Kitap adı: Sineklerin Tanrısı
Yazar adı: William Golding
Orijinal adı: Lord of The Files
Ülke: Birleşik Krallık
Özgün dili: İngilizce
Anadilinde 1. Baskı: 1954
Okuduğum baskı: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 39. Baskı, 2019,
Çeviri: Mina Urgan
“Eğer bir yüz, üstten ya da alttan ışık aldığına göre değişiyorsa, neydi bir insan yüzü? Her şey neydi?” (Golding 2019: 91)
“En büyük düşünceler, en basit olanlarıdır.” (Golding 2019: 158)
Sineklerin Tanrısı’nı okumak bana çok şey kattı, en önemlisi de
farkındalık. Bazen zaten iyi bildiğimiz bazı ayrıntıları gözümüzden kaçırırız
ve sırf bu yüzden hayal kırıklığına uğrarız, halbuki biraz basit düşünecek
olursak eğer, evrilmemiş halimizle hâlâ taslak canlılarız ve bu taslak çizim
bitti gibi düşünsek de özümüzdeki vahşi doğaya dönünce üzerinin karalanması ve
insanlık adını verdiğimiz kazanımlarımızı yitirmemiz hiç de zor değil ama yine
de gücünü değil de aklını takip etmeyi başaran canlılar olursak kitaptaki
Domuzcuk kadar aklı selim olabilir veya en azından ona kulak verebiliriz. Demek
ki umut her zaman var, yeter ki koşmaktan vazgeçmeyelim ve hayattaki ateşimizi
bir an bile söndürmeyelim, yoksa romandaki gibi birilerinin bizi kurtarması
için illa yangın çıkması gerekebilir...
Dilerim ki birgün birileri bu yazıyı okuduğu için Sineklerin Tanrısını okuyup ona hak ettiği anlamı yükleyebilir ve bu kitabın yalnızca bir çocuk-macera kitabından ibaret olmadığını görebilir. Bu yanılgıya düşüldüğünü kitap hakkında biraz araştırma yapınca öğrendim ve oldukça şaşırdım çünkü kitabı elime aldığım ilk andan beri ciddi bir roman ile karşı karşıya olduğumu hissediyor ve yazarın yüklediği tüm anlamları yeterince kavrayabilecek miyim konusunda kaygı duyuyordum. William Golding ile Sineklerin Tanrısı vasıtasıyla tanıştım ve size şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki bence Golding, hayatta anlamlandırmamız ve üzerine düşünmemiz gereken pek çok şeyi analiz etmiş ve bunları direkt bilgiyi sunarak değil de, böyle dinamik bir olay örgüsüyle kurgulayıp okuyucusuna sunarak bizleri düşünme ve sorgulamaya itecek kadar da müthiş bir yazarmış.
*****
“Sineklerin Tanrısı başlangıçta, ıssız bir adaya düşen çocukların serüvenlerini anlatan,
küçükler için yazılmış bir öykü, R.M. Ballantyne’ın Mercan Adası’nın çağdaş bir
uygulaması sanılabilir. Hatta Golding, kendine özgü buruk alaycılıkla,
okuyucunun bu sanısını pekiştirmek istercesine, Sineklerin Tanrısı’nın başlıca iki kişisine Mercan Adası’ndaki çocuklardan aldığı
Ralph ve Jack adlarını verir. Mercan Adası’nda Ballantyne, oldukça duygusal ve
biraz da bön bir iyimserlikle, gemileri battıktan sonra Pasifik Okyanusu’nda
ıssız bir adaya sığınan üç İngiliz gencinin, Büyük Britanya uygarlığının
oldukça başarılı bir küçük örneğini nasıl yeniden kurduklarını anlatır.
Golding’in Sineklerin Tanrısı’nda da bir mercan adası ve İngiliz çocuklar
vardır. Ama altı ile on iki yaş arasında olan bu çocuklar, gelecekteki atom
savaşı sırasında, güvenilir bir yere götürülmek üzere bindikleri uçak bir saldırıya
uğradığı için bu mercan adasına düşmüşlerdir. Ve bu mercan adasında olup
bitenler, Ballantyne’ın romanında olup bitenlere hiç mi hiç benzememektedir…
Sineklerin
Tanrısı’nda
gördüğümüz ıssız ada da yeryüzünün cennetlerinden biridir. Çocuklar da bu
adanın, okudukları Mercan Adası’na
çok benzediğini söylerler. Ne var ki, başlangıçta bunu hiç sezinlemediğimiz
halde, atom çağının çocukları, bu güzelim adayı her açıdan bir cehenneme
çevireceklerdir.”
Mîna Urgan (Arka Kapak Yazısı)
*****
Sineklerin Tanrısı atom
çağındaki bir çocuk topluluğunun savaştan kurtarılıp güvenli bir yere
götürülmesi için bindikleri uçağın ıssız bir adaya düşmesiyle başlayan ve o
adada biten bir roman. Şimdi böyle söyleyince adada geçen standart bir macera
kitabı hissi verdiyse cümlemin basitliğine inanmayın. O halde şöyle anlatayım;
her karakterin derin bir olguyu simgelediği ve anali edilmesi kitabı okumaktan
daha ehemmiyetli olan çok güçlü bir alegorik roman. Hâlâ sırrına erişemediğim
ve neyi veya kimi temsil ettiği konusunda karara varamadığım ve beni araştırma
yapmaya iten kahramanlar var kitapta. Okumalısın çünkü bu tarz, basit bir konu
ile vermek istediği esas mesajların üzerini örten ve ancak o örtüyü kaldırıp
altındaki zengin düşüncelerin, bazen uyarıların, farkına varacak okurların olay
akışı esnasında satır aralarını okuyabildiği, üstünkörü okunduğu takdirde ise
yalnızca yazılan, okunan ve çözülen bir olay örgüsünden ibaret sanılan
romanlar, çoğu zaman zaten ne kadar zengin içerikler ve mesajlar barındırdığı
herkes tarafından kabul görmüş kitaplardan daha değerli oluyorlar. Bu görüşümü
Sineklerin Tanrısı oldukça destekledi.
Bu bir avuç çocuk adaya
düştükten sonra içlerinden yaşça daha büyük olanlar ne yapacaklarını
kararlaştırırlarken, yaşça daha küçük olanları da, ki sayıları da epeyce fazla,
bireysel olarak okumadığımız halk gibi düşünebiliriz. Bu yönetim kısmındaki ana
karakterler Ralph, Domuzcuk, Simon ve Roger’den oluşur. Adadaki düzenin kuralı
buldukları denizkabuğunu elinde tutanın toplantılarda konuşmasıdır. Lider
olarak oylama ile Ralph seçilir ve avcılık işlerinin başına da Jack geçer,
kendi ekibi ile birlikte. Llider olmak isteyen Jack ile Ralph arasındaki
sorunlar burada başlar.
Domuzcuk lakaplı çocuk içlerindeki en zeki ama fiziksel özellikler olarak
en vasıfsız olanıdır. Domuzcuk bence bu romanın en önemli karakteri çünkü vahşi
bir yaşamın ortasında en akıllıca konuşan her zaman Domuzcuk fakat ciddiye
alınmamasının sebebi ise medeniyetten ırak bu adada biraz da fiziksel gücün
önemli oluşu çünkü burada kaldıkları süre arttıkça bu İngiliz çocuklar
medeniyeti ve aklı yavaş yavaş unutmaya başlıyorlar, halbuki insanlığın en
önemli kazanımı olan aklı kullanarak kurtulmalarını hızlandırabilirlerdi, ya da
en azından Domuzcuk’un dediklerine göre hareket etselerdi. Domuzcuk’un zekasının ne
kadar işe yaradığının farkında olan tek kişi belki de Ralph’tır çünkü beynine
bir perde indiğine onu kurtaran Domuzcuk olur, her seferinde. Ralph’a göre “Domuzcuk düşünebiliyordu. O şişko kafası adım adım ilerleyebiliyordu...
O gülünç bedeninde bir beyin vardı.”
Aslında Ralph da Jack de
liderlik vasfına sahip güçlü çocuklardır fakat bir farkla. Ralph iyilik ve
sevgiyi önemseyen ve medeniyete yani evlerine tekrar kavuşmanın hayalini kuran,
Jack ise kötülük ve zorbalığı elinde tutarak bu adada vahşi bir hayat kurup onu
yönetme hayali kuran taraftır. Kitabın irdelenmesi gereken detayları da zaten
bunlar olmalı.
Adada yaşam mücadelesi
verirken unutulmaması gereken tek bir şey vardır, dağın tepesine yakılacak
ateş. Bu ateş bir an bile sönmemelidir çünkü kurtulmalarının tek yolu
birilerinin bu ateşi görüp onları almaya gelmesidir. Ateş konusu üzerinde en
çok duran Ralph olur, yani lider. Domuzcuk sürekli Ralph’a akıl verir ve Ralph
da Domuzcuk’un desteğiyle evlerine dönmeleri için çabalar fakat ne yazık ki
Jack avcılık maceralarına kendini kaptırarak ateşi ihmal eder ve dağın
tepesindeki ateşin söndüğü bir anda uzaklarda gemi geçer dolayısıyla bu ıssız
adadan kurtulma şansları ellerinden kayıp gider. Bunun üzerine iki lider
vasfına sahip olan karakter arasındaki ipler bir hayli gerilir, Ralph ve Jack.
Ralph ateşin kurtulmalarının tek yolu olduğunu defalarca vurguladığı halde Jack
bunun yerine avlanmayı tercih eder, medeniyete dönmek değil adada kalıp
vahşileşmektir hayali, nitekim bunu başracaktır da...
Zamanla kimse adadan kurtulmak
için kendilerine paylaştırılan görevleri uygulamamaya başlar çünkü Jack ile
avcılarının getirdiği eti yemek ve oyun oynamak daha cazip gelir bir çoğuna. Bu
arada bir paraşütçü dağın tepesine düşer ve ölür fakat çocuklar bu ölüyü
uzaktan canavar zannederler. Çocuklar bu canavara inandıkça Ralph’ın
şefliğindeki demokratik düzenden ayrılıp Jack’in bu düzeni deviren vahşi
topluluğuna geçmeye başlarlar...
***DEVAMI SPOILER
İÇERİR***
Canavara bir tek kişi inanmaz adada, Simon. Hatta tek başına bu ölü
paraşütçüyle karşılaştıktan sonra çocuklaırn yanına dönüp durumu anlatmaya
çalışır fakat bunun için geri döndüğünde canavarı öldürme sözleriyle haykırarak
dans eden Jack ve kabilesi onu öldürür.
Simon’un ölümünden sonra işler çığırından çıkar ve Jack gerçekten
acımasız bir düzenle kabilesindeki herkesi emri altına alır. Onun boyunduruğuna
girmeyenler yalnızca Ralph, Domuzcuk, Eric ile Sam isimli ikizler ve öldürülen
Simon’dır.
Maalesef Simon öldürülürken grubun içinde Domuzcuk ve Ralph’ın tarafı
da vardır çünkü o sırada Jack ve kabilesi ile konuşmaya gelmişlerdir. Simon’un
canavar dansına kurban gitmesinin ardındna Ralph ve Domuzcuk’un ekibi oradan
uzaklaşır ve Simon’un ölümünde kendi parmaklarının da olduğunu kabullenmemeye
başlarlar. Aslında iyi insan temasını simgelese de Domuzcuk ve Ralph’ın da bu
duruma alet olması, her insanın içinde iyilik ve kötülüğün bulunduğunun,
yalnızca hangi tarafın ağır basacağına karar verirken iyi ve kötü insan ayrımının
ortaya çıktığının açıklaması kabul edilebilir belki de.
Bu arada
Sineklerin Tanrısı sözü şuradan geliyor: Sineklerin Tanrısı, Jack’in avladığı
bir domuz başıdır, etrafına sineklerin konduğu. Jack bu domuz başını kötü
gücünün bir simgesi haline getirmiştir. Bu da demek oluyor ki Sineklerin
Tanrısı kötülüğü anlatıyor bize kitapta fakat Simon’ın da fark ettiği üzere bu
kötülük dışardan değil içimizden gelen bir değer yani Wiliam Golding diyor ki
roman boyunca çocukların korktuğu o canavar aslında içimizde. Sineklerin
Tanrısı ile karşılaşan Simon bunun farkında ve bu adadaki kötülüğün yani
canavarın aslında insanların içinde olduğunu ne yazık ki anlamıştı fakat Simon
içinde yalnızca iyilik barındıran tek insan olduğu için sineklerin Tanrısı bir
tek Simon’ın içine sızamamıştır...
Zaten Simon’ın
diğer çocuklar tarafından öldürülmesi insanoğlunun medeniyetten yeterli bir
zaman dilimi kadar uzakta kalması ile nasıl vahşilelere dönebileceğinin en açık
kanıtıdır ki üstelik buna neden olanlar sadece çocuklardır, yani insanoğlu
içindeki en masum varlıklar bile acımasız birer vahşilere dönüşebilmektedirler.
Simon ölmesine
ölmüştür fakat temsil ettiği karatkter paha biçilemez bir detaydır çünkü Simon
adadaki yüzde yüz iyi olan tek kişidir. Ralph ve Domuzcuk iyi karakterleri Jack
ise kötü karakter olmasına rağmen Ralph ile Domuzcuk’un içinde kötülük, Jack’in
içinde ise iyilik bulunmaktadır fakat tamamen iyi ve tamamen kötü insanı
simgeleyenler sırasıyla Simon ve Roger’dir bu adada. Roger Jack’in tarafindadir
ve gösterdiği fiziksel şiddet ile yüzde yüz kötü olduğu açıktır, hattt Roger’ın
bu acımasız kötücülüğü beni okurken dehşete düşürmüştü çünkü bu insan aslında
bir çocuk. Jack liderlik peşindedir ve bu yüzden günümüzdeki kötü olarak
adlandıracağımız pek çok insan gibi o da bu liderlik uğruna yapar kötülüklerini
fakat Roger’ın derdi liderlik falan değildir, Roger kötülüğü yalnızca kötülük
dolu olduğu için yapar. Bu yüzden iyi ve demokratik şef Ralph, akıl timsali
Domuzcuk ve zorba lider Jack’in gerçek dünyadan bazı insanların metaforu
olduklarına inanmakla beraber Simon ve Roger’in karşılığı olacak gerçek
insanların en azından bu yüzyılda bulunmadıklarını düşünüyorum.
Bir süre sonra ateşin yakılmasını sağlayan tek şey olan Domuzcuk’un
gözlüğünü çalar Jack. Bunun üzerine ateş yakamayan ve kurtuluş umutlarını
yitiren Ralph, domuzcuk, Eric ve sam Jack ile kabileisnin yanına tekrar
giderler. Saf kötü olduğundan dem vurduğumuz Roger’ın bir kayayı tepeden Domuzcuk’un
üstüne doğru itmesi ile Domuzcuk ölür ve tamamen iyilik ile dolu Simon’dan
sonra Ralph’ın akıl hocası olan Domuzcuk da vahşiliğin kurbanı olur. O her
şeyden korkan Domuzcuk bu vahşilere karşı medenieti savunurken can vermiştir. Bunun
üzerine Jack ve kabilesi durmak bilmez ve Eric ile Sam’i esir alır, Ralph ise
kaçar.
Hikâye Ralph’ın hayatta kalmak için bu kabileden kaçmasıyla devam eder.
Jack’in emirleri ve Roger’in gerçek acımasızlığı Ralph’ın da gerçekten
öldürülmek için arandığınının bariz göstergesidir. Ralph’ın peşindeki topluluk
sırf Ralph’ı bulup öldürmek için ormanı bile yakar. Tüm orman alevler içinde
kaldığı sırada bu alevleri görüp adaya İngiliz kruvazörünün gelmesiyle, üstelik
tam da Ralph yakalancağı sırada görünmesiyle her şey sona erer. İşin ilginç yanı
ise, İngiliz kruvazörünün adadaki lider kim sorusuna Jack’in ses çıkarmaması ve
Ralph’ın kendisinin ileri sürmesi olmuştur. Tüm çocukların Ralph’ı
öldürmek için hareket etmesine neden
olan Jack’in korkaklığı da burada açığa çıkar.
Çocuklar kurtulur
fakat Simon ile Domuzcuk ebediyete karışır, halbuki o ikisi belki de adadaki en
kıymetli insan varlıklarıdır, biri içindeki sonsuz insani iyiliğiyle, diğeri
ise zekası ve çözümleriyle... Şimdi sen karar ver, Ralph ve Jack kimleri temsil ediyordu bu hikâyede?
Peki ya olaylar, Domuzcuk’un yani akıl temsilinin ölümü ve Simon’ın yani iyilik
timsalinin katli, medeniyet gelmemiş bir adada kaldığı için uygarlıktan
öğrendiği her şeyi silip atan Jack, o küçüçük yaşta bu kadar acımasız olabile
Roger’a bakılırsa insanlığın hiç de masum olmadığı ihtimali, aslında kurduğumuz
ve öğrendiğimiz bu “insanlık”ın altında yalnızca hayatta kalma içgüdüsüne sahip
hayvanların barınma olasılığı? Kitabı okuyan diğer insanların bu konulara yaklaşımını merak ediyorum
doğrusu ama üç sorunun cevabını verebilirim sanırım, Sineklerin Tanrısı’na dayanarak. Birincisi, domuzcuk’a
itafen, akıl her şeyden üstün ve eğer akla, mantığa yönelirse insanoğlunun
aşamayacağı zorluk yok fakat bu kötücül dünyada en çok taşlanan da bilim,
mantık veya akıl olduğu için aklın ve ilmin kendini koruyabilecek donanıma da
sahip olması elzem bir gereklilik. İkincisi, Simon’a ithafen, her zmana iyi ve
temiz olan bir şeyler var bir yerlerde, bu iyilik romandaki gibi salt bir insan
olmayabilir her zaman ama yine de farklı biçimlerde var ve bunu biz
öldürüyoruz, öldürmeyelim fakat eğer bizde olmayan kötülüğü görmezden gelirsek
o görmezden geldiklerimiz bir gün korumaya çalıştığımız naif değerleri yok
eder, bu yüzden gerçekleri görmezden gelir veya herkesi kendimiz gibi sanarsak
kaybederiz. Üçüncüsü, Ralph’a hitaben, içimizde hem iyilik hem de kötülük
barınıyor fakat biz hangisini seçersek oyuz, tıpkı Ralph’ın adada tüm
yaşadıklarına rağmen adaleti ve kardeşliği seçmesi gibi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder