Kitap adı: 1984
Yazar adı: George Orwell
Orijinal adı: 1984
Ülke: İngiltere
Özgün dili: İngilizce
Anadilinde 1. Baskı: 1949
Okuduğum baskı: Can Yayınları, 60. Baskı, 2017,
Çeviri: Celâl Üster Sayfa Sayısı: 350
Distopik bir dünya, “Big Brother”, düşünce polisi, çiftdüşün (gerçeklik denetimi), özgürlük kelimesinin siyasal ve düşünsel özgürlüğü barındırmadığı yenisöylem, 101 numaralı oda, proleterler, parti üyeleri, tele ekranlar, varlığı şüpheli “Kardeşlik Örgütü”, iki dakika nefret, değiştirilen geçmişi buharlaştırılan insanlar, ufku daraltmaya yönelik kusursuz bir dünya, Okyanusya-Avrasya-Doğuasya, bellek deliği, özgürlüğün, Winston ve Julia…
George Orwell'in kült kitabı Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, yazarın geleceğe ilişkin bir kâbus senaryosudur. Bireyselliğin yok edildiği, zihnin kontrol altına alındığı, insanların makineleşmiş kitlelere dönüştürüldüğü totaliter bir dünya düzeni, romanda inanılmaz bir hayal gücüyle, en ince ayrıntısına kadar kurgulanmıştır. Geçmişte ve günümüzde dünya sahnesinde tezgâhlanan oyunlar düşünüldüğünde, ütopik olduğu kadar gerçekçi bir romandır Bin Dokuz Yüz Seksen Dört. Güncelliğini hiçbir zaman yitirmeyen bir başyapıttır; yalnızca yarına değil, bugüne de ilişkin bir uyarı çığlığıdır.” (Orwell 2017: Arka Kapak Yazısı)
Distopik bir dünya, “Big Brother”, düşünce polisi, çiftdüşün (gerçeklik denetimi), özgürlük kelimesinin siyasal ve düşünsel özgürlüğü barındırmadığı yenisöylem, 101 numaralı oda, proleterler, parti üyeleri, tele ekranlar, varlığı şüpheli “Kardeşlik Örgütü”, iki dakika nefret, değiştirilen geçmişi buharlaştırılan insanlar, ufku daraltmaya yönelik kusursuz bir dünya, Okyanusya-Avrasya-Doğuasya, bellek deliği, özgürlüğün, Winston ve Julia…
“
Parti'nin dünya görüşü, onu hiç anlayamayan
insanlara çok daha kolay dayatılıyordu. (...) Her şeyi yutuyorlar ve hiçbir
zarar görmüyorlardı çünkü tıpkı bir mısır tanesinin bir kuşun bedeninden
sindirilmeden geçip gitmesi gibi, yuttuklarından geriye bir şey kalmıyordu.

George Orwell'in kült kitabı Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, yazarın geleceğe ilişkin bir kâbus senaryosudur. Bireyselliğin yok edildiği, zihnin kontrol altına alındığı, insanların makineleşmiş kitlelere dönüştürüldüğü totaliter bir dünya düzeni, romanda inanılmaz bir hayal gücüyle, en ince ayrıntısına kadar kurgulanmıştır. Geçmişte ve günümüzde dünya sahnesinde tezgâhlanan oyunlar düşünüldüğünde, ütopik olduğu kadar gerçekçi bir romandır Bin Dokuz Yüz Seksen Dört. Güncelliğini hiçbir zaman yitirmeyen bir başyapıttır; yalnızca yarına değil, bugüne de ilişkin bir uyarı çığlığıdır.” (Orwell 2017: Arka Kapak Yazısı)
************
Politik anlamda ciddi bir başarıdır 1984’ün kaleme alınması. Beyin
yıkama ve yıkayamadıklarının yalnızca davranışlarını değil, düşüncelerini de
ele geçirene kadar işkencelere maruz bırakma üzerine sistemleştirilmiş bir dünya
hayal edin. Geçmişten, günümüzden ve belki de gelecekten çok da farklı değil bu
durum fakat George Orwell’ı yarattığı distopik dünyayı hayal etmek oldukça güç.
George Orwell, 1984’ü Stalin’in sosyalizme
aykırı kaçan sosyalist adı altındaki uygulamalarına, Sovyetler Birliği’ndeki
baskıcı yönetime (1930’lar ve 1940’lar) karşı düşüncelerini aktarmıştır,
romanındaki korku dolu dünyanın içine çekerek okuyucusunu. Yalnız bu değildir
yazarın amacı; ileride başımıza gelebileceklere dair bir uyarıdır, Orwell’ın
ardında bıraktığı 1984. 101 numaralı odaya götürülmediği sürece her okuyucunun
bunu açıkça görmesi lâzım.... Kim bilir, senin 101 numaralı odanda ne var
bilmiyorum ama düşüncelerinin o odadaki acılara maruz kalmaması için bunu bugün
anlaman şart...
Eğer hayatının sonuna kadar yalnızca 10 kitap
okuyabileceksin deseler, içine 1984’ü mutlaka eklerdim. Okumazsan çok şey
kaybedeceğine inanıyorum...
************
Romana dair özeti burada bulabilirsin:
Bir toplum düşün, düşün dediysem düşünmenin
yasak olduğu bir toplum, İsmi Okyanusya olan. Dünyada Okyanusya, Avrasya ve
Doğuasya isimli yalnızca üç devlet var, romanın anlatıldığı dönemde. Okyanusya’da
yaşanıyor anlatılanlar fakat Avrasya ve Doğuasya’nın durumu da tamamen aynı.
Tek parti dönemi hüküm sürüyor Okyanusya’da.
Her evde tele ekran ismi verilen, hem yayın yapılan hem de insanların her anının
izlendiği sistemler mevcut. Halka proleter deniyor, kendi halinde yaşayan ve
baş kaldırmayan, sorgulamayan, düşünmeyen kesim bu. İç parti ve Dış parti
üyeleri var bir de. Bu üç sınıfın oluşturduğu topluma egemen olan güze “Big
Brother” ismi veriliyor (Çeviride Büyük Birader olarak geçiyor.) Her yerde
herkesi Büyük Birader izliyor, ne yapsanız görüyor, resimlerinin asılmadığı mekân
yok neredeyse. İki korkutucu göz ve bıyıklı sert yüz, Büyük Birader’in kısa
tasviri. Aslında öyle bir kişi yok, bir kişiye sevgi, saygı ve korku
duyulmasını sağlamak bir kuruma bunların hissedilmesini sağlamaktan daha kolay
olduğu için bu sert yönetimi temsilen Büyük Birader gösteriliyor herkese.
Baş kahramanımız Winston çocukken gelen devrimle
insanların özgürlükleri ellerinden alınıyor, geçmiş siliniyor, beyinler
uyuşturuluyor, konuşulan dil bile sorgulamayı önleyecek derecede kısıtlanıyor,
romanlar yeni baştan yazılıyor, gazeteler ve tarih kitapları değiştiriliyor, insanların
çocuk yapmak haricinde zevk için birlikte olmaları da yasaklanıyor, sevgi ve
arkadaşlık Büyük Birader’e karşı gelmek anlamına geliyor, robotik insanlar
yetiştiriliyor. Düşünen ve sorgulayan insanlar bu düzenin kötülüğünü anlayınca
veya geçmişte daha iyi koşullarda yaşadıklarını hatırlayınca cezalandırılıyor.
Oluşturulan yeni dile yenisöylem deniyor. Tele ekranda ya Avrasya ile savaşta
olunduğu açıklanıyor ya da Doğuasya ile.
Avrasya ile savaşta olunduğu söylense de bazen düşmanın Doğuasya olduğu
açıklandığında insanlar yıllardır Doğuasya ile savaşta olunduğunu
kabulleniyor. Bunun gibi pek çok söylem bir anda değiştiriliyor ve insanlar
sürekli son söylenene inanıyor ve kimse de daha dün tam tersini söylemiştiniz
diye itiraz etmiyor çünkü “çiftdüşün” yöntemi dayatılıyor insanlara. Bu şekilde
Büyük Birader ne derse sorgusuz kabul eden bir zihniyet yaratılıyor. İnsanların
günlük tutması bile suç olarak görülüyor!
Aile kavramı da darmaduman ediliyor ve düşünen zihinler görürse çocuklar, öz ailelerini bile şikayet ediyorlar. Bilim,
sanat, felsefe ve daha nicesi geçmişten, zihinlerden, kitaplardan siliniyor.
Karanlıkta değilsen, tüm hareketlerin izleniyor. Şüpheli bir durum tespit
edildiğinde insanlar yok ediliyor. Kitapta bu olaya buharlaştırma deniyor yani
o kişi yalnızca ortadan kaldırılmakla kalmıyor, aynı zamanda hiç olmamış gibi
kuruluyor yeni düzen. Geçmişe varlığının izini bile bırakamıyor insanlar...
Büyük Birader’in söyledikleri dün anlattıklarına ters düşse bile, bu korkunç
sistemin en başındaki yöneten kesim, insanların duyduklarına körü körüne
inanmalarını bekliyor.
Aslında romanda yaratılan bu hayatı kafanda
canlandırman için sayfalar yazsam yine yetmez fakat okuduğunda göreceksin ki
yazar tüm berraklığıyla hayal edilemezi hayal ettiriyor okuyucuya.
Winston, partide çalışan sıradan bir
vatandaş. İşi de yazılanları değiştirmek yani geçmişi yok edip yerine Büyük
Birader’in istediğini yazmak. Winston olanlara anlam veremeyeni içten içe hâlâ
beyni çalışan fakat kimseye bu durumu belli etmeyen bir adam. Evinde, tele
ekranın görmediği bir kör nokta bulup, orada bir günlük yazmaya başlar. Bunun
suç olduğunu bilir fakat yazmaktan alıkoyamaz kendini. Büyük Birader’in “savaş
barıştır, özgürlük köleliktir, cahillik güçtür.” Sloganlarının yanlış olduğunu
içten içe bilir ve insanların çiftdüşün yöntemiyle bunları kabullenmesine
aslında hayret eder. Geçmişte daha iyi şartlar altında yaşandığını düşünür
fakat elinde veya beyninde kanıt yoktur. Bu yalnızca bir histir. Bütün bu
düzene dur diyecek bir “Kardeşlik Örgütü” olduğu söylentisinin gerçek olup
olmadığını düşünür bazen.
Winston’ın hayatına bir gün genç ve güzel
Julia girer. Onu sevdiğini yazdığı notu gizlice vermesiyle aşkları başlar.
Tele ekranlara yakalanmadan görüşmek çok zordur. Proleterlerin olduğu yerlerde
dikkat çekilmezse bu durum nispeten kolaylaşır çünkü proleterler,
tele ekranlarla izlemeye bile gerek duyulmayan alt tabakadır. Bir süre sonra
rahatça görüşebilecekleri güvenli ve sabit bir mekâna ihtiyaç duyarlar. Bunun
için Winston’ın günlüğünü satın aldığı, proleterlerin yaşadığı bir mahalledeki,
eski eşyalar satan küçük dükkanın üst katındaki küçük odayı kiralarlar. Orada
gizli gizli buluşup hayatın tadını çıkarırlar. Hatta, Julia arada bir artık
bulunmayan güzel yiyecekler ve gerçek kahve çekirdekleri bulup getirir. Eninde sonunda
yakalanacaklarını içten içe bilirler yine de.
Bu kötü dünyaya karşı olan Kardeşlik Örgütü
isimli bir toplum olduğu söylentisi gerçek olur Winston ve Julia için. Kardeşlik
Örgütü’ne mensup birisini (O’Brien) bulup üye olurlar. Bu süregelen yönetime
direnmek için Dövülmeye, yakılmaya, her türlü işkenceye razı olurlar, sadece
birbirlerinden ayrılmaya razı olmazlar...
O’Brien’in, Winston'ın sürekli sonunun nasıl
yazıldığını bulamadığı , devrimden önceki zamanlardan kalma şarkıyı tamamlaması
da Winston’ın içini ısıtan güzel bir detaydır.
“ ‘Portakal var, limon var,’ diye çalar
çanları St. Clement’in,
‘Nerde
benim üç çeyreğim,’ diye çalar çanları St. Martin’in,
‘Ödesene
şu borcunu,’ diye çalar çanları Old Baily’nin,
‘Hele
bir zengin olayım,’ diye çalar çanları Shoreditch’in.” (Orwell 2017: 194)
Bir süre sonra yakalanırlar. O gizli
odalarının duvarında asılı olan eski tablonun arkasından birden bir tele ekran
çıkıyor ve başından beri izlendiklerini anlarlar. Kardeşlik Örgütü’ne
katılmalarını sağladığını söyleyen O’Brien de sürekli geldikleri odanın ait
olduğu eski eşyalar satan dükkanın sahibi de (Bay Charrington) aslında onları
balından beri izleyenlerdendi.
Düşünce polisi tarafından yakalanan Winston
ve Julia ayrı ayrı çeşitli işkencelere maruz bırakılır. Artık o kadar fiziksel
acı çekerler ki baş kaldırmayacak kadar ezildikleri bellidir fakat onlardan
düşünceleri de istenir. Korku yetmez, Büyük Birader’i gerçekten sevip o ne
derse desin gerçekten inanmaları için 101 nolu odaya gönderilir Winston. 101
numaralı oda herkes için farklıdır. Herkes en büyük korkusuyla yüzleştirilir o
odada. Beyin yıkama işlemlerinin en korkuncudur bu. O ana kadar ne söylerse
söylesin, ne itiraf ederse etsin, asla Julia’ya ihanet etmeyen Winston,
kendisine yaklaşan sıçanları (Winston en büyük korkusunun sıçanlar olduğunu,
gizli odalarında Julia’ya söylemişti.) görünce, “Bana değil, Julia’ya yapın”
der. Julia’ya ihanet etmek zorunda kaldıktan sonra salıverirler Winston’ı.
Julia da çok direnmiş fakat aynı Winston gibi, o da sevdiğine ihanet etmek
zorunda kalmıştır.
O işkence dolu yerden gönderilen Winston
artık kendi halinde, acı çekmeden fakat sorgulamadan yaşamaktadır. Bir gün
Julia ile karşılaşırlar. Julia da Winston da birbirlerine ihanet ettiklerini
itiraf ederler. Sonra fark ederler ki birbirlerini suçlamasalar bile, birbirlerini
anlasalar bile, artık kimsenin umurunda olmadıkları için rahat rahat
görüşebilecek olsalar bile, birbirlerini artık sevmediklerini anlarlar. İkisinin
ruhunu almıştır Büyük Birader. İçlerindeki sevgiyi almıştır.
Bir gün Winston, işkence anında kendisine
kabul ettirilmek istenen 2+2=5 işlemini tozla yazar bir köşeye. Artık
düşünceleri yoktur. Büyük Birader’i gerçekten sevdiğini hisseder.
Artık parti iki kere iki kaç derse odur. Büyük
Birader ve bu korkunç düzen, Winston ve Julia‘nın yalnızca düşüncelerini
almakla kalmamış, içlerindeki sevgiyi de bitirmiştir...
************
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder