Kitap adı: İçimizdeki Şeytan
Yazar adı: Sabahattin Ali
Orijinal adı: İçimizdeki Şeytan
Özgün dili: Türkçe
Anadilinde 1. Baskı: 1940
Okuduğum baskı: Yapı Kredi Yayınları, 54. Baskı, 2019
Sanırım İçimizdeki Şeytan’ı anlatmak zor
olacak benim için veya yeterli gelmeyecek ne yazarsam yazayım. İçimizdeki
Şeytan’ın Ömer’i biraz da Kuyucaklı Yusuf’un Yusuf’una benzer ama yine de
Yusuf’u daha çok bağrına basıyor insan elinde olmadan; gidişleri benziyor yine
de, ardında bırakıp bir şeyleri, nereye gittiğini bilmeden öylece gitmek… Yine
de hakkında yazmaktan, yorumlamaktan en az keyif alacağım roman sanırım
İçimizdeki Şeytan çünkü bu kitabı okumamanın manasızlığını okuyunca anladım ve
Ömer’in öylece bırakıp gidişi gibi kitabın öylece okunması gerektiğinin farkına
vardım; Sabahattin Ali’nin o pürüzsüz diliyle öylece okumak zaten kitabı
içimizde hissetmemize yetecektir. Tabi
eğer hepimizin içinde birer şeytan olduğunu düşünmeyi bir kenara bırakıp o
şeytanın, dizginlemenin elimizde olduğu birer tembellik ve acizlik güftesi
olduğunu kabul edebiliyorsak…
“Buradaki Yusuf, Kürk Mantolu Madonna’nın târik-I dünyası
Râif, İçimizdeki Şeytan’daki Ömer, hepsi bir tek insandır, ‘atını sürüp dağlara
doğru gider.’ Yarattığı kişilikleri, sonları ile sanatçının âkıbeti arasında ne
derin ve düşündürücü bir benzerlik var!” (Tahir Alangu)
Sabahattin
Ali’nin neden hak ettiği değeri yaşarken göremediğini bu kitabını ve Kuyucaklı
Yusuf’u okuduktan sonra anlayabiliyorum, bu ülkede anlamlı ve güzel olan
şeylere zarar verilir; tarih değişir, dün ve bugünkü olaylar apayrıdır ama bu
gerçek hiç değişmez, tarihin tekerrürü de bundan değil midir hep zaten…
“Ne yazık ki, Ömer’in içindeki “sanatkâr şeytana,
siyasetin ve iktidarın şeytanı yaşama, var olma hakkı tanımayacaktı…
“ (Selim İleri 2019: Önsöz)
Olay İstanbul’da geçer, Sabahattin
Ali’nin o güzel betimlemeleriyle zaten okurken yaşarsınız olay örgüsünü ve daha
da önemlisi karakterlerin duygusal derinliklerini ve düşünsel izlenimlerini…
*******************
Nihat ile Ömer iyi arkadaştır, bambaşka
karakterlere sahip olsalar da birlikte vakit geçirmeyi severler. Ömer hayalperest, Nihat realisttir; Ömer anlamı
arar, Nihat gücü. Nihat Ömer’i, Ömer de Nihat’ı bu yüzden eleştirir,
yine de birbirlerine hak vermezler ve öğle yemeği için karınlarını nasıl
doyuracaklarının derdine düşmeye koyulurlar… Okul okumaya çalışırlar, bir
yandan karınlarını doyurmaya. Ömer felsefe okur, bir akrabasının sayesinde bir
işe de girmiştir üstelik ama nadiren gitmektedir oraya da, nasılsa akrabası
sayesinde başlamıştır işe ve eline geçen üç beş kuruşu kaybetse de karnını
duyurmanın bir yolunu bulacaktır bu hayatta, nasılsa bir başına insandır…
Sorumsuzluğunu ise içindeki şeytana atfeden Ömer’in o şeytanın aslında
iradesizlik ve bilgisizlik olduğunu anlaması ise başından geçecek olaylar
sonrası gelişecek bir hadisedir...
“Bir insanı kendisi kadar, kendi düşünceleri, dertleri,
korkuları ve noksanları kadar ne meşgul edebilirdi?” (Ali 2019:
37)
Bir gün Ömer vapurda bir kız görür ve
gördüğü anda da vurulur. Yanına gittiğinde yanında oturan kişinin uzaktan
akrabası Emine teyze olduğunu fark eder. Meğer Macide isimli bu kız da uzaktan
bir yerlerden akrabasıymış Ömer’in. Emine Teyze ile eşi Galip Amca’nın bir
akrabasının kızıdır Ömer’in ilk görüşte vurulduğu Macide.
“Tesadüflerin
oyuncağı olacak olduktan sonra ne diye bir irademiz vardı? Kullanmadıktan sonra
göğsümüzü dolduran hisler ve kafamızda kımıldayan düşünceler neye yarardı?”
(Ali 2019: 41)
Macide küçük bir köyde büyümüştür.
Okuduğu orta okuldaki müzik öğretmeni Bedri Hoca’nın Macide’deki yeteneği
keşfetmesiyle Macide piyanoya yönelir fakat Bedri Hoca ile aralarında
hoca-öğrenci ilişkisinden başka bir bağ olduğu dedikodusunun çıkmasıyla
Macide’nin piyano öğrenimi de aksamaya başlar. Aynı dertten muzdarip oldukları
için duygusal olarak Macide ile Bedri birbirlerini hissetmeye başlarlar, aynı
dertten yakınan insanların yakın hissetmesi gibi fakat hoca-öğrenci
iletişiminde kalırlar ve zamanla da izlerini kaybederler. Macide İstanbul’da
konservatuarı kazanır ve Emine Teyzesi ile Galip Amca’nın yanında kalmaya
başlar. Sabah okula gidip akşam döner, annesi de denkleştirdiği üç kuruş parayı
Emine Teyze’ye yollar kızlarına bakması için. Bir odası vardır Macide’nin, bir
de yanında ayırmadığı notaları; yeteneği ve güzelliği…
Macide’yi görünce vurulan Ömer kıza
vurulur ve onu bir şekilde bulup konuşmaya çalışır. Zamanla birlikte vakit
geçirmeye başlarlar. Ömer’in konuşması, seçtiği sözcükler, o sözcükleri ardı
ardına dizerek oluşturduğu cümleler o kadar mühim ve ruhu dinlendirici anlamlar
ortaya çıkarır ki Macide de bundan etkilenir. Ömer’in Macide’ye duyduğu ve bunu
ifade edişi onun ne kadar hisli bir genç olduğunun kanıtıdır. Şimdilerde böyleyseniz toplumdan eleştiriden başka
geri dönüş almanız pek mümkün olmuyor, şimdilerde herkesi birer Nihat; bu
yüzden Ömer’e değil de Ömer’in değerini bilenlere hasret kaldık bu çağda…
“…fakat şu muhakkak ki bugün olduğum gibi
olmak da istemiyorum. Büsbütün başka bir hayat, daha az gülünç ve daha çok
manalı bir hayat istiyorum. Belki bunu arayıp bulmak da mümkün… Fakat içimde
öyle bir şeytan var ki… bana her zaman istediğimden büsbütün başka şeyler
yaptırıyor. Onun elinden kurtulmaya çalışmak boş… Yalnız ben değil, hepimiz
onun elinde bir oyuncağız… Senin dünyaya hâkimiyet planların bile eminim ki
onun mahsülü…” (Ali
2019: 47)
Macide’nin eve geç gelmeleri, Ömer’le
gezmeleri, Macide’nin babasının ölmesi ve Emine teyzelere Macide’nin onlarda
kalması için para gönderilmemeye başlanması üst üste gelince Emine Hanım
Macide’ye gururunu kıracak sözler sarf eder. Aslında derdi Macide’nin ailesinin
artık kendilerine para göndermemesidir ama Macide’nin Ömer ile akşam
saatlerinde görüşmesini ileri sürer. Macide de bunun üzerine bavulunu toplayıp
evi terk eder gecenin bir yarısı, nereye gideceğini bilmeden, öylece çıkar
gider… Balıkesir’e ailesinin yanına dönemez çünkü okuduğu okul burada,
İstanbul’dadır. Tam sokağa çıkıp elinde bavuluyla yürümeye başladığında ise Ömer’i
görür. Ömer hissetmiş gibi onu beklemektedir, alır kızı evine götürür. Macide
de hem Ömer’i sevdiğinden, hem Ömer tarafından sevildiğinden, hem de başka
çaresi olmadığından, dahası anlık karar vermenin noksan kaldığı günümüze göre
garip kaçan anlık bir kararla bunu kabul eder ve Ömer’in kirasını ödeyerek
kaldı tek kişilik odasına gelirler. Hemen nikah işlemlerini başlatırlar fakat
evlenmeleri için gerekecek evrak işleri bir süre aman alacaktır. Çevrelerine
bunu söylemezler ve direkt evlendiklerini beyan ederler. Bundan sonra Ömer için
esas yaşam savaşı başlayacaktır…
“Asıl sebep ve illetlere varabilseniz göreceksiniz ki en
zayıf tarafımız dışımızdadır. Gözümüzü kör eden yedi renktir, kulağımızı sağır
eden sesler, ağzımızı paslandıran yediklerimiz, kalbimizi önce coşturup sonra
durduran sonsuz koşmalarımızdır. Yüksek insan dışına değil, içinde kıymet
verendir.” (Ali 2019: 51)
Şimdiye kadar hep parayı önemsemenin
yanlış olduğuna inanan Ömer artık elinin okuması ve yaşamlarını
sürdürebilmeleri için para kazanmak zorunda olduğunun farkına varır. Para
savaşı için sürdürülen hayatları kendinden hep uzak bulsa da hayat onu buna
mecbur bırakır. Bu arada okulu da aksar, düzenli olarak işe gitmeye ve eskiden
önemsemediği işine var gücüyle asılmaya başlamıştır. Macide de düzenli olarak
konservatuara gitmeye devam eder ve kalan zamanlarda da evin işleriyle meşgul
olur. Böylece bir evliliği sürdürmeye başlarlar fakat feci derecede parasızlık
çekerler çünkü Macide evlilikleri boyunca kendine bir çift çoraptan başka bir
şey almamış olmasına karşın Ömer’in kazandığı ücreto kadar azdır ki
açlık çekecek sınıra gelirler çoğu zaman.
“İnsan bir kere öğrenmeye başladı mı, artı peşini
bırakmamalı. Araya azıcık soğukluk girdi mi bu ilim dedikleri namert, adamı
ürkütür. Hayat ile fazla ünsiyet (tanışıklık) muayyen bir yaştan sonra
insanları çok şey öğrenmekten, yani usulü dairesinde öğrenmekten
uzaklaştırıyor.” (Ali 2019: 72)
Ömer’in bu duruma üzülmesini iki taraflı
derlendirecek olursak ilki bütün hüzünlerinin kaynağını içindeki şeytana
bağlaması ve bu yüzden hayat mücadelesi konusunda eksik kalması, zamanla bunun
tembellikten öte bir durumdan kaynaklanmadığını kendisine itiraf etmesine neden
olacaktır. İkinci mesele ise bambaşka… İçindeki şeytan olarak bahane ettiği
tembelliğinden dolayı Ömer’e ne kadar kızsam da o ikinci bakış açısından dolayı
Ömer’i anlıyorum ve anlaşılmasını istiyorum tüm okuyucular tarafından. Dünyada biraz derin yaşam hassasiyetine sahipseniz
karnınızı doyurmak için para peşinden koşmak yerine bambaşka güzel düşüncelerle
uğraşmak istiyorsunuz çünkü bu üç günlük dünya kendimize zehir etmek için kısa,
Sabahattin Ali bunu pek güzel anlatmış:
“Ben şuna inanıyorum ki, üç buçuk günlük ömrümüzü
kendimize zehir etmemek için ne mazideki hayatımıza ve kaçırdığımız fırsatlara
ne de istikbalin olmayacak hülyalarına kulak asmayarak bugünümüze hapsolup
yaşamalıyız.” (Ali 2019: 73)
Ömer de hiç istemese bile maddi
hedeflerle bürünmek orunda bırakılmış bir adama dönüşmeye başlamış fakat ruhu
buna hiç adapte olamamış ve yaşamın ayrıntılarını kaçırmayan o naif adamı hiç kaybetmemiş
veya kaybedememiş; bundandır ki eşiyle kendine bakma konusunda ciddi derecede
yetersiz kalmıştır…
“Ben ki bütün ömrümde hiçbir maddi arzu duymamayı kendime
gurur vesilesi yapmak isterdim…” (Ali 2019: 144)
Sayfalar boyunca da bu başarısız yönünü
içindeki şeytana bağlamıştır…
“Muhakkak ki ruhumun benim gözümden kaçacak kadar uzak
köşelerinde bir şeytan saklı… Beni oyuncak gibi kullanıyor…”
(Ali 2019: 144)
Nihat dahil herkes para ve güç için
yanlış diye nitelendirilebilecek yollara girmeye ve o havalı takım elbiselerin
altındaki zavallı bedenlerini tatmin etmeye, ceplerini doldurmaya adamışlardır
kendilerini.
“Etrafımız o kadar çirkefle dolu ki, temiz kalmak için tek
çare kendi dünyamıza çekilmek ve muhitle, hiç olmazsa manen, alakamızı kesmektir!”
(Ali 2019: 147)
Hatta zamanlar Emin Kâmil, İsmail Şerif,
Profesör Hikmet gibi görünüşte saygın ve güçlü, içlerinde ise karakterden
noksun insanlarla beraber yol almaya başlamıştır Ömer’in bir zamanlarki yakın
arkadaşı Nihat. Sabahattin Ali bu kitabı yıllar
yıllar önce yazmış ama tasvir ettiği bu tarz insanların ben şimdi bu yorumu
yazarken sokakta karış karış var olduklarını bilmek üstü örtülmeyecek kadar
acı. Umarım bir gün birileri bu cümlemi okur ve bahsettiğim bu üzüntü verici
durumu ruhunda hisseder, gözünü açmamışsa açar, zaten farkındaysa kendini bu
güç sahibi karakter yoksunu bedenlerden uzak tutmanın yollarını arar, yoksa
hayat eziyet verebiliyor…
“Dünyaya hükmetmeye hazırlanıyormuş! Dünya kim?.. Benden
başka dünya var mı? Herkesin bir tek dünyası vardır, o da kendisi… Üst
tarafıyla alakadar olmaya bile değmez… Zeki olmak, kuvvetli kafa ve bilgi
sahibi olmak neye yarıyor? Bizi istediğimiz saadete götüremedikten sonra…
Zekâmız olmasa daha iyiydi. Otlar, hayvanlar, bulutlar ve kayalar gibi yaşamak
bana daha saadet verici, daha yorgunluksuz, daha manalı geliyor…”
(Ali 2019: 147)
*************
Ömer bir gün eve bir arkadaşını getirir.
Bu adam Macide’nin çocukluktan hatırladığı müzik hoca Bedri’dir. Aralarında
hiçbir şey geçmemiş ama birbirlerini anladıklarını hep hissetmiş iki insan
yakınlığındaki Macide ve Bedri birbirlerine saygılı fakat mesafeli davranmakta
özen gösterirler ve Bedri Ömer’leri artık sık sık ziyaret ederek onlara maddi
olarak da destek olmaya başlamıştır.
Ömer’in iş
yerinden tanıdığı tek doğru düzgün adam vardır, o da çok sayıda çocuğuna ve
karısında bakmaya çalışan veznedardır. İyiyi, doğruyu, güzeli biraz olsun bu
adamda yakalamak, kitapta çoğunlukla Nihat’ın çevresinde rastladığımız huzursuz
edici, güç sahibi fakat dürüstlük ve ahlaktan yoksun insanları gördükçe iyi
gelir okuyucuya bence. Umut hâlâ var dedirten kendi hâlinde iyi huylu ve dürüst
biridir veznedar fakat kayınbiraderi yüzünden kasadan para çalmak zorunda
kalmıştır vizcdan azabı içinde kıvranırken durumu bir tek Ömer ile paylaşmış,
kayınbiraderinin borcunu ödeyeceğinden umudu kesince de dert sahibi olmuştur.
Bir gün Nihat Ömer’in aklına girer ve Ömer veznedarı, kendisine para vermezse
bu meseleyi müdürlere söyleyeceğine dair tehdit eder. Veznedar da beklediğim
gibi hayal kırıklığına uğrar:
“Sana teşekkür borçluyum evlat… Bana dünyanın hakikaten
suratına tükürülmeye bile değmez olduğunu ve bu dünyada suratına tükürülmeyecek
bir tek, ama bir tek insan bile bulunmadığını sağlam bir şekilde ispat ettin.
Böyle biri mevcut olsa o sen olurdun ve şimdi buraya gelinceye kadar içimde bir
şüphe vardı. Şu kâinatta belki bir de iyi taraf vardır, fakat görmek bize nasip
olmuyor diyor ve seni düşünüyordum. Bir daha teşekkür ederim. Beni boş
hayallerle avunmaktan, yaptığıma pişman olmaktan kurtardın. Ben de kendimi,
adam tanır bir şey zannederdim. Senin suratına bakınca melanet dolu ruhunu
göreceğime yüreği çarpan bir insan görüyorum.” (Ali 2019: 185)
Veznedarın bu isyanı bazen benim
de hayata isyanım gibi geliyor açıp bu sözünü okuyorum… Ne kadar net anlaymış
bu hayatın mide bulandırıcı yönüne dayanamayan bir insanın son hayal
kırıklığıyla birlikte umutlarının da tükendiği noktayı… Ömer’e parayı verip buralardan çeker
gider. Ömer bu yaptığından pişman olur fakat ben hâlâ bunu nasıl yaptığına
anlam veremiyorum. Sayfalar boyu bahsettiği o içindeki şeytana bu kadar mı
yenilmişti Ömer, bu kadar mı iradesizdi? Gitgide daha da tanıyamadığım bir
davranış şekliyle okudum Ömer’i, veznedarla birlikte beni (okuyucuyu) da hayal
kırıklığına uğrattı.
Ömer içindeki şeytandan mıdır bilinmez,
bu arkadaş çevresinden bir türlü kopamaz ve onlarla görüşmeye mütemadiyen devam
eder, eşi Macide’nin rahatsız olduğunu bile bile hem de. Hatta bir akşam
arkadaşlarının yanına Macide’yi götürdüğünde bu zavallı adamlar Macide’ye
asılmış ama Ömer oralı olmamış, hatta sarhoşluğun da etkisiyle eski bir okul
arkadaşı olan bir kız kızla Macide’nin gözü önünde fazla samimi olmuş,
Macide’nin orada olduğunu dahi unutmuş, mekân değiştirirken onsuz gitmiştir. Macide
bu gecenin ardından kesin kararını verir. Ömer’in onu sevdiğinden emindir fakat
artık onunla olamayacağından da. Ona uzun bir mektup yazar, veda mektubu fakat
mektubu hiçbir zaman Ömer’e veremeyecektir çünkü tam bu sıralarda Ömer’i yarı
yolda bırakamayacağı gelişmeler yaşanır.
Bedri de durumun farkındadır fakat onlar
karı koca olduğu içinde kendinde müdahale etme cüretini görmemektedir. Yalnızca
Macide ve Ömer’e maddi olarak elinden geldiğince destek olmakla yetinmekte
fakat Macide’nin dışarıya karşı belli etmese de ne kadar üzüldüğünü ve
şaşırdığını da görmektedir.
“Bir zamanlar Nihat’la münakaşa ederken söylediği gibi,
Ömer arkadaşının sözlerinin doğru olmaması icap ettiğini seziyor, hayatın bu
kadar aşağı emeller üzerine kurulabileceğini kabul etmiyor, fakat fikirlerini
müdafaa edecek kudreti de kendinde bulamıyordu. Hayat herhalde bir katakulli
değildi. Ama neydi? Bu hayatın bir manası olmak icap ederdi. İnsan dünyaya
sadece yemek, içmek, koynuna birini alıp yatmak için gelmiş olamazdı! Daha
büyük ve insanca bir sebep lazımdı. Lakin
tembelliğe alışmış olan kafası bunu bulamıyor, bulmak için uğraşmaya üşeniyor,
yanlış ve bayağı olduğunu sezdiği şeyleri de kabul edemediği için selameti
firarda buluyordu… Her şeyden, her derin düşünceden, her üzüntülü nefis
muhasebesinden kaçmayı itiyat edinmişti. Düşünce adamı olmaktan çıkmış, muhayyile,
daha doğrusu kuruntu adamı olmuştu. Etrafında kendisini doğruluğuna inandıracak
bir fikir cereyanı bulamadıkça, arkadaşlarının ve hatta hocalarının, büyük ve
gösterişli sözler arkasında adamakıllı esnafça işler kovaladıklarını gördükçe
kendi muhayyel (düş) âleminde yaşamayı tercih ediyor ve hakikatte sadece
muhayyilede yaşamak mümkün olmadığından maddi hayatında tesadüflerin, ani
heyecan ve ihtirasların oyuncağı olup kalıyordu.” (Ali 2019:
189)
Çok geçmeden Ömer başını belaya sokar,
Nihat yüzünden, Nihat ve çevresindekiler… Ömer pek de alakası olmadığı hâlde karıştığı
bir suçtan dolayı içerde yatar kısa zaman. Bedri bir hâl çaresine bakar ve onu
içerden çıkarmaya çalışır. Zamansız gelişen bu olaylar yüzünden Macide ayrılık
kararına dair yazdığı ve içinde Ömer’e dair barındırdıklarını da döktüğü
mektubu Ömer’e veremez fakat buna rağmen Ömer içerde yatmaya başladığı zamandan
beri haftada iki kez düzenli olarak onu ziyarete geldikleri görüş günlerinde
eşine soğuk davranır. Bedri ile daha çok temasa geçerek en son görüş zamanında
Macide ile hiç görüşmek istemez. Macide üzülür tabii ki ama ses çıkarmadan
kapıda bekler Bedri’yi. Bedri gelecek ve gideceklerdir.
“İyilik demek kimseye kötülüğü dokunmamak değil, kötülük
yapacak cevheri içinde taşımamak demektir.” (Ali 2019: 249)
İçerde kaldığı zaman içinde çok
düşünmüştür Ömer. Ömer bir karar alır ve tahliye edileceği gün Bedri ile bir
konuşma yapar. Kendisinin düzelmesi gerektiğini fakat bunu tek başına
yapabileceğini, Macide ile evlenme evraklarının zaten tamamlanmadığını,
Macide’ye Bedri’nin iyi bakacağından emin olduğunu, ona ister kardeş ister
evleneceği kadın olarak bakabileceğini fakat kendisinden dolayı Macide’nin
biraz zamana ihtiyacı olduğunu, ona bu zaman süresince izin vermesi gerektiğini
anlatır Ömer Bedri’ye. Kendisinin ise içindeki bu şeytan diye bahane ettiği
şeyin aslında iradesizlik ve hakikatten kaçma eğilimi olduğunu fark ettiğini, düzelmesi
için tek başına buralardan gidip zaman içinde düzelebileceğini, bir daha
karşılarına çıkamayacağını, Macide’yi çok sevdiğini ve ona değer verdiği için
onun bir daha karşısına çıkmayacağını anlatır Bedri’ye.
“İsteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat
neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin
daimi bir mesulünü bulmuştum: Buna içimdeki şeytan diyordum; müdafaasını
üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerim ona yüklüyor ve kendi suratıma
tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi
nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı?
Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması… İçimizdeki şeytan pek de
kurnazca olmayan bir kaçamak yolu… İçimizde şeytan yok… İçimizde acizlik var…
Tembellik var… İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir
şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var… Hiçbir şey üzerinde düşünmeye, hatta bir parçacık
durmaya alışmayan gevşek beyinlerimizle kullanmaya lüzum görmeyerek nihayet
zamanla kaybettiğimiz biçare irademizle hayatta dümensiz bir sandal gibi dört
tarafa savruluyor ve devrildiğimiz zaman kabahati meçhul kuvvetlerde, insan
iradesinin üstündeki tesirlerde arıyoruz.” (Ali 2019: 250)
Bedri ile Macide giderler. Ömer de kendi
yoluna gider. Ömer ile Macide’nin hikâyesi biter, içimizdeki şeytanın
hakikatlerle yüzleşmesi için belki de…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder