anlamıştı. Buna şaşırmamak lazım çünkü Doğru zeki. Otizmli ama zeki demiyorum, otizmli ve zeki diyorum. Otizm hastalık değil, Doğru’ya bahşedilen bir yetenek. Duru’ya verilen değerin bin katını hak eden bir yetenek. Duru mu? Duru güzel bir kadın ve yetenekli bir dansçı. Karakteri mi? Boş ver, kitapları okurken anlarsın zaten Can ve Duru’yu. Hem başrol onlar. Buna rağmen niye mi boş ver yazdım? Çünkü ben asıl güzelliği Can ve Duru’da bulmadım.

   Ben asıl güzelliği Göksel’de, Göksel’in beslediği köpeklerde, herkesten sakladığı duygusallığında, eylemlerde kurtardığı kızda; Bilge’de, Bilge’nin olgunluğunda; Doğru’da, Doğru’nun zekâsında; Ali’de, Ali’nin sadakatinde; Deniz ve Özge’nin fedakârlıklarında buldum. Bu arada, kitapta anlatılan çoğu olayın bizim ülkenin gerçeği olduğunu fark edersin umarım, fark edersen neden burada özgürce anlatamadığımı da anlarsın zaten… Eti’ye önceleri kızardım ama Can’ın mentoru olsa da hayat ona ikinci bir şans verdi bence. Özge’nin sohbet ettiği Muammer Bey’in Eti’den bile daha derin sözleri olduğunu keşfetmelisin yalnız. Gerçi, mesaj verme isteğiyle yazarın günlük sohbetlerin içinde uzun ve deneme bazlı konuşmalar eklemesi, kitabı gerçek hayattan keskin bir çizgiyle koparıyor ve bu da kitabın roman olma özelliğine aykırı bir hava veriyor. Bu durum serinin son kitabı olan Pi’de daha baskın olduğu için ağır bir roman olmasından ziyade okuyucuya konuşan karakterin değil, yazarın düşüncelerini okuduğunu hissettiriyor. Bu durumun net bir şekilde kurguyu bozduğunu düşünüyorum. 

   Bilge’nin hız tutkusu da önemli bir detay, saçmaladığımı düşünme lütfen çünkü Bilge gaza bastıkça durağan ve yorucu hayatına dair derin düşüncelere dalıyordu, bazen arkamıza yaslanıp yaşadıklarımızı analiz etmenin ve acıyı anlamlandırmanın açık bir örneğidir Bilge. Serinin sonunda Ali’nin omuzlarında taşıdığı küçük Tansel ise seni ve beni değil, şimdiyi değil; bizim geleceğe bırakacağımız dünyayı simgeliyor, biz ne yaparsak o kalacak geleceğe…


   Farkındalık, acıyı anlamlandırmak, güneş enerjisi panelleri, gerçek gazetecilik, sadakatsizlik, güç ile insanlara sahip olunabileceği yanılgısı, otizmli insanların içindeki cevher, ayçiçeği tarlasının ortasındaki otizmli çocuğun herkesten büyük aklı, dansın görkemi, sanatın göz önünce olmak için yapıldığında sanat olmaktan çıkması, evrenin getirdiği şanssızlık karşısında yılmayanların sonunda kazandığı bir dünya, Yaradan’ın anlattıklarını bir kez bile açıp okumayanların sapkınlığı, hakkın kitabının içindeki hakikati anlamak için beynini kullanman gerektiği, Allah ile arana aracı sokmadan onu anlaman için göstermen gereken çaba, halkın gözünün açılması için bir kişinin karanlığa savaş açması değil, bir kişinin geri kalan tüm topluma örnek olması gerektiği gerçeği, insanın kendinden üstün duygulara kapılınca yaşadığı hazin sonlar, kardeşliğin acılara göğüs geren gücü, şehvet ile huzur arasındaki gelgitler, üniformaların ruhu da örtmemesi gerektiği, hayvanlara edilen zulmün dünyanın en büyük adiliği olduğu, bilimin özümsenmesiyle gerçek felsefenin anlaşılabileceği, aşkın elde etmek değil de sessiz bekleyişler ve emek olduğu, tecavüzün acımasızlığı, hakkı aramak için sesini çıkaranın başının ezildiği gerçeği, sanatın reklam müziklerini süsleyen boş notalarda değil de bir kemanın aşkında saklı olduğu gerçeği, dans ile müziğin uyumu ve bir de sokak, bütün o görkemli ve zengin salonlardan ziyade sanatın aktığı gerçek sokaklar …

   Bütün bu saydıklarımı gördüm bu seriyi okuyunca. Lütfen sen de gör, anla… Anlamak zorundasın çünkü insan olmanın gereği ruhun oturduğu yerde saklı. (Serinin bir bölümünde anlatılıyordu; Descartes epifiz bezini ruhun oturduğu yer olarak tanımlarmış ve uzak doğu felsefesinde bahsedilen üçüncü göz de beynin tam ortasında bulunan bu epifiz beziymiş. İnsanlara paketli yiyecekler ve musluk suyu aracılığıyla verilen sodyum klorür kişileri depresyona sürüklemekle kalmıyor, aynı zamanda kişiyi karar vermekte zorlanan ve yönetilebilir biri hâline getiriyormuş. Sen öyle olma, sorgula…)

   Bu saydıklarım açıkça barınıyorken Fi, Çi ve Pi’nin içinde, çoğu insanın Can ve Duru’dan ibaret bir aşk hikâyesi görmesini hiçbir zaman anlamlandıramayacağım. Unutma, ayın hep aynı yüzünü görürüz. Bu yüzdendir ki görünmeyen yüzüne ayın karanlık yüzü derler ama ayın öteki tarafı da Güneş ışığı alır, görmediğimiz için karanlık olduğunu sanmayalım diye yazmış Azra Kohen bu üç kitabı…

   Beynini maddelerle veya yalanlarla uyuşturarak kaçmak yerine acıyla yüzleşmeyi seçtiğinde keşfedebilirsin ancak yaradılışındaki nedenini, Deniz gibi. Böylece acı biter ve başarıyı ve huzuru tadarsın en sonunda. Arkanı da kollamalısın, Deniz’in başlarda Can’a güvenerek yaptığı hatadan ders çıkararak. Son olarak, okumana eşlik edecek müzik ararsan kitapta Ada ile Göksel’in müziği olan Samuel Barber’ın Adagio for String’ i öneririm. Serinin sonlarında Deniz’in yarattığı "Sokak"ın gerçek olması dileğiyle…



“Fi” romanının içinden çekip çıkardığım alıntıları bulabilirsin aşağıda:

·         Fi, deneyimin içinde kaybolmak yerine korkmadan deneyime sahip olmanın yolculuğudur. İçinde bolca bulunan manipülasyon, seks, aldatma ve aldanma hikâyeleri belki herkesin dikkatini çekebilir ama gerçeklerden yola çıkılarak ulaşılmak istenen yerde sadece farkındalık vardır.
   Fi güzelliğin lanetlendiği, zekânın yağmalandığı, iyinin kurban edildiği ve kasaba kurnazlığıyla yönetilen bu gezegende, içine doğduğumuz bu kutsal hayatı kutlamak için yazılmıştır. Kendi potansiyelini keşfetme cesareti gösterebilmiş gerçek kişilere, çatlama cesareti gösterebilmiş tohumlara adanmıştır.
   Bir kişiye duyulan aşktan daha acımasız bir şey var mıdır?” (Kohen 2017: Fi, Arka kapak yazısı)

·         Tanrı, çatlama cesaretini gösteren her tohumda, gördüğünün ötesini hissetmek içi acıyı göze alan her ruhta, deneme cesaretini gösteren her düşüncede var olur. Korkusuzca ve doğallıkla kendini deneyimler.” (Kohen 2017: Fi, 8)

·         Olması gerektiği kadar kaslı, sağlam, uzun, kadınsı, mükemmel... Fi.” (Kohen 2017: Fi, 15)

·         Fi, bir bütünün parçaları arasında gözlemlenne, uyum açısından en yetkin boyutları verdiği düşünülen geometrik ve sayısal bir oran bağıntısıdır. Eski Mısırlılar ve yunanlılar tarafından keşfedilmiş, mimaride ve sanatta kullanılmıştır. İrrasyonel bir sayıdır ve ondalık sistemde yazılışı; 1,618033988749894...’tür. Göze güzel gelen orantıyı temsil ettiği düşünülür.” (Kohen, 2017: Fi, 15)

·         Bu gezegenin gördüğü en üstün yaratık, nasıl olmuştu da bacağının arasındaki delikle anılan ve o deliği dolrusmak içinşekilden şekile girmeye razı bir şeye dönüşmüştü.” (Kohen 2017: Fi, 27)

·         Ama şanslı insanların, şanssızlıkları cesaretsizlik ya da aptallık ya da korkaklık olarak görebilmesini anlayabiliyordu, çünkü dışarıdanöyle gözüküyordu.” (Kohen 2017: Fi, 47)

·         Az bulunur bu tür, deforme olmuş duygusallıklarının yüreklerinde bıraktığı açığı, sürekli kontrol altında tuttukları mantıklarıyla pansuman ederek hissettikleri acıyı dindirmeye çalışan bir kategoriye aitti.” (Kohen, 2017: Fi, 59)

·         Doğruyu bilmek adına deneyimi feda etmek... Bilgi, korkak beyinlerde deneyimi öldüren bir zehir gibi yayılır, eğer sürekli bilgiye dayalı hareket etmeye önem verirsen asla özgürleşemezsin, özgürleşemezsen deneyimleyemezsin, deneyimleyemezsen değişemezsin, değişemezsen asla senleşemezsin. Ama bilgi sürekli değişir ve ancak deneyim seni güncelleyebilir.” (Kohen 2017: Fi, 60)

·         Güzellik de aynı özgürlük gibi bir yanılsamaydı.” (Kohen 2017: Fi, 66)

·         Hemen verilebilen akıllı cevaplar sizin zekânızı gösterirdi. Belki de buydu ana sorun en basit söylemiyle, deneyimlemeden varsayımda bulunmak.” (Kohen 2017: Fi, 67)

·         Belki hayatını sonlandırmayı düşünecek kadar umutsuz değildi ama sonlandıranların psikolojilerini anlayacak kadar mutsuzdu.” (Kohen 2017: Fi, 109)

·         Aşka vurulan darbe, balta gibi inip ilişkiyi kesmez, tohum gibi ekilip zamanı geldiğinde ilişkinin tüm pürüssüzlüğünü bozacak şekilde yırtıp çıkardı yüzeyi.” (Kohen 2017: Fi, 135)

·         Allah meleklerini tenselliği olmayan biridrakteni hayvanlarını idraki olmayan bir tensellikten, insanlarınıysa idrak ve tenselliğin birleşiminden yarattı. İnsanın idraki tenselliğini aşarsa, insan, meleklerden bile daha iyi olabilirken, tenselliği idrakini aşmış bir insan hayvandan bile kötüdür. – Hz. Muhammed” (Kohen 2017: Fi, 270)

·         Gerçek bilgelerin üç beş kişi tarafından tamamıyla yorumlanarak deforme edilmiş felsefelerini sürüler hâlinde takip eden, hayvandan beter insanlarla doluydu dünya. Tenselliğin yasaklandığı bir toplumda idrakin bireyselleşememesi çok normal değil mi?” (Kohen 2017: Fi, 270)

·         Samimiyetin bu kadar ustaca taklit edilebilmesi Amigdala’sını harekete geçirdi.
Amigdala: Beyinde, duygusal hafıza ve duygusal tepkilerin oluşmasında öncelikli role sahip bölge. Sinapslarda kayıtlı olan duygusal hafıza, amigdalanın santral nukleusu ve stria terminalis yolu ile korkma davranışını ortaya çıkarır. Bu yolla, donakalma, çarpıntı, hızlı solunum ve stres hormonu salınımı gibi durumlar oluşur.” (Kohen 2017: Fi, 344)

·         Psikoloji Bilimi eğer iyi algılanıp uygulanabilirse ruhun matematiğini hesaplayabileceğimiz ve bu matematiksel denklem çerçevesinde eksik olan ögeleri dengeleyerek orantıyı düzeltebileceğimiz bir uygulamadır. Bu ne demek? Hayatını birbirinze zıt modlar hâlinde yaşamaya çalıştığı için dengesi kaybolmuş biri toplum tarafından manik depresif olarak tanımlanırken, ben bu kişideki potansiyele odaklanırım.” (Kohen 2017: Fi, 349)

·         Tohum gibi, içinde bir ağacın potansiyelini barındıranlar ama asla çatlama cesaretini gösteremeyip filizlenemeyenler, çatlayıp filiz gibi yeşerenler ama fidan olamayıp kuruyanlar, fidan gibi büyüyenler ama meyve veremeyenler, meyve verip  ağaç olanlar ama meyvesinde tohum olmauanlar ve süper insan, yani tohumluktan meyve veren ir ağacın yeni meyvesindeki tohum olabilmeye kadar gidebilenler...” (Kohen 2017: Fi, 356)

·         Yaşadığı dünyayı değiştirebilecek güçta olanlar ancak dünyasal olayları kafalarından çıkartabildiklerinde başarabiliyorlardı.” (Kohen 2017: Fi, 542)














Hiç yorum yok:

Yorum Gönder