21 Şubat 2021 Pazar

GEÇMİŞE YOLCULUK

Kitap adı: Geçmişe Yolculuk  

Yazar adı: Stefan Zweig

Orijinal adı: Die Reise in die Vergangenheit

Özgün dili: Almanca

Anadilinde 1. Baskı: -

Okuduğum baskı: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları Yayınları, 5. Baskı, 2018 

Çevirmen: Regaip Minareci 

Sayfa Sayısı: 52 


Zweig’ın 1920’li yıllarda yazdığı tahmin edilen bu novellanın e yazması ölümünden sonra oldukça geç bir tarihte, 1970’llerde gün ışığına çıkarıldı. Ve aşkın sınır tanımazlığı üzerine yazılmış en yoğun, en etkileyici metinler arasında yer aldı.

Geçmişe Yolculuk, zamana, mekâna ve değişen koşullara direnen yasak ve tutkulu bir aşkın hikâyesidir. Bu çılgın aşk önce okyanusun ve daha sonra da Birinci Dünya Savaşı’nın araya girmesiyle dokuz yıllık bir kesintiye uğrar. Yıllar sonra yeniden buluşan iki sevgilinin hayatları büyük bir değişime uğramıştır. Önlerinde uzanan belirsiz geleceğe, geçmişin sürekli aralarına giren gölgesine rağmen, aşk doludizgin sürmektedir…” (Zweig 2018: Arka Kapak Yazısı)

 

      Zweig’ın iki dünya savaşını da görmekten yorgun düşen ruhunun artık bedeninde daha fazla ikâmet etmek istemediğini aklıma düşürdü, kitapta Birinci Dünya Savaşı’ndan ötürü aşkı yarım kalan bir adam ve bir kadına rastlayışım…

 

      Ludwig yoksulluğun pençesinde bir gençtir ve kurtuluşu ancak çalışmakta bulur, bu kısmı sanırım ben dahil pek çok Türk genci için tanıdık gelmiştir. Bunun üzerine var gücüyle çalışır, ne gerekiyorsa ona çalışır işte… Kimya okumuştu hatırladığım kadarıyla. Hatta bir şeyleri de yoluna koymuştu hayatında. Bazılarımız için sıradanlığa ulaşmak bile devasa bir emekle mümkün oluyor. Hocaları, müdürü, başında her kimler varsa bu azmi karşılıksız bırakmazlar ve başarısının karşılığını işinde yükselerek alır Ludwig. Hatta müdürü artık hasta olduğu için Ludwig’in kendi evinde yaşamasını teklif eder. Başkalarının yanında sığıntı gibi yaşamaktan bıkan Ludwig bunu istemese de mecburen kabul eder ve değerli bir bilim insanı olan üstünün evine yerleşir, daha 23 yaşındadır ve kendine ait olmayan bir zenginliğin içine dönmek onu üzmüştür fakat evin hanımının bunu fark etmesi de kendisini şaşırtır. Kaldığı zaman boyunca rahat etmesi için ne istiyorsa yapılır. Mesela bir akşam merak ettiği bir kitaptan bahseder ve ertesi sabah o kitabı kitaplığında bulur. Zaman geçtikçe evin hanımıyla aralarında duygusal bir bağ oluşmaya başlar. İnternette gezinirken bir gün bir söz okumuştum, fikirlerin bedenlerden öncesi sevişmesinden bahsediyordu. Yaşadıkları şey tam da böyle bir durumdur.

 

      Birbirlerine ateşli mektuplar da yazarlar, uzun sohbetlere de dalarlar, öpüşleri dahi özlem doludur artık. Göz hapsinde olmalarına rağmen hallerinden memnunlardır, ta ki müdürü Ludwig’i 2 yıllığına bir iş için Meksika’ya gönderene kadar. Başta çok üzülseler de 2 yıl sonra her şeyin iyi olacağına dair umutlar taşıyarak vedalaşırlar…

 

      2 yıl bitmek üzeredir ve Ludwig ile sevdiği kadın sürekli mektuplaşmaktadırlar. Birbirlerine günlük hadiseleri anlatmak ikisine de iyi gelmektedir. Kavuşacakları günü iple çekerler, beklenmeyen o esas hadise de tam bu sırada olur… Birinci Dünya Savaşı başlar ve Ludwig geri gelemez…   Başata ikisi de yıkılır ve Ludwig özlemini dindirmenin yolunu kendini çalışmaya adamakta bulur.

Pamuk İpliğine bağlı bu umuda çok geçmeden başka bir unsur, çok daha canlı, uyuşturucu etkisi daha şiddetli bir güç katmıştı: Çalışmak.” (Zweig 2018: 27)

 

      Artık mektuplarında eski ihtiraslar yoktur çünkü gözden ırak olan gönülden de ırak hâle gelmiştir. Ludwig evlenir ve çoluk çocuğa karışır, kadın da bu haberi olgunlukla karşılar. Artık hissettikleri birbirlerine değil yaşayamadıklarına duydukları özlemdir, geçmişe duyulan hasrettir. 

Sadece anılarla yaşamak insanın doğasına aykırıydı; nasıl bitkiler ve bütün canlılar renklerinin solmaması ve çanak yapraklarının kuruyup dökülmemesi için toprğın besleyici gücüne ve gökyüzünden süzülüp gelen canlı ışığa ihtiyaç duyuyorsa, aynı şekilde sözde gizli düşlerin bile belli ölçüde tensel gıdaya, duygulu ce canlı bir desteğe ihtiyacı vardı; aksi halde kanları çekilir, ışıma güçleri zayıflardı.” (Ali 2018: 28)

 

      Ayrı geçen 9 yılın ardından savaş diner ve Ludwig geri dönebilir,  kuruduğu düzeni ve ailesi yok saymasa bile kısa süreliğine ziyarete gelir geçmişine…  Uzun yıllar sonra tekrar karşılaşmalarını Zweig, ihtirasın yerini şeffaf bir dostluğa bıraktığını yazarak anlatır. Meğer birbirlerine olan özlemi, geçmişe ve yaşanamamışlıklara duyulan özleme dönüşmüş ve onlar bunu görmezden gelerek yaşamlarını sürdürmüşlerdir. İkisi de çok değişmiştir, kadın yaşlanmaya yüz tutmuş, adam onu görünce eski kıvılcımları tekrar alev almaya başlamıştır ama ikisi de özledikleri o eski sevgililer değillerdir…

Her şey eskisi gibi, sadece biz değiliz, biz değiliz!” (Zweig 2018: 37)

 

      Ludwig ailesinin yanına ve işinin başına dönmeden önce yıllarca özlemini çektiği bu özel kadına Heidelberg’e giden gece treninde ona eşlik etmesini önerir, kadın da bu çılgınlık olsa da kabul eder. Bedenlerini birleştirmek değildir artık dertleri, geçmişte yaşayamadıkları, hevesi kursağında kalan herkesin yinelemek istediği anları canlandırmaktır yalnızca… Bu duyguyu Zweig o kadar belirgin anlatmış ki kitabı özel kılan tek yönü burası sanırım, konusu değil, geçmişe duyulan o özlem, birbirlerine değil, yaşamadıklarına duydukları özlem…

 

      O sırada savaş meydanı gibi anlara tanık olurlar ve aynı savaşın tekrarlanması ihtimali ikisini de ürkütür. Bu detay bana 2. Dünya Savaşı’nı da yaşamaktan yorulmuş Zweig’ın intiharını anımsatıyor, sanki bu kararın sinyallerini bu satırlarda vermiş okuyucularına:

Onun yaşamını altüst eden bu savaşı bir kez daha mı yaşamak istiyorlardı?” (Zweig 2018: 44)

 

      Derken bir otele giderler fakat bir şey yaşamadan gezintiye çıkarlar. Bu da en büyük kanıtı olsa gerek, duydukları özlemin bedenlerine değil, yaşayamadıkları anılara dair olduğuna… Yanyana yürürler, gölgeleri birleşir, adam ve kadın suskun, kadın bir şarkının dizelerini fısıldar…

Issız eski parkta karlar içinde,

Arıyor geçmişi iki gölge” (Zweig 2018: 51)

 

      Geçmişe dönemediklerini anladıkları anlardır bunlar çünkü artık onlar geçmişteki adam ve kadın değillerdir.  Hikâye de burada yarım kalır ya da geçmişe dönmeye çalışan adam ve kadının hayallerinin yarım kalışını hisseder okur… Konu sıradan veya sade gelir biraz herkese bence ama yıllarca beklediği, özlediği o insanla tekrar bir araya gelebiliş anının geçmişe dönmesini sağlamadığı gerçeğiyle yüzleşen insanların duygu derinliği Zweig’ın bu eserini yerince özel kılar…

Geçmişlerini arayan,  artık gerçekte var olmayan geçmişe boğuk sorular yönelten bu gölgeler onların kendisi değil miydi? Gölgeler, canlanmak isteyen ama bunu artık başaramayan gölgeler… Ne kadın eski kadındı ne de adam eski adam… Ama tıpkı ayaklarının dibindeki bu kara hayaletler gibi kendilerini bulmak için boş yere didiniyor, cansız ve güçsüz çabalarla kendilerinden kaçıp, kendilerini yakalamaya çalışıyorlardı.” (Zweig 2018: 52)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder