21 Şubat 2021 Pazar

İÇİMİZDEKİ ŞEYTAN

Kitap adı: İçimizdeki Şeytan  

Yazar adı: Sabahattin Ali

Orijinal adı: İçimizdeki Şeytan

Özgün dili: Türkçe

Anadilinde 1. Baskı: 1940 

Okuduğum baskı: Yapı Kredi Yayınları, 54. Baskı, 2019   



      Sanırım İçimizdeki Şeytan’ı anlatmak zor olacak benim için veya yeterli gelmeyecek ne yazarsam yazayım. İçimizdeki Şeytan’ın Ömer’i biraz da Kuyucaklı Yusuf’un Yusuf’una benzer ama yine de Yusuf’u daha çok bağrına basıyor insan elinde olmadan; gidişleri benziyor yine de, ardında bırakıp bir şeyleri, nereye gittiğini bilmeden öylece gitmek… Yine de hakkında yazmaktan, yorumlamaktan en az keyif alacağım roman sanırım İçimizdeki Şeytan çünkü bu kitabı okumamanın manasızlığını okuyunca anladım ve Ömer’in öylece bırakıp gidişi gibi kitabın öylece okunması gerektiğinin farkına vardım; Sabahattin Ali’nin o pürüzsüz diliyle öylece okumak zaten kitabı içimizde hissetmemize yetecektir.  Tabi eğer hepimizin içinde birer şeytan olduğunu düşünmeyi bir kenara bırakıp o şeytanın, dizginlemenin elimizde olduğu birer tembellik ve acizlik güftesi olduğunu kabul edebiliyorsak…

 

Buradaki Yusuf, Kürk Mantolu Madonna’nın târik-I dünyası Râif, İçimizdeki Şeytan’daki Ömer, hepsi bir tek insandır, ‘atını sürüp dağlara doğru gider.’ Yarattığı kişilikleri, sonları ile sanatçının âkıbeti arasında ne derin ve düşündürücü bir benzerlik var!” (Tahir Alangu)

 

      Sabahattin Ali’nin neden hak ettiği değeri yaşarken göremediğini bu kitabını ve Kuyucaklı Yusuf’u okuduktan sonra anlayabiliyorum, bu ülkede anlamlı ve güzel olan şeylere zarar verilir; tarih değişir, dün ve bugünkü olaylar apayrıdır ama bu gerçek hiç değişmez, tarihin tekerrürü de bundan değil midir hep zaten…

 

Ne yazık ki, Ömer’in içindeki “sanatkâr şeytana, siyasetin ve iktidarın şeytanı yaşama, var olma hakkı tanımayacaktı… “ (Selim İleri 2019: Önsöz)

      Olay İstanbul’da geçer, Sabahattin Ali’nin o güzel betimlemeleriyle zaten okurken yaşarsınız olay örgüsünü ve daha da önemlisi karakterlerin duygusal derinliklerini ve düşünsel izlenimlerini…

 

*******************

      Nihat ile Ömer iyi arkadaştır, bambaşka karakterlere sahip olsalar da birlikte vakit geçirmeyi severler. Ömer hayalperest, Nihat realisttir; Ömer anlamı arar, Nihat gücü. Nihat Ömer’i, Ömer de Nihat’ı bu yüzden eleştirir, yine de birbirlerine hak vermezler ve öğle yemeği için karınlarını nasıl doyuracaklarının derdine düşmeye koyulurlar… Okul okumaya çalışırlar, bir yandan karınlarını doyurmaya. Ömer felsefe okur, bir akrabasının sayesinde bir işe de girmiştir üstelik ama nadiren gitmektedir oraya da, nasılsa akrabası sayesinde başlamıştır işe ve eline geçen üç beş kuruşu kaybetse de karnını duyurmanın bir yolunu bulacaktır bu hayatta, nasılsa bir başına insandır… Sorumsuzluğunu ise içindeki şeytana atfeden Ömer’in o şeytanın aslında iradesizlik ve bilgisizlik olduğunu anlaması ise başından geçecek olaylar sonrası gelişecek bir hadisedir...

Bir insanı kendisi kadar, kendi düşünceleri, dertleri, korkuları ve noksanları kadar ne meşgul edebilirdi?” (Ali 2019: 37)

      Bir gün Ömer vapurda bir kız görür ve gördüğü anda da vurulur. Yanına gittiğinde yanında oturan kişinin uzaktan akrabası Emine teyze olduğunu fark eder. Meğer Macide isimli bu kız da uzaktan bir yerlerden akrabasıymış Ömer’in. Emine Teyze ile eşi Galip Amca’nın bir akrabasının kızıdır Ömer’in ilk görüşte vurulduğu Macide.

 Tesadüflerin oyuncağı olacak olduktan sonra ne diye bir irademiz vardı? Kullanmadıktan sonra göğsümüzü dolduran hisler ve kafamızda kımıldayan düşünceler neye yarardı?” (Ali 2019: 41)

      Macide küçük bir köyde büyümüştür. Okuduğu orta okuldaki müzik öğretmeni Bedri Hoca’nın Macide’deki yeteneği keşfetmesiyle Macide piyanoya yönelir fakat Bedri Hoca ile aralarında hoca-öğrenci ilişkisinden başka bir bağ olduğu dedikodusunun çıkmasıyla Macide’nin piyano öğrenimi de aksamaya başlar. Aynı dertten muzdarip oldukları için duygusal olarak Macide ile Bedri birbirlerini hissetmeye başlarlar, aynı dertten yakınan insanların yakın hissetmesi gibi fakat hoca-öğrenci iletişiminde kalırlar ve zamanla da izlerini kaybederler. Macide İstanbul’da konservatuarı kazanır ve Emine Teyzesi ile Galip Amca’nın yanında kalmaya başlar. Sabah okula gidip akşam döner, annesi de denkleştirdiği üç kuruş parayı Emine Teyze’ye yollar kızlarına bakması için. Bir odası vardır Macide’nin, bir de yanında ayırmadığı notaları; yeteneği ve güzelliği…

      Macide’yi görünce vurulan Ömer kıza vurulur ve onu bir şekilde bulup konuşmaya çalışır. Zamanla birlikte vakit geçirmeye başlarlar. Ömer’in konuşması, seçtiği sözcükler, o sözcükleri ardı ardına dizerek oluşturduğu cümleler o kadar mühim ve ruhu dinlendirici anlamlar ortaya çıkarır ki Macide de bundan etkilenir. Ömer’in Macide’ye duyduğu ve bunu ifade edişi onun ne kadar hisli bir genç olduğunun kanıtıdır. Şimdilerde böyleyseniz toplumdan eleştiriden başka geri dönüş almanız pek mümkün olmuyor, şimdilerde herkesi birer Nihat; bu yüzden Ömer’e değil de Ömer’in değerini bilenlere hasret kaldık bu çağda…

 “…fakat şu muhakkak ki bugün olduğum gibi olmak da istemiyorum. Büsbütün başka bir hayat, daha az gülünç ve daha çok manalı bir hayat istiyorum. Belki bunu arayıp bulmak da mümkün… Fakat içimde öyle bir şeytan var ki… bana her zaman istediğimden büsbütün başka şeyler yaptırıyor. Onun elinden kurtulmaya çalışmak boş… Yalnız ben değil, hepimiz onun elinde bir oyuncağız… Senin dünyaya hâkimiyet planların bile eminim ki onun mahsülü…” (Ali 2019: 47)

 

      Macide’nin eve geç gelmeleri, Ömer’le gezmeleri, Macide’nin babasının ölmesi ve Emine teyzelere Macide’nin onlarda kalması için para gönderilmemeye başlanması üst üste gelince Emine Hanım Macide’ye gururunu kıracak sözler sarf eder. Aslında derdi Macide’nin ailesinin artık kendilerine para göndermemesidir ama Macide’nin Ömer ile akşam saatlerinde görüşmesini ileri sürer. Macide de bunun üzerine bavulunu toplayıp evi terk eder gecenin bir yarısı, nereye gideceğini bilmeden, öylece çıkar gider… Balıkesir’e ailesinin yanına dönemez çünkü okuduğu okul burada, İstanbul’dadır. Tam sokağa çıkıp elinde bavuluyla yürümeye başladığında ise Ömer’i görür. Ömer hissetmiş gibi onu beklemektedir, alır kızı evine götürür. Macide de hem Ömer’i sevdiğinden, hem Ömer tarafından sevildiğinden, hem de başka çaresi olmadığından, dahası anlık karar vermenin noksan kaldığı günümüze göre garip kaçan anlık bir kararla bunu kabul eder ve Ömer’in kirasını ödeyerek kaldı tek kişilik odasına gelirler. Hemen nikah işlemlerini başlatırlar fakat evlenmeleri için gerekecek evrak işleri bir süre aman alacaktır. Çevrelerine bunu söylemezler ve direkt evlendiklerini beyan ederler. Bundan sonra Ömer için esas yaşam savaşı başlayacaktır…

Asıl sebep ve illetlere varabilseniz göreceksiniz ki en zayıf tarafımız dışımızdadır. Gözümüzü kör eden yedi renktir, kulağımızı sağır eden sesler, ağzımızı paslandıran yediklerimiz, kalbimizi önce coşturup sonra durduran sonsuz koşmalarımızdır. Yüksek insan dışına değil, içinde kıymet verendir.” (Ali 2019: 51)

      Şimdiye kadar hep parayı önemsemenin yanlış olduğuna inanan Ömer artık elinin okuması ve yaşamlarını sürdürebilmeleri için para kazanmak zorunda olduğunun farkına varır. Para savaşı için sürdürülen hayatları kendinden hep uzak bulsa da hayat onu buna mecbur bırakır. Bu arada okulu da aksar, düzenli olarak işe gitmeye ve eskiden önemsemediği işine var gücüyle asılmaya başlamıştır. Macide de düzenli olarak konservatuara gitmeye devam eder ve kalan zamanlarda da evin işleriyle meşgul olur. Böylece bir evliliği sürdürmeye başlarlar fakat feci derecede parasızlık çekerler çünkü Macide evlilikleri boyunca kendine bir çift çoraptan başka bir şey almamış olmasına karşın Ömer’in kazandığı ücreto kadar azdır ki açlık çekecek sınıra gelirler çoğu zaman.

İnsan bir kere öğrenmeye başladı mı, artı peşini bırakmamalı. Araya azıcık soğukluk girdi mi bu ilim dedikleri namert, adamı ürkütür. Hayat ile fazla ünsiyet (tanışıklık) muayyen bir yaştan sonra insanları çok şey öğrenmekten, yani usulü dairesinde öğrenmekten uzaklaştırıyor.” (Ali 2019: 72)

      Ömer’in bu duruma üzülmesini iki taraflı derlendirecek olursak ilki bütün hüzünlerinin kaynağını içindeki şeytana bağlaması ve bu yüzden hayat mücadelesi konusunda eksik kalması, zamanla bunun tembellikten öte bir durumdan kaynaklanmadığını kendisine itiraf etmesine neden olacaktır. İkinci mesele ise bambaşka… İçindeki şeytan olarak bahane ettiği tembelliğinden dolayı Ömer’e ne kadar kızsam da o ikinci bakış açısından dolayı Ömer’i anlıyorum ve anlaşılmasını istiyorum tüm okuyucular tarafından. Dünyada biraz derin yaşam hassasiyetine sahipseniz karnınızı doyurmak için para peşinden koşmak yerine bambaşka güzel düşüncelerle uğraşmak istiyorsunuz çünkü bu üç günlük dünya kendimize zehir etmek için kısa, Sabahattin Ali bunu pek güzel anlatmış:

Ben şuna inanıyorum ki, üç buçuk günlük ömrümüzü kendimize zehir etmemek için ne mazideki hayatımıza ve kaçırdığımız fırsatlara ne de istikbalin olmayacak hülyalarına kulak asmayarak bugünümüze hapsolup yaşamalıyız.” (Ali 2019: 73)

      Ömer de hiç istemese bile maddi hedeflerle bürünmek orunda bırakılmış bir adama dönüşmeye başlamış fakat ruhu buna hiç adapte olamamış ve yaşamın ayrıntılarını kaçırmayan o naif adamı hiç kaybetmemiş veya kaybedememiş; bundandır ki eşiyle kendine bakma konusunda ciddi derecede yetersiz kalmıştır…

Ben ki bütün ömrümde hiçbir maddi arzu duymamayı kendime gurur vesilesi yapmak isterdim…” (Ali 2019: 144)

      Sayfalar boyunca da bu başarısız yönünü içindeki şeytana bağlamıştır…

Muhakkak ki ruhumun benim gözümden kaçacak kadar uzak köşelerinde bir şeytan saklı… Beni oyuncak gibi kullanıyor…” (Ali 2019: 144)

      Nihat dahil herkes para ve güç için yanlış diye nitelendirilebilecek yollara girmeye ve o havalı takım elbiselerin altındaki zavallı bedenlerini tatmin etmeye, ceplerini doldurmaya adamışlardır kendilerini.

Etrafımız o kadar çirkefle dolu ki, temiz kalmak için tek çare kendi dünyamıza çekilmek ve muhitle, hiç olmazsa manen, alakamızı kesmektir!” (Ali 2019: 147)

      Hatta zamanlar Emin Kâmil, İsmail Şerif, Profesör Hikmet gibi görünüşte saygın ve güçlü, içlerinde ise karakterden noksun insanlarla beraber yol almaya başlamıştır Ömer’in bir zamanlarki yakın arkadaşı Nihat. Sabahattin Ali bu kitabı yıllar yıllar önce yazmış ama tasvir ettiği bu tarz insanların ben şimdi bu yorumu yazarken sokakta karış karış var olduklarını bilmek üstü örtülmeyecek kadar acı. Umarım bir gün birileri bu cümlemi okur ve bahsettiğim bu üzüntü verici durumu ruhunda hisseder, gözünü açmamışsa açar, zaten farkındaysa kendini bu güç sahibi karakter yoksunu bedenlerden uzak tutmanın yollarını arar, yoksa hayat eziyet verebiliyor…

Dünyaya hükmetmeye hazırlanıyormuş! Dünya kim?.. Benden başka dünya var mı? Herkesin bir tek dünyası vardır, o da kendisi… Üst tarafıyla alakadar olmaya bile değmez… Zeki olmak, kuvvetli kafa ve bilgi sahibi olmak neye yarıyor? Bizi istediğimiz saadete götüremedikten sonra… Zekâmız olmasa daha iyiydi. Otlar, hayvanlar, bulutlar ve kayalar gibi yaşamak bana daha saadet verici, daha yorgunluksuz, daha manalı geliyor…” (Ali 2019: 147)

*************

      Ömer bir gün eve bir arkadaşını getirir. Bu adam Macide’nin çocukluktan hatırladığı müzik hoca Bedri’dir. Aralarında hiçbir şey geçmemiş ama birbirlerini anladıklarını hep hissetmiş iki insan yakınlığındaki Macide ve Bedri birbirlerine saygılı fakat mesafeli davranmakta özen gösterirler ve Bedri Ömer’leri artık sık sık ziyaret ederek onlara maddi olarak da destek olmaya başlamıştır.

Ömer’in iş yerinden tanıdığı tek doğru düzgün adam vardır, o da çok sayıda çocuğuna ve karısında bakmaya çalışan veznedardır. İyiyi, doğruyu, güzeli biraz olsun bu adamda yakalamak, kitapta çoğunlukla Nihat’ın çevresinde rastladığımız huzursuz edici, güç sahibi fakat dürüstlük ve ahlaktan yoksun insanları gördükçe iyi gelir okuyucuya bence. Umut hâlâ var dedirten kendi hâlinde iyi huylu ve dürüst biridir veznedar fakat kayınbiraderi yüzünden kasadan para çalmak zorunda kalmıştır vizcdan azabı içinde kıvranırken durumu bir tek Ömer ile paylaşmış, kayınbiraderinin borcunu ödeyeceğinden umudu kesince de dert sahibi olmuştur. Bir gün Nihat Ömer’in aklına girer ve Ömer veznedarı, kendisine para vermezse bu meseleyi müdürlere söyleyeceğine dair tehdit eder. Veznedar da beklediğim gibi hayal kırıklığına uğrar:

Sana teşekkür borçluyum evlat… Bana dünyanın hakikaten suratına tükürülmeye bile değmez olduğunu ve bu dünyada suratına tükürülmeyecek bir tek, ama bir tek insan bile bulunmadığını sağlam bir şekilde ispat ettin. Böyle biri mevcut olsa o sen olurdun ve şimdi buraya gelinceye kadar içimde bir şüphe vardı. Şu kâinatta belki bir de iyi taraf vardır, fakat görmek bize nasip olmuyor diyor ve seni düşünüyordum. Bir daha teşekkür ederim. Beni boş hayallerle avunmaktan, yaptığıma pişman olmaktan kurtardın. Ben de kendimi, adam tanır bir şey zannederdim. Senin suratına bakınca melanet dolu ruhunu göreceğime yüreği çarpan bir insan görüyorum.” (Ali 2019: 185)

 

       Veznedarın bu isyanı bazen benim de hayata isyanım gibi geliyor açıp bu sözünü okuyorum… Ne kadar net anlaymış bu hayatın mide bulandırıcı yönüne dayanamayan bir insanın son hayal kırıklığıyla birlikte umutlarının da tükendiği noktayı… Ömer’e parayı verip buralardan çeker gider. Ömer bu yaptığından pişman olur fakat ben hâlâ bunu nasıl yaptığına anlam veremiyorum. Sayfalar boyu bahsettiği o içindeki şeytana bu kadar mı yenilmişti Ömer, bu kadar mı iradesizdi? Gitgide daha da tanıyamadığım bir davranış şekliyle okudum Ömer’i, veznedarla birlikte beni (okuyucuyu) da hayal kırıklığına uğrattı.

      Ömer içindeki şeytandan mıdır bilinmez, bu arkadaş çevresinden bir türlü kopamaz ve onlarla görüşmeye mütemadiyen devam eder, eşi Macide’nin rahatsız olduğunu bile bile hem de. Hatta bir akşam arkadaşlarının yanına Macide’yi götürdüğünde bu zavallı adamlar Macide’ye asılmış ama Ömer oralı olmamış, hatta sarhoşluğun da etkisiyle eski bir okul arkadaşı olan bir kız kızla Macide’nin gözü önünde fazla samimi olmuş, Macide’nin orada olduğunu dahi unutmuş, mekân değiştirirken onsuz gitmiştir. Macide bu gecenin ardından kesin kararını verir. Ömer’in onu sevdiğinden emindir fakat artık onunla olamayacağından da. Ona uzun bir mektup yazar, veda mektubu fakat mektubu hiçbir zaman Ömer’e veremeyecektir çünkü tam bu sıralarda Ömer’i yarı yolda bırakamayacağı gelişmeler yaşanır.

      Bedri de durumun farkındadır fakat onlar karı koca olduğu içinde kendinde müdahale etme cüretini görmemektedir. Yalnızca Macide ve Ömer’e maddi olarak elinden geldiğince destek olmakla yetinmekte fakat Macide’nin dışarıya karşı belli etmese de ne kadar üzüldüğünü ve şaşırdığını da görmektedir.

 

Bir zamanlar Nihat’la münakaşa ederken söylediği gibi, Ömer arkadaşının sözlerinin doğru olmaması icap ettiğini seziyor, hayatın bu kadar aşağı emeller üzerine kurulabileceğini kabul etmiyor, fakat fikirlerini müdafaa edecek kudreti de kendinde bulamıyordu. Hayat herhalde bir katakulli değildi. Ama neydi? Bu hayatın bir manası olmak icap ederdi. İnsan dünyaya sadece yemek, içmek, koynuna birini alıp yatmak için gelmiş olamazdı! Daha büyük ve insanca bir sebep lazımdı. Lakin tembelliğe alışmış olan kafası bunu bulamıyor, bulmak için uğraşmaya üşeniyor, yanlış ve bayağı olduğunu sezdiği şeyleri de kabul edemediği için selameti firarda buluyordu… Her şeyden, her derin düşünceden, her üzüntülü nefis muhasebesinden kaçmayı itiyat edinmişti. Düşünce adamı olmaktan çıkmış, muhayyile, daha doğrusu kuruntu adamı olmuştu. Etrafında kendisini doğruluğuna inandıracak bir fikir cereyanı bulamadıkça, arkadaşlarının ve hatta hocalarının, büyük ve gösterişli sözler arkasında adamakıllı esnafça işler kovaladıklarını gördükçe kendi muhayyel (düş) âleminde yaşamayı tercih ediyor ve hakikatte sadece muhayyilede yaşamak mümkün olmadığından maddi hayatında tesadüflerin, ani heyecan ve ihtirasların oyuncağı olup kalıyordu.” (Ali 2019: 189)

      Çok geçmeden Ömer başını belaya sokar, Nihat yüzünden, Nihat ve çevresindekiler…  Ömer pek de alakası olmadığı hâlde karıştığı bir suçtan dolayı içerde yatar kısa zaman. Bedri bir hâl çaresine bakar ve onu içerden çıkarmaya çalışır. Zamansız gelişen bu olaylar yüzünden Macide ayrılık kararına dair yazdığı ve içinde Ömer’e dair barındırdıklarını da döktüğü mektubu Ömer’e veremez fakat buna rağmen Ömer içerde yatmaya başladığı zamandan beri haftada iki kez düzenli olarak onu ziyarete geldikleri görüş günlerinde eşine soğuk davranır. Bedri ile daha çok temasa geçerek en son görüş zamanında Macide ile hiç görüşmek istemez. Macide üzülür tabii ki ama ses çıkarmadan kapıda bekler Bedri’yi. Bedri gelecek ve gideceklerdir.

       

 

İyilik demek kimseye kötülüğü dokunmamak değil, kötülük yapacak cevheri içinde taşımamak demektir.” (Ali 2019: 249)

      İçerde kaldığı zaman içinde çok düşünmüştür Ömer. Ömer bir karar alır ve tahliye edileceği gün Bedri ile bir konuşma yapar. Kendisinin düzelmesi gerektiğini fakat bunu tek başına yapabileceğini, Macide ile evlenme evraklarının zaten tamamlanmadığını, Macide’ye Bedri’nin iyi bakacağından emin olduğunu, ona ister kardeş ister evleneceği kadın olarak bakabileceğini fakat kendisinden dolayı Macide’nin biraz zamana ihtiyacı olduğunu, ona bu zaman süresince izin vermesi gerektiğini anlatır Ömer Bedri’ye. Kendisinin ise içindeki bu şeytan diye bahane ettiği şeyin aslında iradesizlik ve hakikatten kaçma eğilimi olduğunu fark ettiğini, düzelmesi için tek başına buralardan gidip zaman içinde düzelebileceğini, bir daha karşılarına çıkamayacağını, Macide’yi çok sevdiğini ve ona değer verdiği için onun bir daha karşısına çıkmayacağını anlatır Bedri’ye.

İsteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin daimi bir mesulünü bulmuştum: Buna içimdeki şeytan diyordum; müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerim ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması… İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu… İçimizde şeytan yok… İçimizde acizlik var… Tembellik var… İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var… Hiçbir şey üzerinde düşünmeye, hatta bir parçacık durmaya alışmayan gevşek beyinlerimizle kullanmaya lüzum görmeyerek nihayet zamanla kaybettiğimiz biçare irademizle hayatta dümensiz bir sandal gibi dört tarafa savruluyor ve devrildiğimiz zaman kabahati meçhul kuvvetlerde, insan iradesinin üstündeki tesirlerde arıyoruz.” (Ali 2019: 250)

      Bedri ile Macide giderler. Ömer de kendi yoluna gider. Ömer ile Macide’nin hikâyesi biter, içimizdeki şeytanın hakikatlerle yüzleşmesi için belki de…

 

 

 

 

 

 

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder