19 Mart 2021 Cuma

ALAMUT

Kitap adı: Fedailerin Kalesi Alamut 

Yazar adı: Vladimir Bartol

Orijinal adı: Alamut

Ülke: Slovenya              

Özgün dili: Slovence

Anadilinde 1. Baskı: 1998

Okuduğum baskı: Koridor Yayıncılık, 2017, Çeviri: Ender Nail 

Sayfa Sayısı: 510     


Hasan Sabbah'ın, Alamut Kalesinin, fedailerin ve cennet bahçelerinin hikayesi.

Bir tarafta Hasan Sabbah'ın yeryüzü cennetiyle yeni tanışan güzel köleler, diğer tarafta onun en güvenilir savaşçıları olan fedailer. Sabbah'ın yarattığı cennetin içinde gözleri açıldığında hepsinin hayatı hiç umulmadık bir şekilde değişir.

Hikaye 11. yüzyıl İran’ında, kendini peygamber ilan eden Hasan Sabbah'ın, seçilmiş bir grup insanı intihar suikastçısına dönüştürerek bölgede hakimiyet kurmak için çılgınca ve aynı zamanda zekice bir plan tasarladığı Alamut Kalesinde geçmektedir. Güzel kadınların, yemyeşil bahçelerin, şarap ve haşhaşın göz boyadığı sanal bir cennet yaratan Sabbah, genç savaşçılarını emirlerine uydukları takdirde bu cennete gidebileceklerine inandırır. Kendilerini onun yoluna adayan, ölmeyi de öldürmeyi de göze almış olan bu küçük orduyla hükümdar sınıfına gözdağı verebileceğini düşünür.

Sabbah kendi deyimiyle insanların saflığını kullanıp dine adanmışlığı politik emellerine alet eder. Artık kapılar onun için ardına kadar açılmıştır.” (Bartol 2017: Arka Kapak Yazısı)

* * * * * * * * * * * * *

Alamut, şimdiye dek okuduklarım arasında bana en ilginç gelen kitap oldu. Tarihi bir roman olma özelliği taşımasının yanı sıra temeli bir kurgu ile döşenmiş ve yıllar önce İngiliz çevirmeninin de vurguladığı gibi Alamut tamamen edebi nitelikte bir eser. Olay örgüsü 11. Yüzyıldaki İran’ı tasvir etmekle birlikte romanın pek çok karakteri yazara ait kurgunun kahramanlarıdır, dolayısıyla yazarın ve önemli çevirmenlerin de arzu ettiği gibi Alamut, bir tarih kitabı olarak değil tarihten esinlenerek kaleme alınmış tamamen edebi nitelikteki bir roman olarak değerlendirilmelidir. Buna ben de fazlasıyla katılıyorum çünkü romanı gereken özeni vererek okuyan her okuyucu insanla alakalı derin içsel çatışmaları olay örgüsünün önüne alacaktır.    

Alamut Kalesi’nin başındaki Hasan Sabbah’ın İsmaili öğretisini temel alarak izlediği yol hikâyenin konusunun temelini oluşturuyor. Hasan Sabbah’ın temel aldığı bu öğreti hiçbir şeyin gerçek olmadığını ve bu yüzden her şeyin mübah olduğunu söylüyor. Bu tabir kitapta da birkaç kez karşımıza çıkıyor. Manevi hakikatin yani ölümden sonrasının olmadığına inanan Hasan Sabbah, emrindeki askerleri ise bunun tam tersine yani ölümden sonraki mükafatı ileri sürerek yönetiyor. İran’ın diğer kalelerinin de yönetimini almak için uğraşan Hasan Sabbah, Selçuklularla yani Türklerle verdiği büyük mücadelede kazanmak için akıl almaz bir plana başvuruyor. Zaten ana tema da burada karşımıza çıkmaya başlıyor. Hasan Sabbah’ın cennetin anahtarına sahip olduğunu iddia etmesi ve huri yerine geçecek güzel kızlarla oluşturduğu oluşturduğu bu cennet gibi yeri fedailere göstererek onları adeta intihara hevesli hâle getirerek az sayıdaki ordusunun gücünü ulaşılamaz seviyeye getirmesi ve bu korkunç plan boyunca çevresindeki pek çok insanı, oğlunu bile, acımasızca katletmesi, Hasan Sabbah’ın korkunç planının başarıya ulaşmasını sağlayan temellerini oluşturuyor.


İranlı Hasan Sabbah’ın İsmaili öğretisinin hakikati inkâr eden düşüncesini hayatının düsturu edinerek ve yarattığı cennet bahçeleriyle emrindeki fedaileri ölüme koşarak giden korkusuz savaşçılara dönüştürerek Selçuklulara karşı verdiği savaş ve Alamut dışındaki kaleleri de ele geçirerek güçlenip İran’ın başındaki tek güç olma yolundaki uğraşını konu alan bu roman, ele aldığı döneme ait çok derin ve dolu bir edebi eser olup, emrindeki askerlere ve düşmanlarına en korkunç işkenceleri bile yaşattığı hâlde kendine hayranlık duyulmasını, cennetin anahtarını elinde bulundurduğunu iddia ederek başaran ve bu sayede kendini peygamber ilân eden Hassan Sabbah’ı, ona koşulsuz inanan fedaileri ve yarattığı cennet bahçelerindeki kadınların dünyasını, soluksuz okunacak bir akıcılıkla anlatıyor .

* * * * * * * * * * * * *

Bartol’un Alamut’taki en büyük başarısı hikâye anlatıcısı olarak ortadan kaybolmayı başarıp, hikayeyi karakterlerinin sürdürmesine olanak vermesinde gizlidir. Okura hangi karakterin hareketlerinin onaylanması hangilerinin yerilmesi hususlarında yol gösteren herhangi bir otoriter ses yoktur. Okur roman boyunca kendi younu kendi bulmalı, şaşırmalı, karmakarışık duygularla boğulmalıdır. Zaten böyle gizemli bir eser yazmayı planlamıştır Bartol.” (Michael Biggins 2017: 501) (Michael Biggins Ağustos 2004, Eserin İngilizce çevirmeni)


Yazarın romanında barındırdığı güçlü bir özelliği daha var, kitabın en sonundaki çevirmen yorumunda bunu okudum ve sahiden öyleydi dediğimi hatırlıyorum. Kitabın iyi ve kötü karakterleri neye göre, bize göre belirleniyor. Yani okuyucunun taraf tutma yetkisi var. Yazar her karakterin iç dünyasını sunmuş satırlarında ve neyi doğru, neyi yanlış olarak ilan edeceğimiz hakkında bir yönlendirmede bulunmamış. Zaten roman dili gereği anlatıcıyı saklayan türden, bunun üzerine yazarın ya da anlatıcının olayları, insanların kararları, duygu ve düşünceleri ve daha birçok detayı tarafsız bir şekilde kaleme alması, hangi karakterin hangi davranışını ne gözle değerlendireceğimiz hususunu tamamıyla bize bırakıyor. Eğer istersen İbni Tahir’i haksız bulabilir, Meryem ve diğer kızları doğru ilan edebilirsin, istersen de Hasan Sabbah’ın haklı bir savaş verdiğini öne sürebilirsin, dolayısıyla kitabın sonunun iyi veya kötü bitişi bile okuyucu odaklı bir tercih olacaktır.


Neticede duygusal olarak deforme olmuş bir insanın ne derecede zeki olursa olsun istediğinden fazla güce sahip olmasının son derece trajik olduğu ortaya çıkar.” (Michael Biggins 2017: 506) (Michael Biggins Ağustos 2004, Eserin İngilizce çevirmeni)


Yazarın böyle bir tavrı benimsemesi edebi açıdan bakacak olursak gayet yerinde olmuş fakat öte yandan kitabın yazıldığı dönemdeki toplulukların kimisinin yazarı diktatörleri övmekle, kimsinin ise ironi yoluyla diktatörleri feci şekilde yermekle itham etmesinin önü alınamamış, neticede yazarın bu iki seçenekten hangisinin kendisine daha yakın olduğu konusunu açıklığa kavuşturmaması ve siyasetle ilgilenmeyip kitabın tamamen edebi bir eser olarak incelenmesini arzu ettiğini söylemesi de bu konudaki tartışmaların son bulmasını engellemiştir.


Bir insan ya merak dolu, öğrendiklerini tecrübe etmeye takıntı derecesinde tutkuludur ya da yalnızca yaşam sevgisiyle doludur. Özel yaşamında Bartol daha ziyade ikinci gruba uygun bir bireymiş imajı çizse de romanında ilk gruba ait bir bireyin abartılı kompozisyonunu resmetmeyi tercih eder.” (Michael Biggins 2017: 509) (Michael Biggins Ağustos 2004, Eserin İngilizce çevirmeni)


Roman hakkında benim yaklaşımım ise şu şekilde oldu:

Yazar kendi kitabı hakkında yaptığı bir yorumda Hasan Sabbah’ın uyguladığı yaptırımlar ne kadar korkunç boyutlarda olursa olsun yine de Hasan Sabbah’ın bile insani özellikler taşıdığı ve yalnızlığın sıradan bir insanı etkilediği gibi kendisini de hüzünlendirdiğini belirtmiş ki bunu kitabı okuyanlar fark edecektir zaten. Yazarın kendi kitabına dair verdiği başka bir örnek de İbni Tahir üzerine ki ben kitap içinde kendi kişisel hikâyesinin bitiş şekline anlam yüklemeye çalışırken çok zorlandığım için bu yorumu ilgiyle okudum. Yazar, İbni Tahir’in Hasan Sabbah tarafından kandırıldığını öğrendiğinde bile aşık olduğu kadın olan Meryem tarafından kandırıldığını fark ettiği an kadar etkilenmediğini söylüyor. (Bu arada kitabı okuyan biri olarak söylüyorum, bu detay çok rahat fark ediliyor okurken. Ayrıca kitabın sonuna kadar İbni Tahir’in gerçeği öğrenince gitmesine şaşırmış vaziyette geri dönüp Hasan Sabbah’ın planlarını bozmasını bekledim ve gelmediği her sayfada İbni Tahir ile empati kurma isteğimin daha bir azaldığını hissettim çünkü filozof Avni olarak çekip gitme yönündeki tercihi hayal kırıklığı yaşattı.)

Yazarın verdiği bu iki örnekte vurgulamak istediği mesaj, insanlığın, sevginin, aşkın, dostluğun, insani hislerin ve tabii ki romanda Hasan Sabbah’ın inkâr ettiği manevi hakikatin, en güçlü yönetim şekillerinden, türlü türlü rejimlerden, ülkeyi ele geçiren etkileyici ve korkutucu güçten ve hatta tarihe yön veren o şaşaalı cennet bahçeleri ve intiharlardan bile çok daha fazla etkili ve ehemmiyetli olduğudur. İşte ben de tamamen yazarın kendi kitabına dair yaptığı bu yoruma katılıyorum ve romanı okurken edebi veya duygusal yönünü destekleyen okuyucuların da kitaptaki bu insani detayların, olaylar karşısındaki insani tepkilerin somut olaylardan daha ilgi uyandırıcı olduğu konusunda hemfikir olacaklarına inanıyorum.

Vladimir Bartol bir şaheser ortaya koymuş, müthiş bir kalemi olan özel bir yazar ve bu yüzden bu romanı herkesin okumasını öneririm. Somut bir fikir beyan etmek gerekirse, diktatörlük ve zulüm üzerine iyi bir taşlama olarak aldım ben Alamut’u, dediğim gibi yazar tarafsızca anlatmış kurguyu ama belki de yazarın da eğiliminin bu yönde olduğunu hissettiğim detaylar yakalamam beni bu düşünceye itmiştir, mesela kötülüğün babası bile mutsuzluk ve hüzün hissedebiliyor.

Öte yandan cennet bahçeleriyle kandırılan fedailerin gerçeği fark etmemesi okuma sürem boyunca eleştirdiğim bir noktaydı, 11. yüzyılda dahi olsalar fark etmeleri gerekirdi bence. İşte buradan da aklın yeterinde kullanılmadığı insan bedenlerinin görünmez iplerle sahiplerine bağlı birer kuklaya dönüştükleri çıkarımını yaptığımı belirtmek istiyorum. Üç fedai aklını kullanamadı diye diğerleri de onların peşinden sürüklendi, demek ki bir insanın aklını reddetmesi kendisinden daha fazla hayata sebep olabiliyormuş, bence günümüzdeki okuyucuların bu çıkarımı almaları yararımıza olacaktır...


Dostum! Kardeşim! İnsanı dostluğun gücü kadar kahramanlaştıran başka bir şey var mıdır? Yüreğimize aşktan, sevgiden daha fazla işleyen bir şey bulabilir misin? Ve hakikat kadar övgüye layık başka bir kavram var mıdır?” (Alamut’un 1957 baskısı üzerine kendisinden bir yorum istenince yaşlı Bartol’un söylediklerinden bir kesit)

* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *

 ROMAN ÖZETİ:

Roman Hasan Sabbah’ın kurduğu cennet bahçeleriyle başlar. Birçok eğitimden geçirilen genç kızların arasına yeni katılan Halime gibi çoğu köle olarak satın alınmıştır, başlarında da Meryem denilen, Hasan Sabbah’a yakın olan kadın vardır. Bu güzel bahçelerdeki kızlar birer esir olduklarının farkında değildirler çünkü güzel yiyecekler yiyip, güzel bir doğanın içinde yaşamakta, ne için eğitildiklerini sorgulamadan derslere girip çalışmaktadırlar. Zaten kitap boyu bu kızların ve fedailerin sorgulamadan kabul ettikleri yalanlar dikkat çeker.


Erkek kadının binlerce farklı melodiyle çalması gereken bir arpa benzer. Aman, eğer kadın beceriksiz bir aptalsa ne korkunç sesler çıkar bu çalgıdan! Ama bir de kabiliyetliyse, bir şeyler öğrenmişse, hünerli elleriyle enstrumanından daha önce işitilmedik ezgiler çıkartmayı başarabilir.” (Bartol 2017: 35)

 

Hasan Sabbah çok okuyan, pek çok dini ve kültürü yakından gözlemleyen bir efendidir. Kötülüklerin efendisi de diyebilirim kendisine. Alamut Kalesi’nin başındaki lider olan Hasan Sabbah kalenin askerlerinin en iyilerine fedai olmaları için özel eğitimler verilmesini sağlamaktadır. Yalnızca savaş, kılıç ve dayanıklılık dersleri değil şiir ve benzeri sanat dallarıyla ilgili dersler de almaktadır bu fedai adayları. En önemlisi de din eğitimleridir, Hasan Sabbah Hz. Ali yanlısıdır ve İsmaili öğretisini savunmaktadır ve romanda sık sık bu öğretinin ölümden sonraki hakikatin olmadığından bahsetmektedir fakat fedailere öğretilerin dini eğitimde ölümden sonraki yaşamın olduğundan, Hasan Sabbah’ın da onlara gönderilen son peygamber olduğundan, hatta cennetin anahtarlarının Hasan Sabbah’ın elinde olduğundan bahsedilir. Bu öğretiler başta fedai adayları olmak üzere kaledeki tüm askerlerin benimsediği düşüncelerdir ve Hasan Sabbah’ı kutsal biri olarak görmektedirler.

 

Allah, Ademi’i dört maddeden yaratmıştır. İlk olarak toprağı kullandı ancak toprak sertti ve kolayca ufalanıyordu. Toprağı toz haline getirerek ikinci element olan suyla karıştırdı. Bu toz ve su karışımını yoğurarak ona insan biçimini verdi. Ama bu figür çok dayanıksızdı ve her dokunuşta şekil değiştiriyordu. Bu yüzden üçüncü element olan ateşi yaratıp insan figürünün dış kabuğunu kuruttu. Böylece esnek bir tene sahip olmuştu. Ama çok ağırdı. Bu yüzden göğüs kısmına koyduklarından bir kısmını oradan aldı. Kalan boşluğun da sonra çökmemesi için orayı dördüncü element olan havayla doldurdu. Böylece insan vücudu tamamlanmış oldu. Artık dört temel elementten oluşan bir varlıktı insan. Toprak, su, ateş ve hava.” (Bartol 2017: 72)

 

İbni Tahir bu kaleye kendi isteğiyle sonradan katılan ve fedai eğitimlerine katılan bir adamdır. İbni Tahir’in babası, dedesini öldürenlerden intikam alması için İsmaili hizmetine girip İsmaililerin karşıtı olanlardan intikam almasını istemiştir ve böylece İbni Tahir Alamut Kalesi’nin kapısını çalmıştır. Şiire olan yatkınlığıyla kısa sürede ün salan İbni Tahir en gözde öğrencilerden biri hâline gelir. Böylece Süleyman, Yusuf ve İbni Tahir’in öne çıktığı fedai öğrencileri Hasan Sabbah’ın talimatıyla verilen eğitimlerle Hasan Sabbah’ı kutsal biri olarak görmekte, fedai eğitimi almaktadırlar.

 

... çölde açlıktan ölmekte olan bir çakal kafesteki karnı tıka basa tok bir aslandan daha mutludur.” (Bartol 2017: 86)

 

Fedai öğrencileri seçilirken bilhassa kadınlarla hiç münasebetleri olmayanları seçer Hasan Sabbah ki cennet bahçelerindeki hurilerle temasları neticesinde kolay kandırabilsin onları. Hasan Sabbah’ın yanında dahi ve büyük dahi dediği üst mertebedeki bilgeler de bulunmaktadır ve bunlar Hasan Sabbah’ın hakikate inanmadığının bilincindedirler. Hasan Sabbah’ın inandığı, güvendiği iki insan, Ebu Ali ve Buzruk Ümit ise cennet planlarından haberdar olacak iki varisidir.

 

Yemek içmekten sonra kadın sevgisinin uğruna mücadele edilmesi gereken tek şey olduğunu söyleyen filozoflara aynen iştirak ediyorum...” (Bartol 2017: 154)

 

Hasan Sabbah’ın gençliğinde yaşadıkları yüzünden Selçuklularla düşman olduğu aşikardır. Bu yolda vereceği savaş için az sayıda askeri vardır fakat Hasan Sabbah bilir ki bir insan ölümden korkmazsa, hatta ölüme seve seve giderse o asker bin askere bedeldir. Zaten tüm planın özü de budur. Hasan Sabbah yıllarca bu fedai ve cennet bahçeleri planını hazırlamıştır. Örünü bunlara adarken bir yandan da ya gerçekten de ölümden sonrası varsa, hakikat varsa diye içini bir şüphe kemirmektedir fakat bunu dışarıya belli etmez. Cennet bahçelerini hazırlığı gizlice sürerken, askerler de fedai eğitimi alırken Alamut Kalesi’ne saldırılar başlar ve Hasan Sabbah alelacele askerlerini fedai sınavına sokup fedai ilân edilmelerini sağlar.

 

Hepimiz geleceği çok fazla düşünüyoruz. Bu sebeple de bugünümüzü heba ediyoruz.” (Bartol 2017: 162)

 

Zaten sürekli beynini yıkadığı fedailerden üçünü, Süleyman, Yusuf ve İbni Tahir’i seçerek kendisine olan inançları güçlensin diye cennet bahçelerini anahtarını gerçekten kendisinde olduğuna inansınlar diye onları haşhaşla uyutarak Alamut’un arkasındaki güzel bahçelere gönderir ve onları cennete gönderdiğine inandırır. Bu sırada bahçedeki kızlar da Meryem’in gözetiminde tembihlenir ve gelen fedaileri cennette olduklarına inandırır. İbni Tahir kendisiyle yakında ilgilenen Meryem’e, Süleyman da Halime’ye aşık olur. Neticede döndüklerinde hepsi cennete gönderildiklerine inanmışlardır. Böylece tekrar cennete dönme arzusu üç fedainin de içini kemirmeye başlar. Adeta ölmeye ve cennete gitmeye can atıyorlardır. Hasan Sabbah’ın planı işe yaramıştır.

 

Kitleler hep böyle davranmayı yeğlemiştir zaten. Belirsizlikten korkar, kendilerine anlatılan en saçma sapan şeylere dahi hakikat tutunacak bir dal sunmadığı için büyük kalpleriyle iman ederler. Bu konuda yapabileceğin bir şey yok. Bu kitlelerin peygamberi olmak isteyen kişi karşısındakiler sanki küçük birer çocukmuş gibi masallar anlatmalı, kafalarını envai çeşit hikayeyle doldurmalıdır. Zaten bu yüzden zeki insanlar hep kitlelerden uzak durmayı tercih etmişlerdir.” (Bartol 2017: 171)

 

Artık diğer kalelerle savaşlarını rahatlıkla yapar Hasan Sabbah. Hatta kalesine saldırmaya gelenlere bir gösteri yapar, ona inanan fedailerin canıyla... Süleyman ve Yusuf’a kendilerini öldürürlerse cennete gideceklerini söyler ve hemen seve seve kendilerini öldürürler bu iki fedai, Hasan Sabbah’ın düşmanları bu manzaradan çok etkilenir ve Hasan Sabbah ve kalesindeki fedailerden korkarlar.

 

İnsanlar kurdukları basit dünyalarına iyice bağlandılar artık. Onlara cennetin kapılarının gözlerinin önünde açılmasını sağlayacak bir anahtar sunamayan birinin peygamberliğini ilan etmesi hiçbir fayda sağlamayacaktır.” (Bartol 2017: 172)

 

İbni Tahir’i başverizi öldürmek üzere düşmanların kalesine yollar Hasan Sabbah. Başveziri öldürdükten sonra idam edileceğini bile bile İbni Tahir de gider fakat başveziri bıçakladıktan sonra ona gerçekleri anlatırlar. İbni Tahir kandırıldığını öğrenince onu öldürmek yerine düşmanları gitmesine izin verirler çünkü kandırıldığını öğrenen İbni Tahir Hasan Sabbah’ı öldürüp intikamını almak istemektedir. Meryem’in aşkının bir kurmaca olduğunu anlamak ise onu daha çok yıkar. Başveziri kurtarmazlar ve ölür. İbni Tahir’in bunu başarması Hasan Sabbah’ın hoşuna gitse de idam edilmeden geri dönmesine şaşırır ve gerçekleri anladığını sezer.

 

Öğrenmek gençliğe, öğretmek de yaşlılığa yaraşır.” (Bartol 2017: 176)

 

Tam bu esnada çok şaşırdığım bir şey oluyor ve İbni Tahir’i iyi bir şey yaptığına ikna ediyor Hasan Sabbah. Cennet bahçeleri yalanını öğrenen İbni Tahir insanların bu yalanla mutlu olduklarını anlatması yeterli oluyor. İbni Tahir de Hasan Sabbah’ı öldürmekten vazgeçip filozof olarak çekip gidiyor. İbni Tahir’in Hasan Sabbah’tan intikamını almaya geleceğini sandım sonuna kadar fakat gelmedi.

 

Hiçbir şey gerçek değil, her şey mübah.” (Bartol 2017: 223)

 

Bu sırada başka fedailer de gönderir Hasan Sabbah, kurmaca cennet bahçelerine. Süleyman’ın geri dönmediğini gören Halime intihar eder. O küçük kızın intihar ettiğini gören ve fedailerin Hasan Sabbah için canlarına kıydıklarını öğrene Meryem bütün bu kurmacanın bir parçası olduğu için kahrolur ve o da intihar eder. Meryem’in ölümü Hasan Sabbah’ı sanırım üzüyor çünkü rahatça konuşabildiği tek kişiydi Meryem. Yine de güç hırsıyla insanların canını harcayacak kadar rasyonalizm kokan bir adam olduğu için Hasan Sabbah yolundan dönmez. Gönderdiği diğer üç fedaiden biri cennet bahçeleri olayının kurmaca olduğunu anlayınca direkt öldürtür onu mesela. Hiç acıması yoktur Hasan Sabbah’ın. Hatta uzaklarda kendi için çalışan sağ kolunu öldürdüğü haberini aldığı öz oğlu Hüseyin’i bile sırf kendi yazdığı kanunlara uymak için öldürtür. Öz oğlunu bile öldürten bir güç avcısı diyebilirim Hasan Sabbah için. Hem de inandığı şeyin tam tersini askerlerine anlatarak onların kendisini peygamber gibi görmelerini sağlayacak ileri gittiği bir düzenin kurucusudur Hasan Sabbah.

 

Algılayamadığımız bir şey düşüncelerimizde de yer etmez. İyi ama madem duyularımız bizi aldatıyor onlar sayesinde elde ettiğimiz bilgilerin hakikatine nasıl güveneceğiz?” (Bartol 2017: 270)

 

Başvezirin ölümü üzerine Hasan Sabbah'ın esas düşmanı sultan bir adamını haberci olarak Alamut’a yollar. Sultanın Halef isimli adamını işkence eden Hasan Sabbah, fedailerden Cafer’in emrindeki doktora verdiği talimatla Halef’e benzetir ve onu o kılık ve yüz değiştirmiş halde sultana yollar. İbni Tahir’in başveziri öldürdüğü gibi Cafer de sultanı öldürür, zehirli bir bıçakla ve kendisi de öldürülür.

 

Hayal hayatın temel yapı taşlarındna biridir. Bizim hasmımız değil, bizi ayakta tutacak vasıtaların en önde gelenidir. Heraklit kainatı hiçbir planı olmayan zaman tarafından tanzim edilmiş bir karmaşa yığını olarak görüyordu. Zamanı da istediğinde devirip sağa sola saçtığı istediğindeyse düzenli bir biçimde üst üste dizdiği renkli taşlarla oynayan bir çocuğa benzetiyordu. Ne kadar yerinde bir teşbih!” (Bartol 2017: 271)

 

Artık başvezir ve sultan ölmüştür. Düşmanlarını alt etmiş ve kaleler arasındaki çatışmaları da iyi eğitim alan fedailerin güçlü çatışmalarıyla geri püskürtmeyi başarmıştır Hasan Sabbah. Baştan beri hedeflediği güce artık ulaşmıştır ve çevresinde kendisine inanan insanların intiharları sayesinde tüm ülkenin gücünü eline almıştır. Artık herkes ona hürmet etmektedir. Cennet bahçeleri yalanını ise yalnızca yanındaki büyük dailer Ebu Ali ve Buzruk Ümit bilmektedirler. Hasan Sabbah’ın yanlış yaptığını bilseler de müdahale edemezler bu gidişata ve Hasan Sabbah’ın veliahtı olurlar.

 

Acıdan ve kederden kaçıp, mutluluğun ve refahın peşinden koşmak yegane insani hedeftir.” (Bartol 2017: 272)

 

İbni Tahir gitmiş, Meryem ve Halime intihar etmiş, Süleyman ve Yusuf da koşarak ölüme atlamışlardır. Öz oğlu da öldürülmüştür. Hasan Sabbah’ın insani değerlerinin nüksettiği, bu ölümlere üzüldüğü anlar var ama bu satırlar yaptığı kötülüğün üzerini örtmek için yeterli değil bence. Bütün bunları ne için yaptı? Geçmişteki intikamını almak, kendisini ülkedeki tek güç hâline getirmek için.

 

‘Demek ölümden sonra da bir şeyler varmış,’ dedi kendi kendine. Bu, tüm hayatı boyunca onu en çok korkutan şeydi. Zira yaptığı her şey ölümden sonra koca bir hiçlik bulunduğu düşüncesi üzerine bina edilmişti.” (Bartol 2017: 375)

 

Bütün olanlardan ve yaşadığı, kazandığı zaferlerden sonra yaşlı bir adam olan Hasan Sabbah yerini varisi Ebu Ali ve Buzruk Ümit’e bırakarak kurduğu bu düzeni devam ettirmelerini ister ve cennet bahçelerine son kez göz attıktan sonra odasına bir daha hiç çıkmamak üzere kapanır, tabiri caizse inzivaya çekilir.

 

...tüm  büyük şeyler, bütün insanlık onlara karşı çıksa da, büyüklüklerinden bir şey yitirmezler.” (Bartol 2017: 472)

 

Kurduğu düzenle ilgili kanun niteliğindeki kitapları yazacağını söyler odasında ve bir daha odasından hiç çıkmaz. Bütün kötülüklerine rağmen içinde yalnızlığın hüznü vardır. Hasan Sabbah’ın bile içinde insana dair hisler mevcuttur.  

 

Meryem gibi çevresinde olan bitenleri görüp seyirci kalamadığı için intihar eden bir kadın da vardır elbet bu hikâyede ama diğerleri biraz da her şeye gözleri kapalı inanmaları ve sorgulamamalarının kurbanı olmuşlardır....

 

İnsan hayatının tamamını dört duvar arasında geçirebilir. Kendisini tutsak olarak hissetmediği müddetçe tutsak sayılmaz. Ama kainatın sonsuz büyüklüğünü, milyonlarca yıldızı, galaksiyi görüp, onlara asla erişemeyeceğini bilen biri için koskoca dünya hapishaneden farksızdır. İdrak ettikleri şey zamanın ve mekanın tutsağı haline getirir.” (Bartol 2017: 497)

* * * * * * * * * * * *


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder