Yazar adı: Azra
Sarızeybek Kohen (AKİLAH)
Orijinal adı: Çi
Ülke: Türkiye
Özgün dili: Türkçe
Anadilinde 1.
Baskı: 2014
Okuduğum Baskı: Destek Yayınları, 239. Baskı, 2017,
Okuduğum Baskı: Destek Yayınları, 239. Baskı, 2017,
(Fi'ye buradan ulaşabilirsin.)
(Pi'ye buradan ulaşabilirsin.)
“Çi” romanının olay örgüsüne kısaca göz atalım: Çi, yaşam enerjisi anlamına gelir ve kitabın
Fi’ye göre daha hareketli hayatlara başlayan karakterleri düşünülünce neden
kitaba bu isim verildiği anlaşılır. Bence esas nokta, Can’ın Duru’ya
kavuşmasıyla kendi yaşam enerjisine kavuştuğunu hissetmesidir. Bu durumun
umulmadık sonuçlara yol açacağından herkes habersizdir... Can’ın tüm çabaları
sonucunda Duru’nun Can’ın evine gidip onunla birlikte olmasıyla sona ermişti
Fi. Çi’nin başlarında Duru Can’ın kendisine olan yoğun ilgisinin keyfini
çıkartır. Can için dünyada bir tek Duru vardır, hatta iş için iki saatliğine
evden çıkmak bile ona azap gibi gelmeye başlamıştır. Deniz, Duru’nun Can’a
gittiği o ilk gece, Duru’yu her yerde arayıp bulamıyorken Duru’yu Can ile
birlikte televizyonda görünce yıkılmıştır. Deniz artık duramaz buralarda ve bir
köye giderek işçi olarak çalışmaya başlar. Suskundur artık Deniz, beyninin
içindeki müzik de susmuştur dolayısıyla artık joint de kullanmasına gerek kalmamıştır.
Duru ise zamanla Can’ın hastalıklı ilgisinde bunalmaya başlar ve Deniz’in
kendisini aslında sevdiğini anladığında kendi pişmanlığı içinde hapsolur. Bu arada
Bilge, Can’ın asistanı olarak çalışmaktadır ve hayatını düzene sokmayı
başarabilmiştir. Özge, dergisi ile ünlülerin gerçek yüzlerini halka gösterirken
Sadık’ın kendisine olan ilgisine karşı direnmektedir. Sadık ise Özge’yi kendi
camiasındaki kötülüklerden korumaya devam eder. Can’ın Duru’ya olan hastalıklı
takıntısı Duru’yu en sonunda yıldırır...
“Çi”nin genel bir özetini de eklemek istiyorum: Can Manay istediğine en sonunda kavuşur ve
Duru’yu elde eder. Duru kendi ayaklarıyla Can’a gelir ve birliktelikleri
başlar. Deniz, Duru’nun Can’a gittiği ilk gece her yerde panikle Duru’yu arar,
hatta polise bile gider fakat televizyonda Can ve Duru’yu bir arada görünce
Deniz’in dünyası başına yıkılır. İhanetin ağırlığı çok ağırdır elbette. Deniz
bunun acısına daha fazla dayanamaz ve şehirden uzaklaşır. Küçük ve gelişmemiş
bir köyde işçi olarak çalışır. Önüne ne konulursa yer, suskunluğunu bozmaz,
itiraz etmez, yetişkinlerle konuşmaz fakat köydeki çocuklarla pek güzel
anlaşır. Eskiden kafasının içindeki müziğin altında ezildiği için sık sık joint
kullanan Deniz, artık müziği duymuyor, hâliyle joint de kullanmıyordur. Deniz’in
içindeki müzikle birlikte yaşam enerjisi de ölmüştür adeta...
Duru, Can’ın evince yaşamaktadır. İlk
başlarda, Deniz’in son zamanlardaki ilgisizliğinden dolayı Can’ın kendisine
olan yoğun ilgisi Duru’yu çok mutlu eder fakat bu mutluluk bir süre sonra
yerine hapis hayatına bırakır. Can zamanla hastalıklı ruhunun etkisiyle Duru’yu
kimsenin görmesini istemez, dans etmesini istemez, iş hayatına, dansına, tüm
özgürlüğüne engel olur. Duru bu durumdan çok bunalır ve kaçmanın yollarını
arar. Özgürlüğünün elinden alınmasıyla, gördüğü ilgiden duyduğu haz
bitmiştir... Duru bir gün Can’ın evinde gizli bir kamera odası olduğunu fark
eder. Can’ın bu eve taşındığından beri Duru’yu izlediği çok açıktır. Bu
takıntısı Duru’yu korkutsa da kameraları görünce ilk yaptığı şey Can’a ilk
geldiği gece Deniz’in ne yaptığına bakmak olur. O gece Deniz’in yana yakıla
kendisini aradığını görür. Gözlerine inanamaz ve Deniz’in kendisini aslında çok
sevdiği ve Deniz’le birlikteyken çok mutlu olduğu gerçeğiyle yüzleşir Duru.
Deniz’in sanat projesinden dolayı kendisiyle ilgilenmediği zamanlarda aslında
kendisine olan sevgisinin azalmadığını, sadece sanat aşkıyla meşgul olduğunu kabullenir
Duru en sonunda. Pişmanlığının tarifi yoktur. Can’ın bir ruh hastası olduğunu
anlaması, hapis hayatı yaşamaya başlaması, Canın kendisine olan takıntısı,
Deniz’e yaptığı haksızlık Duru’yu saran pişmanlıklar yığınıdır artık ve Duru bu
mutsuzluktan kaçış yolları aramaya başlar.
Can, Duru’nun evi yakarak kaçmaya
kalkmasının ardından onu ilaçlara boğarak uyutmaya başlar. Bu süre zarfında
onunla birlikte de olur. Uykusundayken defalarca tecavüze uğrayan Duru,
uyanmasının ardından Can’ın yanında mutlu gibi rol yaparak, ısrarla ondan
kurtulmanın yollarını arar. Can ise artık Duru’nun dışarı çıkmasına bile izin
vermez.
Can’ın hastalıklı takıntısı Eti’yi çok
endişelendirir. Geçmişte eski sevgilisi Çiçek’e yaptıklarını hatılatır,
aynısını Duru’ya da yaşatmaması için Can’ı
defalarca uyarar fakat Can ona kulak asmaz.
Özge, dergisini çıkararak ünlülerin gerçek
yüzünü insanlara göstermeye devam eder. Artık halk Özge’yi sevmektedir ve
dergisini büyük kitleler okumaktadır. Sadık Murat Kolhan, Özge’yi araştırmaya,
onu kazanmaya çalışmaya devam eder fakat Sadık’ın medya patronu olmasını
sağlayan hayatı Özge’nin karşı çıktığı olgunun ta kendisidir. Adalet savaşçısı
olan Özge için Sadık’a kendini kaptırmamak tek yoldur. Sadık ise Özge’yi
tehlikelerden korumaya devam eder.
Bile, Can’ın asistanı olarak çalışmaya devam
eder. Can’ın televizyon programına sunucu olarak çıkınca okuldaki insanların
dikkatini çekmeye başlar ve ilk kez okul partisine davet edilir. Partinin
sonunda, içte içe hep aşık olduğu Murat ile birlikte olurlar fakat aradan kısa
bir süre geçtikten sonra Murat polisler tarafından dövülerek öldürülür. Murat’ın
gidişi Bilge’yi yıkar. Doğru’nun Bilge’nin üzüntüsünü hissedip ona sarıldığı
sayfa Doğru’nun algılarının aslında ne kadar açık olduğunu fark edebilirsin.
Ada’nın Göksel ile derin fakat yaşanmayan
bir ilişkisi vardır. Göksel Ada’nın müziğine aşıktır. Adat, Göksel’e aşık
olmasa da onunla akşamları müziğini paylaşır. Ada Deniz’e aşık olsa da Göksel
ile vakit geçirmek ona iyi gelmektedir fakat Ada bir gün Göksel ile birlikte
olmak istediğinde Göksel geri çekilince Ada çok sinirlenir. Göksel’in bunu çocukken
tacize uğradığı için yaptığını bilemez. Ada sonradan Tugay ile tanışır ve
reklam müziklerini yapan ünlü bir müzisyen olur. Deniz’in müziğini de sattığı
için Deniz onu hiçbir zaman affetmeyecektir. Ada şöhret ve zenginlik elde eder
fakat Tugay onu uyuşturucu batağına sürükler.
Gerçek sanattan da uzaklaşan Ada hayatını mahvettiğinin farkında
değildir.
Şaşırtıcı bir şekilde Duru, Can’dan kaçmayı
başarır. Yurtdışında başarılı bir dansçı olur. Can Duru’suzluğa dayanamayıp
bunalıma girer. Onu bu hüsrandan çekip çıkaran Bilge ile yaptığı evlilik
okuyucuyu şaşırtır ama Can için Duru’nun aşk, Bilge’nin ise dostluk ve huzur
olduğu çok açıktır. Can Bilge ile huzurlu hayatını sürdürürken bir gün Duru’nun
izini bulur...
Fİ-Çİ-Pİ HAKKINDAKİ YORUMLARIM:
Kitaptaki her karakterin temsil ettiği
anlamlar var. Özge’nin mücadeleci ruhu ve Deniz’in kendi hayatındaki savaşla
uğraşırken öğrencilerini unutmamasının naifliği, hayatımıza dönüp bakınca
kaçırdığımız pek çok gerçeği gözler önüne seriyor. Bilge’nin her zorluğun
içinden çıkan mükemmel karakteriyse gerçek ötesi bir hayranlık uyandırıyor
bende. Can Manay’ın ülke çapındaki ünü biraz abartılmış gibi dursa da böyleleri
yok mu dersin? Yalnızca psikolog değiller de başka mesleklere mensuplar.
Sonlara doğru Atakan’ın Can’a olan benzerliğini Bilge’nin fark ettiği andan,
Can Manay’ın esas kimliğinin kökeninin açığa çıktığı ana kadarki süreç ise
kurgunun ne kadar dolaylı yoldan başladığını gösteriyor serinin en başından
itibaren. Öte yandan, bir erkeğin kadına sahip olması gibi ataerkil
tanımlamalar bulunması eleştirilmeyecek gibi değil. Yazar bu tarz söylemleri
Can Manay’ı yermek için yapmıştır umuduyla okudum ama pek öyle değildi
maalesef. Sadık Murat Kolhan ise geçmişteki hatalarımızın yakamızı
bırakmadığının ve köreltilmiş bir vicdanın somut hatalardan daha geri dönülemez
bir yük olduğunun kanıtıdır bence. Göksel kitabın en can alıcı karakteri,
başkahraman o değil aslında ama onda adını koyamadığım bir şey var. O iri
görünümünün ve hoyrat davranışlarının ardındaki acı çeken çocukluğu, seriyi hiç
beğenmeyenlerin bile tek dayanağı olabilir. Göksel anlatamadığım ama en çok
benimsediğim karakter, başroldeki Can ve Duru’yu okurken hadi artık Göksel’in
olduğu sayfalar gelsin diye sabırsızlanıp durdum. Kitapları okuyunca Göksel’i
yeterince anlatamadığımı fark edip beni eleştireceksin belki de. Ada’ya çok
kızacağını tahmin ediyorum yaptığı bir düzine hatadan ötürü ama hayır, kızma
çünkü o Can gibi değil, ne yaptıysa kendine yaptı Ada, Göksel’in içini
gördüğünü sanarken yaşattığı hayal kırıklığı hepimizin kendimize ettiğimiz
kötülüklerin metaforudur belki de. Ali ise keşke gerçekten var olsaydı, Doğru
onun içindeki güzelliği ilk karşılaşmalarında anlamıştı. Buna şaşırmamak lâzım
çünkü Doğru zeki. Otizmli ama zeki demiyorum, otizmli ve zeki diyorum. Otizm
hastalık değil, Doğru’ya bahşedilen bir yetenek. Duru’ya verilen değerin bin
katını hak eden bir yetenek. Duru mu? Duru güzel bir kadın ve yetenekli bir
dansçı. Karakteri mi? Boş ver, kitapları okurken anlarsın zaten Can ve Duru’yu.
Hem başrol onlar. Buna rağmen niye mi boş ver yazdım? Çünkü ben asıl güzelliği
Can ve Duru’da bulmadım.
Ben asıl güzelliği Göksel’de, Göksel’in
beslediği köpeklerde, herkesten sakladığı duygusallığında, eylemlerde
kurtardığı kızda; Bilge’de, Bilge’nin olgunluğunda; Doğru’da, Doğru’nun
zekâsında; Ali’de, Ali’nin sadakatinde; Deniz ve Özge’nin fedakârlıklarında
buldum. Bu arada, kitapta anlatılan çoğu olayın bizim ülkenin gerçeği olduğunu
fark edersin umarım, fark edersen neden burada özgürce anlatamadığımı da
anlarsın zaten… Eti’ye önceleri kızardım ama Can’ın mentoru olsa da hayat ona
ikinci bir şans verdi bence. Özge’nin sohbet ettiği Muammer Bey’in Eti’den bile
daha derin sözleri olduğunu keşfetmelisin yalnız. Gerçi, mesaj verme isteğiyle
yazarın günlük sohbetlerin içinde uzun ve deneme bazlı konuşmalar eklemesi,
kitabı gerçek hayattan keskin bir çizgiyle koparıyor ve bu da kitabın roman
olma özelliğine aykırı bir hava veriyor. Bu durum serinin son kitabı olan Pi’de
daha baskın olduğu için ağır bir roman olmasından ziyade okuyucuya konuşan
karakterin değil, yazarın düşüncelerini okuduğunu hissettiriyor. Bu durumun net
bir şekilde kurguyu bozduğunu düşünüyorum.
Bilge’nin hız tutkusu da önemli bir detay,
saçmaladığımı düşünme lütfen çünkü Bilge gaza bastıkça durağan ve yorucu
hayatına dair derin düşüncelere dalıyordu, bazen arkamıza yaslanıp yaşadıklarımızı
analiz etmenin ve acıyı anlamlandırmanın açık bir örneğidir Bilge. Serinin
sonunda Ali’nin omuzlarında taşıdığı küçük Tansel ise seni ve beni değil,
şimdiyi değil; bizim geleceğe bırakacağımız dünyayı simgeliyor, biz ne yaparsak
o kalacak geleceğe…
Farkındalık, acıyı anlamlandırmak, güneş enerjisi panelleri, gerçek
gazetecilik, sadakatsizlik, güç ile insanlara sahip olunabileceği yanılgısı,
otizmli insanların içindeki cevher, ayçiçeği tarlasının ortasındaki otizmli
çocuğun herkesten büyük aklı, dansın görkemi, sanatın göz önünce olmak için
yapıldığında sanat olmaktan çıkması, evrenin getirdiği şanssızlık karşısında
yılmayanların sonunda kazandığı bir dünya, Yaradan’ın anlattıklarını bir kez
bile açıp okumayanların sapkınlığı, hakkın kitabının içindeki hakikati anlamak
için beynini kullanman gerektiği, Allah ile arana aracı sokmadan onu anlaman
için göstermen gereken çaba, halkın gözünün açılması için bir kişinin karanlığa
savaş açması değil, bir kişinin geri kalan tüm topluma örnek olması gerektiği gerçeği,
insanın kendinden üstün duygulara kapılınca yaşadığı hazin sonlar, kardeşliğin
acılara göğüs geren gücü, şehvet ile huzur arasındaki gelgitler, üniformaların
ruhu da örtmemesi gerektiği, hayvanlara edilen zulmün dünyanın en büyük adiliği
olduğu, bilimin özümsenmesiyle gerçek felsefenin anlaşılabileceği, aşkın elde
etmek değil de sessiz bekleyişler ve emek olduğu, tecavüzün acımasızlığı, hakkı
aramak için sesini çıkaranın başının ezildiği gerçeği, sanatın reklam
müziklerini süsleyen boş notalarda değil de bir kemanın aşkında saklı olduğu
gerçeği, dans ile müziğin uyumu ve bir de sokak, bütün o görkemli ve zengin
salonlardan ziyade sanatın aktığı gerçek sokaklar …
Bütün bu saydıklarımı gördüm bu seriyi
okuyunca. Lütfen sen de gör, anla… Anlamak zorundasın çünkü insan olmanın
gereği ruhun oturduğu yerde saklı. (Serinin
bir bölümünde anlatılıyordu; Descartes epifiz bezini ruhun oturduğu yer olarak
tanımlarmış ve uzak doğu felsefesinde bahsedilen üçüncü göz de beynin tam
ortasında bulunan bu epifiz beziymiş. İnsanlara paketli yiyecekler ve musluk
suyu aracılığıyla verilen sodyum klorür kişileri depresyona sürüklemekle
kalmıyor, aynı zamanda kişiyi karar vermekte zorlanan ve yönetilebilir biri
hâline getiriyormuş. Sen öyle olma, sorgula…)
Bu saydıklarım açıkça barınıyorken Fi, Çi ve
Pi’nin içinde, çoğu insanın Can ve Duru’dan ibaret bir aşk hikâyesi görmesini
hiçbir zaman anlamlandıramayacağım. Unutma, ayın hep aynı yüzünü görürüz. Bu
yüzdendir ki görünmeyen yüzüne ayın karanlık yüzü derler ama ayın öteki tarafı
da Güneş ışığı alır, görmediğimiz için karanlık olduğunu sanmayalım diye yazmış
Azra Kohen bu üç kitabı…
Beynini maddelerle veya yalanlarla
uyuşturarak kaçmak yerine acıyla yüzleşmeyi seçtiğinde keşfedebilirsin ancak
yaradılışındaki nedenini, Deniz gibi. Böylece acı biter ve başarıyı ve huzuru
tadarsın en sonunda. Arkanı da kollamalısın, Deniz’in başlarda Can’a güvenerek
yaptığı hatadan ders çıkararak. Son olarak, okumana eşlik edecek müzik ararsan
kitapta Ada ile Göksel’in müziği olan Samuel
Barber’ın Adagio for String’ i
öneririm. Serinin sonlarında Deniz’in yarattığı Sokak’ın gerçek olması
dileğiyle…
“Çi” romanının içinden çekip çıkardığım alıntıları
bulabilirsin aşağıda:
·
“Hayat, insanın kendi potansiyeline
ulaşabilmesi için dikkatle, incelikle, muhteşem bir zekâyla dizayn edilmiştir.
Yapman gerekeni yapamıyorsan, olamıyorsan, doğamıyorsan hayat çok acıtır,
anlaman için hırpalar, yorar. Seni sen yapabilmek için ne gerekirse yapmaya
hazırdır.
Asla rahat bırakılmazsın.
Öylesine, anlamsız varolmazsın.
Mutluluğa saklanamazsın.
Öyleyse acına sahip çıkmalısın!
Çünkü acı, bilginin bedene inmesidir.
Bilgiyi bedene indirmeli, olman gereken şeye dönüşmelisin.
Bu kitap 'kendine gelmek' için burada olduğunun farkına varabilenlere yazıldı. Fi ile çıkılan yolculuğun tek durağıdır Çi. Sadece farkındalığa giden, değiştiren, mutlaka geliştiren bir yoldur bu ama sunduğu seks, macera, intikam, ihtiras sizi aldatmasın, zordur.
Hayatı değil sistemi yaşadığımızı fark edenler, harekete geçmek için işaret bekleyenler, umursamayanlara karşı umursayanlar, hissedemeyenlere karşı hissedenler adına ve kendi tekamülünde kaybolmuşlar için yazılmış, dengeye adanmıştır. Hayat harekete geçen herkesi varması gereken yere götürür.” (Kohen 2017: Çi, Arka Kapak Yazısı)
Asla rahat bırakılmazsın.
Öylesine, anlamsız varolmazsın.
Mutluluğa saklanamazsın.
Öyleyse acına sahip çıkmalısın!
Çünkü acı, bilginin bedene inmesidir.
Bilgiyi bedene indirmeli, olman gereken şeye dönüşmelisin.
Bu kitap 'kendine gelmek' için burada olduğunun farkına varabilenlere yazıldı. Fi ile çıkılan yolculuğun tek durağıdır Çi. Sadece farkındalığa giden, değiştiren, mutlaka geliştiren bir yoldur bu ama sunduğu seks, macera, intikam, ihtiras sizi aldatmasın, zordur.
Hayatı değil sistemi yaşadığımızı fark edenler, harekete geçmek için işaret bekleyenler, umursamayanlara karşı umursayanlar, hissedemeyenlere karşı hissedenler adına ve kendi tekamülünde kaybolmuşlar için yazılmış, dengeye adanmıştır. Hayat harekete geçen herkesi varması gereken yere götürür.” (Kohen 2017: Çi, Arka Kapak Yazısı)
·
“Çi, ölmek için doğduğunu unutmadan bu
gezegende hiçbir şeyin hiç kimseye ait olamayacağını anlayan, sahip
olduklarının değil analizini yapabildiği deneyimlerin gerçek zenginlik olduğunu
bilerek yaşayıp kendi potansiyelinin savaşçısı olabilme cesareti gösterenlere
adanmıştır.” (Kohen 2017: Çi, 9)
·
“İnsanlığımıza
rağmen hayvanlığımız kadar etrafımızda saygı uyandırabilmemiz ne acıydı.”
(Kohen 2017: Çi, 20)
·
“Sadık
içinde sıkışan nefesi acele etmeden dışarı verdi. Yenisini sakince içeri aldı.
Çi diye düşündü. Vücudunun ürettiği ortalama 0.6 voltluk elektrik Çi’nin her
hücresine akmasını sağlıyordu. Nereden geldiği, niye var olduğu bilinmeyen,
değdiği her şeye hayat veren muhteşem enerji…
(Çi: Tüm canlıları birbirine bağlayan, rejenere eden Yaşam Enerjisi.)”
(Kohen 2017: Çi, 33)
·
“Din
ona bir şey öğretmişti. Dini yüreğinde yaşayanlar Yaradan’ın yolunda sessizce
var olurken, dini aklında yaşayanlar diğerlerinin üstünde oluşturdukları
egemenlikle kitleleri yönetmek için varlardı.” (Kohen 2017: Çi, 34)
·
“Hak
etmeyene parlasın diye ışık tutmayı bırakırsak, o zaman gerçek yıldızları
görebiliriz.” (Kohen 2017: Çi, 42)
·
“Gerçek
güçlüler güçsüz durumlara düşerken, kendi güçsüzlüklerini örtbas edebilmek için
gücün kölesi olanlar güçlü mü görünüyorlardı!” (Kohen 2017: Çi, 46)
·
“Duygularınızın
sizi ele geçirmesine izin vermediğiniz kadar insansınız! Öfke, nefret,
kıskançlık, hayal kırıklığı… Bu duyguların kontrolü ele geçirip hemen bir
davranışa dönüşmesini engelleyebiliyorsanız gelişirsiniz. Peki ya aşk, sevgi,
ümit… Bunların da davranışa dönüşmemesi mi gerekir. Evet, dönüşmemeli! Çünkü
hissettiğimiz anda sevmek ya da kızmak, kafatasımızın içinde bulunan ve şu ana
kadar bilinen en gelişmiş şeye, beynimize hakarettir. Duyguları hormonlarımız
yaratır. Hormonlarımızı beynimizle filtrelemediğimiz sürece kafasının içinde
değerli evrenler taşıyan zavallı hayvanlarız.” (Kohen 2017: Çi, 139)
·
“Bireye,
yoğun şefkat hissettiği kişi tarafından uygulanan şiddet sevgiyle kodlanır ve
bu kod bilinçaltında ya sadist ya da mazoşist eğilimlerin tohumlarına
dönüşürdü.” (Kohen 2017: Çi, 150)
·
“Bir
annenin memesiyle çocuğunu beslemesi gibi din de ruhu besler. Yani din bebeğe
süt veren meme gibidir. Önemlidir, değerlidir. Ama çıkarıp yüzüme yüzüme
sallarsan olmaz! O zaman, memesini çıkarıp yüzüme sallayan anne kılığına
bürünmüş bir sapıktan farkın kalmaz. Yavrusunu besleyen annenin memesinin
kutsallığı neyse, nasıl mahremse, bunu konuşmak bile insanı nasıl rahatsız
ediyorsa din de mahremdir, kişiyle Yaradan arasındadır. Din adına konuşan
herkes günahkârdır çünkü din adına konuşulmaz. Tek kitap vardır. Aracıya
ihtiyaç yoktur. Aracıyı araya şeytan koymuştur. İnanmayı seçen kitabı okur,
anlar. Kitap bu yüzden ‘Oku’ diye başlar.” (Kohen 2017: Çi, 174)
·
“Zenginlikten
gelip tanık olduğu yoklukla adalet savaşçısına dönen Özge ve yokluktan gelip
tanık olduğu zenginlikle köleliğe hizmet eden Sadık, zıtlıkların dünyasında
birbirlerinin gözlerinin içine baktılar evrendeki dengeyi onaylarcasına.”
(Kohen 2017: Çi, 285)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder