22 Şubat 2021 Pazartesi

UÇURTMA AVCISI

Kitap adı: Uçurtma Avcısı 

Yazar adı: Khaled Hosseini

Orijinal adı: The Kite Runner 

Ülke: Amerika              

Özgün dili: İngilizce

Anadilinde 1. Baskı: 2003

Okuduğum baskı: Everest Yayıncılık, 63. Baskı, 2018, Çeviri: Püren Özgören



Senin için bin tane olsa yakalarım,

************

Emir ve Hasan, Kabil'de monarşinin son yıllarında birlikte büyüyen iki çocuk... Aynı evde büyüyüp, aynı sütanneyi paylaşmalarına rağmen Emir'le Hasan'ın dünyaları arasında uçurumlar vardır: Emir, ünlü ve zengin bir işadamının, Hasan ise onun hizmetkarının oğludur. Üstelik Hasan, orada pek sevilmeyen bir etnik azınlığa, Hazaralara mensuptur.

Çocukların birbirleriyle kesişen yaşamları ve kaderleri, çevrelerindeki dünyanın trajedisini yansıtır. Sovyetler işgali sırasında Emir ve babası ülkeyi terk edip California'ya giderler. Emir böylece geçmişinden kaçtığını düşünür. Her şeye rağmen arkasında bıraktığı Hasan'ın hatırasından kopamaz.

Uçurtma Avcısı arkadaşlık, ihanet ve sadakatin bedeline ilişkin bir roman. Babalar ve oğullar, babaların oğullarına etkileri, sevgileri, fedakarlıkları ve yalanları... Daha önce hiçbir romanda anlatılmamış bir tarihin perde arkasını yansıtan Uçurtma Avcısı, zengin bir kültüre ve güzelliğe sahip toprakların yok edilişini aşama aşama gözler önüne seriyor.

Uçurtma Avcısı'nda anlatılan olağanüstü bir dostluk. Bir insanın diğerini ne kadar sevebileceğinin su gibi akıp giden öyküsü...” (Hosseini 2018: Arka Kapak Yazısı)

************

 

Övgüler yağdırdığım pek çok kitapla rastlaştım, hele ki romanlar... Yine de eğer ömrüm boyunca en çok bağ kurduğum yalnızca beş kitabı seçmem istenseydi, şüphesiz içlerinde Uçurtma Avcısı olurdu...    

 

Khaled Hosseini yani Uçurtma Avcısı’nın yazarı Kâbil’de doğan bir Afgan çocuğudur. Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı yerle bir etmesiyle ailesi Khaled’i de alıp siyasi sığınma talebiyle Amerika’ya göçmüştür. California’da okuyarak doktor olur Hosseini ve Uçurtma Avcısı’nı da doktorluğu sırasında mesai öncesi sabahın erken saatlerinde yazmıştır. Romanın baş kahramanı olan Emir de Amerika’ya göen bir Afgan çocuğudur ve o da yazar olur, gerçi Emir Afganistan’dan bahsetmez kitaplarında ama kardeşi Hasan’a karşı ettiği büyük ihanetinin yarattığı vicdan azabını dindirmek üzere yıllar sonra doğduğu topraklara geri dönecektir...

 

Uçurtma Avcısı’nı okurken tüm olanları Emir’in ağzından dinliyoruz ve gerçek Afgan savaşının acı detayları okurken epeyce düşündürüyor. Nitekim Emir’in ve Hasan’ın yaşadıkları ve kendilerinden sonraki nesle kadar varan vicdan için bedel ödemeler de o kadar gerçekçi ve ağır ki duygulanmamak, hele ki son sahnede ağlamamak elimde değildi. Baştan sona tüm yaşananlar ve hissedilenler Emir’in ağzından anlatılıyor kitapta, onun vicdanıyla olan iç savaşı da buna dahi.

 

Afganistan’ın savaşla birlikte mahvolan sokakları, topraklarını terk eden insanların sıfırdan başlayıp hayatta kalma mücadelesi, Afganistan’da kalanların dilencilik yapması ve bu dilencilerin içinde üniversite hocalarının bile olması, Taliban’ın Afganistan’a barış getirme söylemiyle gelip halkı savaştan beter hâle getirmesi, küçük çocuklara istismar etmesi ve Taliban’ın bu iğrenç yaptırımları karşısında kimsenin elinden bir şey gelmemesi; biraz olsun koşamayacak kadar aç olan Afgan çocukları; her şeyi arkada bırakıp muntazam bir hayat kurabilen bir adamın çocukluğunda en yakın arkadaşına, kadeşine ihanet edişi üzerine Taliban dolu, sefalet ve korku salan öz topraklarına geri dönüşü; öte yandan bir Hazara çocuğunun kardeşinden çok ağır bir ihanet görmesi ve sesini dâhi çıkarmaması, Afganistan’ın Peştun ve Hazara sınıf farkının aynı yaştaki çocuklara kadar yansıyan katı kuralları, mükemmelliyetçi bir babanın hayatının tek ve en büyük hatasını yapması; Emir’in ve alçak Taliban başı Assef’in ilâhi adalet dedirtecek kadar ettiklerini bulmaları; kitabın detaylarında kalan erkek kadın ayrımına karşı yaşanan sessiz isyan, erkeğin eğlencesi, kadının ise namusu denilerek yapılan adaletsizliğin de altının çizildiği düşünceler; çaresizlik, sonunun mutlu mu mutsuz mu bittiği belli olmayan ama içinde girenin tüylerinin diken diken olacağı bir sonun hâkim olduğu koca bir hikâye; her şey bir yana, Afganistan’da çocuk çok ama çocukluk yok dedirten küçük ama ruhu kocaman Sohrab, tüm düğümlerin çözüldüğü, tüm bedellerin ödenmesinin anahtarı, yeniden iyi biri olmayı mümkün kılan Afgan çocuğu Sohrab...

* * * * * * * * * * * *

ROMAN ÖZETİ:

 

Hikâye Emir’e Rahim Han tarafında gönderilen mektupla başlar. Rahim Han, Emir’in vicdan acabı duyduğu konuları bilmektedir ve ona bir çağrı yapar, bunu yenmesi ve her şeyi düzeltebilmesi için bir şansı vardır... Rahim Han’a göre, geçmişi değiştiremese de yeniden iyi biri olmak mümkündür Emir için.

Yeniden iyi biri olmak mümkün.” (Hosseini 2018: 2)

 

Emir’in ağzından, Afganistan’ın çocuklarını ve Emir’in çocukluğunu dinlemeye başladığımızda Emir’in her şeyi en baştan anlatığını anlarız, Emir’in gözünden Afganistan, Baba, Hasan, Ali ve Emir:

 

Emir zengin ve varlıklı bir Baba’nın ve kaliteli ve kültürlü bir kadın olan Sofia Akrani’nin oğlu olarak Afganistan’ın Kâbil şehrinde doğmuş, annesi doğumda ölmüştür, Emir de Vezir Ekber Han bölgesinde babasıyla birlikte yaşamaktadır. Baba’nın yardımcısı olan Ali, Baba’yla birlikte büyümüştür ve onun hizmetinde yaşamaya başlamıştır. Ali’nin bir oğlu vardır, Hasan. Hasan’ın da annesi Hasan daha bebekken kaçtığı için bu evde Emir, babası, Hasan, Hasan’ın babası (Ali) birlikte yaşamaktadırlar. Hasan da evin hizmetlisi olarak çalışsa da Emir’le arkadaştır ve birlikte büyümektedirler. Hasan ve Ali Hazara olduğu için şehrin ezilen kısmına mensuptur, Emir ve babası ise Peştun’dur yani sevilen, sayılan kesimdendir, Afganistan kültürüne göre.  Ali ayağından sakat olduğu için onunla mahallenin çocukları bile alay ederler çünkü Hazaraları ezmek Peştunların doğal algısı olarak kanıksanmıştır.

 

Hasan’ın dudağında bir yarık olduğu için tavşandudaklıdır, bu ayrıntıyı unutma, hikâyenin sonlarında çok sert bir şekilde karşımıza çıkarıyor yazar. Emir ve Hasan birlikte vakit geçirir ve uçurtma uçururlar, o zamanlar yani Kâbil’in sovyet işgaline uğramadığı zamanlarda uçurtma uçurmak hoş bir gelenektir ve turnuvaları yapılır.

 

Baba, Ali ve Hasan’a çok iyi davranır, hatta hasan da sanki öz çocuğuymuş gibi ona her sene doğum günü hediyesi alır, onları adeta ailesi gibi sahiplenir. Hatta Hasan’ın bir doğum günü hediyesi Emir’in babasının Hasan’ın dudağındaki sorunu düzeltmesi için getirdiği bir plastic cerrah olmuştur. Emir’in babası sayesinde Hasan ameliyat olur ve tavşanduduaklılığının izleri silinir yüzünden. Hasan ameliyattan sonra aynada kendini görünce öyle bir gülümser ki bu gülümseyiş tüm mahsun çocukların gülümseyişidir bence.

 

Hasan bu yaşantıda görebileceğimiz en farklı ve özel karakter. Emir ile empati kurabileceğimiz pek çok detayla karşılaşabiliriz çünkü aslında Emir hem çok kötü yanları olan, hem de vicdanı sızlayacak kadar normal olan sıradan bir insna belki de ama Hasan bambaşka, o yüzden bu hikâyenin baş kahramanı Emir olsa da en vurucu karakterler Hasan ve Sohrab’tır bence... Hasan çok sessiz ve mahsun bir karaktere sahip. Mahsun kelimesi çok örtüşüyor Hasan’la. Öte yandan çevik ve mert bir erkek çocuğu Hasan, Emir’in aksine. Emir daha paşa, Hasan daha yiğit gibi düşünebilir bunu. Zaten ipler de tam olarak bu ayrımdan kopmaya başlıyor. Baba Hasan’ın davranışlarını pek beğeniyor çünkü becerikli, cesur, terbiyeli ve çok yetenekli bir çocuk görüyor karşısında. Emir ise Baba’nın pek çok konuda takdirini toplayamayan, pek fazla yeteneği olmayan bir ocuk olduğu için emir zamanla kendi içinde Baba’nın kendisini Hasan’dan daha çok takdir etmesini istemeye başlıyor. Bunu için susacaklarının ise ilerde canını bir hayli acıtacağından habersiz.

 

Sokakta kavga çıksa Emir’i Hasan koruyor  mesela. Aslında Emir ve Hasan birbirine çok bağlı ve birbirlerinin en yakın arkadaşı ama Hasan bun aiçten inansa bile emir Baba’nın Hasan’a karşı olan takdirlerini kıskandığı için zamanar Hasan’la aly etmeye başlıyor çocukça konularda. Hasan ise Emir’e olan bağlılığı ve sevgisinden asla ödün vermiyor. Emir için değilse bile Hasan için okunmalı bu kitap, Hasan ve Sohrab için... Keşke bu hikâyeyi bir de Hasan’ın ağzında dinleyebilseydik, onu gözünden de görebilseydik çünkü bu hikâyede başrol Emir ise bile esas adam Hasan ve ardından gelecek olan Sohrab’tır...

 

Assef var bir de, kötü biri. Assef de Hasan ve Emir ile aşağı yukarı aynı yaşta bir çocuk ama onu tanımlamak için kötü kelimesinden başka ne kullanılır, bilemiyorum. Tam manasıyla şeytanın teki, çocuk yaşta da öyle, büyüyünce de öyle olacak. Emir’e gerçekten kızar okuyucu, seyirci kaldığı için bir kötülüğe, ona gerçekten kızacaktır ama Assef kızmaya bilr değmeyecek, direkt lanet okunacak biri olarak çıkıyor karşımıza. Dünyanın iyi ve mahsun yüzü Hasan, içinde hem iyilik hem kötülük barındıran sıradan insanı da Emir ise, Assef karanlık ve kasvetli tarafı Afganistan’ın.  Assef Emir ve Hasan’a çok bulaşıyor ama Hasan her seferind eemir’i koruyor ve bir gün yine böyle bir durumdayken Hasan Assef’e sapanını çekip onu tehdit ediyor, tek gözüne nişan alıp onu vurmakla. Hasan sapanı mükemmel kullanıyor ve Emir’i korumak için Assef’in gözüne nişan alıp onu tehdit ediyor, bu ayrıntıyı unutmamak lazım çünkü tarih tekerrürden ibaret olacak ve bu sahne tekrar yaşanacak, Hasan yokken bile, Hasan sayesinde...

 

Emir’in Hasan’ın bütün bu iyiliği, fedakarlığa ve dostluğuna karşın süren kıskançlığı tamamen Baba odaklıdır aslında. Emir’in tüm çocukluğu Baba’nın sevgisini ve övgüsünü almak için olsa da Baba, Emir’in hiç kendi istediği gibi bir çocuk olmadığının farkındadır. Mesela Emir dövüşte veya futbolda hiç iyi değildir. Okula başladıktan sonra keşfettiği tek tutkusu öyküler ve romanlar olmuştur Emir’in. Sürekli bir yerlerden kitap bulup okur ve öykü, romangibi yaratıcı yazarlık temalı konularda kendini yetiştirir. Baba’ya yazdıklarını gösterdiğinde bile istediği ilgiyi göstermez babası. Hasan ise tam Baba’nın istediği gibi bir çocuktur, çok yetenekli ve cesur. Baba çok çalışkan ve cesur bir adam olmasını yanın da çok yardımseverdir ve sürekli fakire, muhtaca yardım eder, hatta bir yetiştirme yurdu bile yaptırır hayrına, kısacası zengin, çalışkan, düzgün ve dürüst bir adamdır Baba. Emir’e de hep dürüstlüğü öğütler ve yalanı affetmez.

 

...yalnızca bir günah vardır, tek bir günah. O da hırsızlıktır. Onun dışındaki bütün günahlar, hırsızlığın bir çeşitlemesidir.” (Hosseini 2018: 19)

 

‘Bir insanı öldürdüğün zaman, bir yaşamı çalmış olursun,” dedi Baba. “Karısının elinden bir kocayı, çocuklarından bir babayı almış olursun.Yalan söylediğinde, birinin gerçeğe ulaşma hakkını .çalarsın. Hile yaptığın, birini aldattığın zaman doğruluğu, haklılığı çalmış olursun. Anlıyor musun?’ ” (Hosseini 2018: 19)

 

Baba, Hasan’ı kendine yakın bulmaktadır doğal olarak. Emir’in bu duruma kafayı takması yalnızca Hasan’a zaman zaman kötü davranmasına neden olmayacaktır... Emir’in doğum gününde Rahim Han (Baba’nın yakın dostu)  Emir’e bir defter hediye eder, öykülerini yazması için. Emir çok mutlu olur çünkü yazdığı öykülerle Rahim Han ve Hasan ilgilenmektedir; babası mı, pek sayılmaz. Emir böylece başarabildiği tek şey olan okumak ve öykü yazmak yolunda sürekli denemeler yapmayı sürdürür. Yazarlığın Emir’in milerdeki esleği olacağı bellidir, zaten gelecekle ilgili tahmin edilebilecek tek taraf bu olmalı sanırım.

Emir okula gitmesine rağmen bir Hazara çocuğu olduğu için Hasan okula gönderilmez ve evin işlerin yapmaya, Emir’in okudğu hikâyeleri dinlemeye devam eder. Hasan’la alay etmek içi bir keresinde bir hikâyeyi yanlış okumuştur Emir ve yıllar sonra Hasan’ın okuma yazmayı öğrendiğini duyunca onuo hikâyeyi yanlış okuduğunu anladığını fark edecektir oysa ki... Emir ve Hasan’ın çocukluğu ve yetişkinliği arasındaki bu tarz bağlantılar kurgunun en can alıcı noktalarıdır ve bazıları içimize kadar işler okurken...

 

Emir, Hasan, Ali ve Baba’nın yaşamı Kâbil’de böyle sürüp giderken Kâbil ile ilgili kitapta anlatılanlar Sovyet işgalinden önce Kâbil’in çok iyi ve çok kötü ikiyanı olduğunu gösteriyor. İyi yanı Afganistan’ın işgalden önce huzur ve güven dolu bir hayatı varmış. Mesela Emir ilerde Amerika’ya gittiğinde, Kâbil’de Amerika’daki gibi senet işleminin olmadığını, insanların bir dal parçasının üzerinde işaretleme yaparak bile alışveriş yaptıklarını, birbirlerine o kadar güvendiklerin anlatıyor. Kötü yan ise keskin bır sınf farkı bulunması. Çok fakir Hazaralar var bir tarafta ve çocuklarını okula bile göndermeye gerek duymuyorlar, diğer tarafta Peştunlar var, zengin e saygıdeğer sınıf. Baba’nın Ali ve Hasan’ı hizmetlisi veya Hazara olmaların hiç önemsemeden kouyup kolladığı, onları ezmediği, bilakis Ali’yle kardeş gibi, Hasan’ı ise oğlu gibi sevdiği açık ama diğer Peştunlar gözle görülür şekilde Hazara kelimesini hakaret anlamından kullanıyorlar, bu zihniyet savaş kadar dehşet verici. Bir insanın kökeni, nereli olduğu, hangi sınıfa mensup olduğuna önem veren düşünce yapısı, hiçbir zaman empati kurulmaması gerken bir zihniyet farkı ve yazar bunun çok güzel altın çizmiş.

 

Ve uçurtmalar... Taliban yakıp yıkmadan önce uçurtma geleneği olan bir şehirmiş Kâbil. Çocukların sokakta oynamayı en çok tercih ettikleri oyun olmasının yanı sıra şehir genelinde uçurtma turnuvaları düzenlenirmiş. Herkes birbirinin uçurtmasını nipini keserek kendi uçurtmasını havada kalması için mücadele eder, havada kalan son uçurtma kazanır, yere düşen uçurtmaları yakalamak için peşinde koşanlara da uçurtma avcısı de denirmiş...Hasan bu tarz konularda Emir’den daha becerikli olduğu için Emir ile arasında duvarlar olan Baba, Emir’in belki de turnuvayı bu yıl kazanabileceğini umarak merakla beklemektedir. Emir de bu kez Baba ile daha yakın olabilme şansını elde edebilmek için uçurtma turnuvasını kazanır, Hasan’ın da yardımıyla. Emir’in kazanmasıyla turnuva biter Emir’in son düşürdüğü uçurtmayı yakalamak için Hasan koşmaya başlar. Hasan’ın Emir’e “Senin için bin tane olsa yakalarım.” dediği anı hiç unutamayacaktır Emir ve bu uzun hikâyenin kalbi hep o anda atar.

 

Babayla aynı evde yaşıyorduk, ama farklı dünyalarda. Uçurtmalar bu iki dünya arasındaki, kâğıt inceliğindeki kesişme noktasıydı.” (Hosseini 2018: 50)

 

****BUNDAN SONRASI SPOILER İÇERİR****

Hasan düşen uçurtmanın peşinden koşar, Emir için. Emir babasını kendisiyle gurur duyacağını bildiği için mutludur. Hasan dönmez, Hasan uzun süre dönöez. Emir onu aramaya çıkar. Hasan’ı Assef ve diğer iki arkadaşı sokağın birinde sıkıştırmıştır. Emir onları görür ama bir köşeye saklanır ve ses çıkarmaz. Assef Hasan’ın yakaladığı uçurtmayı ister ama Hasan onu Emir’e götürebilmek için Assef’e boyu eğmez. Assef denen çocuk Hasan’a tecavüz eder. Emir ses çıkarmaz. Hasan’ın koşa koşa Assef’ten kurtardığı Emir ses çıkarmaz. Emir Hasan’a tecavüz edilmesini izler ve arkasını dönüp gider. Bu ihanet kitabın mihenk taşıdır. Assed Hasan’a tecavüz eder, Emir ses çıkarmaz, arkasını dönüp gider. Emir Hasan’a ihanet eder...

 

O günden sonra bir süre emir’e gözükmez. Evin işlerini o yokken yapar. Ali durumun farkındadır ama kimse ses çıkarmaz. Emir bir yandan icdan azabı içinde kıvranırken bir yandan da artık kendisine yakın davranan babası ile vakit geçirmenin keyfini çıkarır. Artık babası Emir’i beğenmemezlik yapmıyordur ve onun vakit geçirmekten zevk alıyordur. Bu günlerin kısa süreceğini ise kimse tahmin etmez. Bir süre sonra Hasan tekrar Emir’le konuşmaya başlar ama sanki Emir’in orada olup olanlar karşısında sessiz kaldığını bilmiyormuş gibi davranır. Emir Hasan’a hiçbir şey itiraf etmez.

 

Özü sözü doğru olanların ortak yönü de budur: Karşısındaki kişinin de içten konuştuğunu sanırlar.” (Hosseini 2018: 56)

 

Emir Hasan’ı gördükçe, onunla konuştukça daha çok rahatsız eder vicdanı onu. Emir’e göre Hasan’ın gitmesi lâzımdır. Birgün babasına Hasan ile Ali’nin evden gitme ihtimali olup olmadığını sorunca, olanlardan habersiz baba buna sert bir tepki vererek Hasan ile Ali’nin onların ailesi olduğunu söyler. Bu soru Emir’in babasının kendisine gösterdiği yakınlığın sonunu getirmiştir.

Emir Hasan’ın kendisine hiçbir şey yokmuş gibi davranmasına rağmen onu evden gitmesi gerektiği fikrinden vazgeçmez. Hasan’ın yatağının altına parasını koyarak onu hırsızlıkla suçlar bu kez. Emir’in babası Hasan’a bu parayı onun çalıp çalmadığını sorunca Hasan evet der ve Emir o anda bunun Hasan’ın kendisi için yaptığı son fedakarlık olduğunu anlar. Ali’nin ise baştan beri her şeyden haberdar olduğunu anlar Emir, ali’nin Hasan’ı kendisinden koruduğuna tanık olduğunda ve yaptığı iki kötülüğün de en azından birisi tarasındna bilinmesi Emir’i rahatlatır.

 

Tuhaf ama, birisi gerçekte kim olduğumu, nasıl biri olduğumu öğrendiği için memnundum; rol yapmaktan yorlmuştum.” (Hosseini 2018: 109)

 

Emir’in babası hırsızlık hakkındaki katı tavrına rağmen Hasan’a yalnızca seni affediyorum der ve Emir buna çok şaşırır. Sebebini ise yıllar sonra anlayacaktır. Ali ise Hasan’ı alıp gider. Baba buna yıkılır ve gitmemeleri için onalara adeta yalvarır ama giderler. Ali ve Hasan’ı kaybedişi Emir’in babasını hüsrana uğratır. Emir yıllar sonra babasının bu denli üzülmesinin sebebini öğrenecektir ama o anda babasını kimden ayırdığının farkında değildir. Emir, Hasan’a ettiği ihaneti, yine bir başka ihanetle örter, önce tecavüzünü öylece durup seretmesi, sonra hırsızlık yaptığınıönesürerek iftira atması.

* * * * * * * * * * *

 

Emir ve babası koskoca saray gibi evde yalnızlardır artık. Çok geçmeden Kâbil Sovyetler tarafından işgal edilir ve Emir babasıyla birlikte Amerika’ya kaçar. Emir’in babası gibi şehrinen zenginleri Amerika’ya çok zor kaçabilirken, Hasan ve Ali gibi Hazaralar ise Afganistan’da kalmak durumundadırlar.

 

‘Bu dünyada gerçek erkeklerin sayısı yalnızca üç, Emir,” derdi. Parmaklarıyla sayardı: atak, kurtarıcı Amerika, Britanya ve İsrail. ‘Gerisi’ –elini şöyle bir sallayıp püüf diye bir ses çıkartırdı- “onlar, dedikoducu kocakarılardan farksız.’ “ (Hosseini 2018: 128)

 

Emir ile babası için yeni bir hayat başlar Amerika’da. Kâbil’in en zenginlerinden olan bu güçlü baba Amerika’da yardım kartlarıyla geçinen ve benzincide pompacılık yapan bir vatandaşa dönüşmüştür. Sırf oğluna bakabilmek ve onu okutabilmek için tüm emeklerini Kâbil’de bırkamış ve burada hayata sıfırdan başlamıştır. Bu gerçektençok zor olmuş ama bu güçlü baba hiç pes etmemiştir. Bazı insanlar cesaret ve çalışkanlıkları konusunda hayata sıfırdan başlamak zorunda kalsalar bile pes etmiyorlar. Dünyanın esas kahramanları onlar.  Kaldı ki sırf maddi güç de değil mücadele etmeleri gereken, düşünsene, Kâbil’den gelen insnalar Amerik’nın kültürüne tutunmaya çalışıyorlar.

 

Onlara, Kâbil’de ağaçtan kopardığımız bir dal parçasını kredi kartı niyetine kullandığımızı anlatmak isterdim. Hasan’la dalı alır, fırına giderdik. Fırıncı bıçağıyla dalın üzerine birçentik atardı; tandır’ın alevleri arasından bizim için çektiği her nan somunu için bir çizgi. Ay sonunda Baba çubuktaki çentiklere göre ödeme yapardı. Hepsi, bu kadar. Kimlik falan yok.” (Hosseini 2018: 132)

 

Zamanla işleri yoluna koyarak yardım kartlarını bile iade edecek kadar çalışkan ve gururludur bu adam. Artık araları iyi iki arkadaş gibi birbirlerine destek olarak hayat mücadelesi verirler Emir ve babası.

Yılar geçer, Emir büyür ve babasının daha iyi bir meslek seçmesini istemesine karşın tutkusu olan tek alanı seçer, yaratıcı yazarlık okur. Emir hayatta başarabildiği tek şeye tutunur, romanlar yazan kaliteli bir yazara dönüşür. Baba’sı onun mücadele etmekten hiç vazgeçmemiştir.  Baba her zaman Emir’e destek olur ve ikisi gerçek bir baba oğul olurlar bence.

Emir için hep mücadele eden, onun artık hep yanında olan babası Emir’in mezuniyetinde ona küçük bir araba alır, biriktirdikleri ile ve ona o gün “Keşke Hasan da burada olsaydı” der. Emir bu sözü hiç unutmayacaktır ama babasına her şeyin kendi suçu olduğunu hiç itiraf etmez çünkü emir Kâbil’den gittiği için aslında mutludur, iç huzuruna hiç kavuşamasa bile Amerika anılarındna kaçabileceği bâkir bir yerdir Emir için.

 

Benim için Amerika, anılarımı gömeceğim yerdi.

Baba için, anılarının yasını tutacağı yer.” (Hosseini 2018: 132)

 

Emir ile babası, Kâbil’den yıllar önce göçen diğe rtüm Afganlar gibi her haftasonu bir Pazar yerinde toplanmaktadır. Ellerindeki bir şeyleri satıp biraz para kazanabilmek için. O pazarda Emir’in babası gibi eskinin zenginiş adamlarının yanı sıra, generaller bile vardır. Hayat bir anda böyle değişebiliyor demek ki. Onca emek bir anda yok olabiliyor. Savaş bu yüzden, kendini savunmak zorunda kalan toplumların dışındakilerin sergiledikleri, korkunç bir katliam.

 

Belki haksızlık, ama bazen birkaç günde, hatta tek bir günde olanlar bütün bir ömrün akışını değiştirebiliyor, Emir.” (Hosseini 2018: 146)

 

Babası zamanla yaşlanır ve hastalanır. Onca mücadeleden sonra bu çok doğaldır aslında. Emir babasına destek olur artık. Bu sırada her Pazar yerindeki bir kıza aşık olur, Emir’in babası ile bu kızın babası Kâbil’den tanışmaktadırlar, kızın babası generaldir Kâbil’deyken, şimdiyse o da Pazar yerinde bir şeyler satan bir Amerika vatandaşı olmuştur.

 

Sana ne olacağını soryorsun, öyle mi? Bunca yıldır bütün çabamın, sana öğretmeye çalıştığım her şeyin tek amacı, seni bu soruyu asla sormayacak biri yapmaktı!” (Hosseini 2018: 161)

 

Süreyya isimli bir kız hayatında kısa süreli bir hata yapmış ve bir adamla kaçmış, mutlu olamayınca da geri dönmüştür fakat bu yüzden kadınlara atfedilen namus kavramından ötürü bu kızı kimse istememektedir. Halbuki erkekler istedikleri kızla olunca bunun adına yalnızca eğlenmek oluvermiştir, kız da bundan rahatsız olmaktadır hâliyle. Yazarın bu çiftestandardı anlatışı o kadar yerinde ki bir mesaj bir kurguya ancak böyle güzel anlamlı eklenebilir. Emir Süreyya’ya aşık olur ve Baba evlenmeleri için kız istemeye hasta hâliyle gelir. Oğlu için son görevini de yapar, onu evlendirir. Süreyya bir süre Emir’in babasına bakar. Sonunda Emir’in babası ölür. Afganistan’dan onu tanıyan herkes başsağlığına gelir ve kendisine Kâbil’deyken yaptığı yardımlardan bahsederler. Emir babasının ne kadar merhametli olduğunu bir kez daha anlar.

 

Oğulları her gece diskolarda, et peşinde. Kız arkadaşlarını gebe bırakır, evlilik dışı çocuk sahibi olurlar ama kimse ağzını açıp bir şey söylemez. Eh, delikanlılar eğleniyor işte! Ben tek bir hata yaparım ve ansızın herkes nang, namus diye cıyaklamaya başlar; ömrümün sonuna kadar da başıma kakar!” (Hosseini 2018: 182)

 

Emir artık eşi süreyya ile hayatına devam etmektedir. Çocukları olmmaıştır tıbbi nedenlerden dolayı ama Emir başarılı bir yazar olduğu için ve eşi de anlayışlı, iyi bir insan olduğu için mutlu bir hayat sürmektedir. Ta ki Rahim Han’dan gelen mektuba kadar...

 

* * * * * * * * * * * *

Rahim Han Emir’in Hasan’a ihanet ettiğini, Assef’i, uçurtmayı, tecavüzü seyretmesini, para dolu zarfı, hepsini biliyordu demek ki. Rahim Han mektubunda “Gel. Yeniden iyi biri mümkün olmak mümkündür.” yazmıştır. Emir Pakistan’a, Rahim Han’ın yanına gider. Rahim Han ona Hasan’ı anlatır; Emir’in çocukluğu, ihaneti, vicdan azabı, ruhunu rahatsız eden geçmişini...

 

Odada bizimle birlikte soluk alıp veren, terleyen bir şey daha vardı: geçmiş.” (Hosseini 2018: 205)

 

Hasan Afganistan’da kalmıştır, Ali’yle birlikte, emir ve babası onlardan habersiz Amerika’ya kaçarken, Kâbil Sovyet Rusya tarafından işgal edildiği sırada. Hatta Hasan’ın annesi çıkıp gelmiştir bir ara. Hasan onu yıllar önce kaçtığı için hiç suçlamaz, soru da sormaz öyle dolu dolu, zaten Hasan’ın mahzunluğu her satırda için içliyor insanın.

Hasan ise evlenmiştir çoktan, kendi gibi iyi yürekli bir insanla. Bir de çocukları olmuş, o yok olan çocukluğun ortasında, Sohrab adında, tıpkı babasına benzeyen bir oğlan çocuğu. Rahim Han onların sıkıntı çektiklerini görünce eskiden kaldıkları eve çağırır onları, Emir ve babasıyla yaşadıkları büyük, güzel eve. Orda yaşamaktadırlar; Rahim Han, Hasan, eşi, oğlu Sohrab. Şimdi o evin bahçesinde tıpkı geçmişte Hasan ile Emir’in oynadıkları gibi Sohrab oyun oynamaktadır. Hasan’ın annesi Sanaubar da torunuyla iyi anlaşmaktadır. Lâkin kaybeder annesini, babasını Hasan, zaten hep acı ve hüzün karşılamış bu çocuğu hayatında.

Kâbil’e Taliban gelmiştir ve Sovyet işgalinden kurtarmıştır şehri, tabii buna kurtarmak denirse. Sovyet işgali altında olduğundan daha vahim durumdadır Kâbil artık, Taliban yüzünden. İnsanlığın kırıntısı kalmamıştır hiçbir sokağın köşesinde, çocukluk da kalmamıştır hâliyle, çocukların gözlerinde.

Mutlulardır aslında, Hasan, eşi ve oğlu Sohrab; Taliban kapılarını çalana dek. Taliban Hasan’ın evine gelip oraya yerleşmek isteyince, Hasan her zaman sahip olduğu sadakat ve cesaretler buna karşı çıkar ve zaten Hazaraların katlinde karar kılan Taliban Hasan’ı ve eşine oracıkta kurşuna dize. Sohrab da çocuk esirgeme kurumuna verilir.

Bütün bunlar Emir ve babası Amerika’daki hayatlarını kurarken olmuştur, babası Hasan’ı özlerken, ölürken olmuştur. Annesi ve babasının ölümü üzerine esirgeme kurumuna verilen Sohrab’ın Taliban yüzünden başına bir iş gelmiş ve kurtulması gerekmektedir. Küçük sohrab’ı kurtaracak olan Emir’dir, Hasan’a yaptığı kötülüklerin telafisi yoktur çünkü Hasan çoktan ölmüştür, yeniden iyi biri olmak ise mümkündür, vicdan azabını raflara kaldırmanın yolu küçük Sohrab’tır. Emir çocukken terk ettiği Kâbil’e döner, Sohrab için.

 

Bir şey daha vardır, en önemlisi belki de. Emir’in babası, Hasan’ın annesiyle birlikte olmuştur yıllar önce ve Hasan’ın babası olarak bildiği ali kısırdır yani Hasan aslında Emir’in babasının öz oğludur. Emir bunu duyunca babasının Hasan’ı neden o kadar çok sevdiğini ve Amerika’dayken neden hep Hasan’ı özlediğini anlar. Hatta belki de Emir’in babasının Hasan’ı daha çok sevdiğini düşünmesinin kaynağı da bu sırda saklıdır, babasının Emir’i açıkça oğlu olarak sevmeye hakkı vardır ama Hasan’ı oğlu olarak sevmeye izni yoktur. Bu yüzden Hasan, babasının hep içinde kalan bir özlemdir ve Emir’in babası Hasan’ın, yani diğer oğlunun özlemiyle Amerika’ya kaçmıştır, sevmeye izninin olduğu oğlu Emir’le ve Hasan’ı özleyerek ölmüştür belki de, bu sırrı içinde götürerek.

 

Şimdi ise öz kardeşi olduğunu öğrendiği Hasan belki de Emir yüzünden ölmüştür çünkü eğer onu attığı iftirayla evden göndermeseydi babası onları da Amerika’ya götürürdü. Öz kardeşinin tecavüz edilişini seyretmiştir Emir Kâbil’deyken. Tüm bu ihanetleri, gece gündüz peşini bırakmayan vicdan azabının temelleridir. Şimdi ise Rahim han’ın dediğine göre, geçmişi değiştiremeyeceğine göre tek yol Sohrab’tır, yeniden yeni biri olmak Emir’in öz kardeşinin çocuğunu, yani öz yeğenini Taliban’dan kurarmasıyla mümkündür.

 

Sonuçta, Baba’yla birbirimize hiç tahmin etmediğim kadar çok benzediğimiz ortaya çıkmıştı. İkimiz de , yaşamlarını bizim için feda eden insanlara ihanet etmiştik.” (Hosseini 2018: 231)

 

Emir yola düşer, yanında rahim Han’ın ayarladığı bir yardımcıyla. Kâbil’e gider. Yalnızca yıkım ve dilenciler görür her yerde. Savaşın karanlık yüzü, masum insanları ettiği zulüm, tam da bu satırlarda tüm gerçekliğiyle anlatılmıştır.

Bir gece konakladıkları bir ailede çorba içip, ertesi gün tekrar yola çıkarlar Sohrab’a doğru. Emir ve ona eşlik eden arkadaşına ikram edilen birer kase çorba yüzünden o evin çocuklarının aç kaldığı bir yerdir artık Emir’in doğduğu topraklar. Ertesi gün durumu fark edince evden ayrılmadan önce yıllar önce Hasan’a yaptığını tekrarlar Emir fakat bu sefer yeniden iyi bir olmak için.

 

O sabah, gündoğumuna yakın, sağı solu kolaçan edip kimsenin bakmadığına emin olunca, yirmi altı yıl önce yaptığım bir şeyi yinelemiştim: Bir şiltenin altına, bir deste buruşuk banknot sokmuştum.” (Hosseini 2018: 247)

 

Taliban’ın şehre ne kadar ağır bir kötülük yaprığını yazar öyle net anlatıyor ki, okurken bununla yüzyüze kaldığımız için etkilenen biz okuyucular bütün bu Taliban hikâyesinin gerçek hayatta yaşandığını unutmamalıyız.

 

Tıpkı bir şairin dediği gibi: ‘Aşkın en pürüzsüz göründüğü an, dertler basıverdi!’ “(Hosseini 2018: 254)

 

Emir bir dilenciyle konuşur mesela, o dilencinin eskiden bir üniversite hocası olduğunu öğrenir. Onun annesini tanıdığını anlayınca annesi hakkında bildiklerini anlatmasını ister. Bir insanın annesi hakkında babasından hiçbir şey duymayıp da yıllar sonra bu şekilde karşılaştığı bir adamdan iki kelâm öğrenmesinin ağırlığı çok büyük olmalı.

 

Çöldeki yabani otlar yaşar, oysa bahar çiçekleri çabucak solar. Ne zerafet, ne asalet, ne trajedi!” (Hosseini 2018: 254)

 

 

 

Senin bu kadar mutlu olmana, ancak senden bir şey almaya hazırlandıkları zaman izin verirler.” (Hosseini 2018: 255)

 

Bir üniersite hocasının dilencilik yaptığı, bacağın kaybettiği için kullandığı tahta bacağını yiyecek alabilmek umuduyla talep ettiği para karşılığında satan insanların olduğu yıkık dökük şehirdir Kâbil artık... Karnı aç olduğu için bir arabanınpeşinden koşamayan çocukların şehridir artık, tüm bunlar önce Sovyet işgalinin, sonra Taliban’ın eseridir.

 

* * * * * * * * * * * *

Emir çocuk esirgeme kurumuna gidince Sohrab’ı Taliban’ın alıp götürdüğünü öğrenir. Arada sırada gelip para karşılığı bir çocuğu alıp götürmekte veonlara tecavüz etmektedir Taliban. Emir bi rşekilde Sohrab’ı bulur ve onu alan Taliban’ın Assef olduğunu görür. Assef yıllar önce Hasan’a yaptığını, yıllar sonra bu kez Hasan’ın oğlu Sohrab’a yapmıştır. Emir geçmişte Hasan’ın aynı adam tarafından tecavüze uğramasına seyirci kalmıştır fakat bu kez Sohrab’ı kurtarmaya kararlıdır. Assef onunla teketek dövüşmeye karar verir ve Assef’in adamları odadan çıkarlar. Assef Emir’i feci şekilde döver fakat Emir artıkacı hissetmemeye başlar çünkü artık her darbede vicdan azabından arınmaya ve huzura kavuşmaya bir adım daha yaklaşmaktadır. Bu yüzden pes etmez emir, kaçmaz bu kez ama gücü de yetmez Assef’e. En sonunda Sohrab Assef’e sapan çeker, babası gibi müthiş sapan kullanır ve babasının yarım bıraktığı işi tamamlayıp Assef’in gözüne isabet ettirir sapanlar attığı taşı Sohrab. Sohrab sayesinde emir yenmiştir ve Sohrab’ı alır gider. Tedavi gördükten sonra dudağının yarıldığı ve tavşan dudağı gibi kaldığını söyler doktorlar. Emir o tavşan dudağı lafını duyunca anlar, Assef de kendisi de layığını bulmuştur. Artı yalnızca Sohrab’ı alıp görütmek kalmıştır. Emir onu evlat edinmeye karar verir fakat prosedürlere takılınca onu tekrargeçici süreliğine yurda bırakmak zounda olduğunu söyler Sohrab’a. Sohrab başına gelenlerden sonra tekrar aynı yere gönderileceğini duyunca intihar eder. Emir’in ‘Hasan’ın aknı elime bulaştı, oğlununki de bulaşmasın’ diye Allah’a yalvarışı ne kadar acı çektiğini gözler önüne sürer. Sohrab kurtulur ve emir onu Amerika’ya götürür. Emir, Sohrab ve Süreyya birlikte yaşamaya başlarlar.

 

Afganistan’da çocuk çok ama çocukluk yok.” (Hosseini 2018: 321)

 

Sohrab kurtulmuştur ama yaşadılarından sonra yaşama sevinci kalmamıştır. Aylarca tekrar ona yaşama sevinci vermek için hem emir hem de Süreyya uğraşır ama başaramazlar.

 

Bugün biri bana Hasan, sohrab ve benim öykümün mutlu bitip bitmediğini sorsa, onu nasıl yanıtlayacağımı bilemem.” (Hosseini 2018: 360)

 

Emir ve Süreyya bir haftasonu Sohrab’ı da alıp pazar yerine giderler. Orada uçurtma satıldığını duyunca Pazar yerindeki tüm Afgançocuklar uçurtma uçurmaya başlarlar, en başta da Emir. Emir oradaki ufak uçurtma yarışını kazanınca Sohrab’a düşen uçurtmayı yakalayayım mı diye sorar ve Sohrab ilk kez gülümser.

 

Yoksa bağışlanmak böyle mi tomurcuklanıyordu? Gürültülü patırtılı bir veda töreniyle değil de, eşyalarını sessizce toplayıp bir gece yarısı, habersizce sıvışarak mı?” (Hosseini 2018: 362)

 

Emir’in Sohrab’a “Senin için bin tane olsa yakalarım.” dediği an Hasan’ın yıllar önce Emir’e aynı şeyi söylediği anı hatırlatır, zaten o da yeniden iyi biri olmanın mümkün olduğu andır. Zamanında Hasan Emir için koşar uçurtmanın peşinden, şimdi de Emir Sohrab için...

 

Senin için bin tane olsa yakalarım,” (Hosseini 2018: 375)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder