Yazar adı: José Mauro de Vasconcelos
Orijinal adı: Meu Pé de Latanja Lima
Ülke: Brezilya
Özgün dili: Portekizce
Anadilinde 1. Baskı: 1968
Okuduğum baskı: Can Sanat Yayınları, 130. Baskı, 2018, Çeviri: Aydın Emeç
Sayfa Sayısı: 182 José Mauro de Vasconcelos'un Şeker Portakalı, Güneşi Uyandıralım ve Delifişek isimli kitaplarından oluşan serinin ilkidir Şeker Portakalı.
- Güneşi Uyandıralım'a buradan ulaşabilirsin.
- Delifişek'e buradan ulaşabilirsin.
"Yazarlıkta karar kılıncaya kadar, boks antrenörlüğünden ressam ve heykeltıraşlara modellik yapmaya, muz plantasyonlarında hamallıktan gece kulüplerinde garsonluğa kadar çeşitli işlerde çalışan Jose Mauro de Vasconcelos'un başyapıtı Şeker Portakalı, 'günün birinde acıyı keşfeden küçük bir çocuğun öyküsü'dür. Çok yoksul bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelen, dokuz yaşında yüzme öğrenirken bir gün yüzme şampiypnu olmanın hayalini kuran Vasconcelos'un çocukluğundan derin izler taşıyan Şeker Portakalı, yaşamın beklenmedik değişimleri karşısında büyük sarsıntılar yaşayan küçük Zeze'nin başından geçenleri anlatır. Vasconcelos, tam on iki günde yazdığı bu romanı 'yirmi yıldan fazla bir zaman yüreğinde taşıdığını' söyler.
Aydın Emeç'in, güzel Türkçesiyle dilimize armağan ettiği Şeker Portakalı'nın başkahramanı Zeze'nin büyüdükçe yaşadığı serüvenleri, yazarın Güneşi Uyandıralım ve Delifişek adlı romanlarında izleyebilirsiniz."
(Vasconcelos 2018: Arka Kapak Yazısı)************************
Acıyla tanışan küçük bir çocuğun öyküsü bu; daha acı olansa, hayal dünyasını tüm detaylarıyla sıcacık ve eğlenceli ilmeklerle ören bir çocuğun acıyla tanıştıktan sonra, hayal dünyasının yok olmasıyla çocukluğunun sona ermesi...
Şeker Portakalı'nı diğer kitaplardan ayrı kılan en özel yanı hakkında çok konuşulmayan şu detaydır bana kalırsa, herkes birgün acıyla tanışır ve hayal dünyası söner, çocukluğu biter. Bazen iyi ve güzel şeyler tarif edilmez...
Hiç kitap okumayan, hatta edebiyata yüreğinde yer açmamış "büyükler"in bile okuması gerektiğine inandığım tek roman Şeker Portakalı. Kim bilir, belki de böylece hepimizin bir zamanlar çocuk olduğunu hatırlarız, tüm yaramazlıklarımızla ve tüm sevgiye açlığımızla...
Yoksulluk hâkim her sayfaya, halbuki en büyük yoksulluk Zeze'nin sevgiye duyduğu açlık, işte Şeker Portakalı'nın hüznünün kaynağı. Evet, itiraf ediyorum, son sayfalarda ağladım :) Yok yok öyle saçma sapan dramatik sahneler barınmıyor kitapta, daha da fenası, hayatın tokat gibi yüzüne çarpan hüznü her satırda aslolan. Yine okumadan hiçbir yetişkinin bu denli hatırlayacağını sanmam kaybettiği çocukluğunu ve hayalleriyle kurduğu dünyayı. Eğer dünyada hâlâ yüreği olan birkaç insan kaldıysa, onların bir zamanlar birer Zeze olduğuna inanıyorum. Hepimiz o Zeze'yi seviyorduk, her ne kadar hatırlamasak da ve korkarım sonunda hep öldü o, içimizde hem de.
Ufak Bir Özet:
Kitabın konusu, yoksul ve kalabalık bir ailenin en küçük ikinci çocuğu olan Zeze'nin başından geçenlerle birlikte acıyı tatması ve büyümesi üzerine şekilleniyor. Zeze, aşırı haylaz bir çocuktur ve sürekli kasabadaki insanları öfkelendirecek yaramazlıklar yapar. Ailesi tarafından sürekli dayak yiyen bir çocuktur o, henüz 5 yaşında olmasına rağmen. Babası işsizdir, Zeze'yi döver; ablalarından biri sevgililerini aynı anda idare etmeye çalışır, Zeze'yi döver; Zeze bir haytalık yapar, Zeze'yi döverler; Zeze bir şey yapmaz, yine Zeze'yi döverler. Kısacası Zeze'yi hep döverler...
Zeze yaramaz bir çocuktur ama sevgi gördüğü anda yaramazlığı bırakıp uslu ve çalışkan bir çocuk olur çünkü aslında Zeze sevgiye muhtaç ve aşırı duygusal bir hayalperesttir. Hayalinde yarattığı dünya, gerçek olandan daha güzel, daha sevgi doludur. İlkokul öğretmeni kendisine iyi davrandı diye gidip hemen ona çiçek alan, ders çalışan, uslu bir öğrenciye dönüşen de; aile içinde ötelendikçe akla gelmeyecek yaramazlıklarla ortalığı karıştıran da aynı çocuktur.
Ailesi onu hep dövse de, aklına gelen her yaramazlığı yapmasından usansalar da, ona kendini kötü bir insan olduğunu hissettirseler de, hatta onda hiç doğmaması gerektiğini hissettirseler de ona birazcık sevgi gösteren insanlara karşı tüm iyi huylu yanını, içindeki derinliği ve zekâsını sunan Zeze, çevreye karşı olan duyarlılığı ve duygularının derinliğiyle yeterince özel bir çocuktur...
Ailecek yeni taşındıkları yerde kendine bir şeker portakalı fidanı bulur, ismini Minguinho koyar ve yaşadıklarını, yaptığı yaramazlıkları, düşüncelerini, hislerini, sevdiği tek insanı, hayal dünyasındaki kahramanları ona anlatır.
Seu Arivaldo isimli sokaklarda şarkı söyleyen, şarkı sözleri satan adam ile yolları kesişir bizim Zeze'nin. Onunla birlikte çalışmaya başlar, haftanın bir günü. Arivaldo Zeze'ye bayılır ve onun yaşındaki bir çocuğun böylesine algıları açık ve yetkin bir düşünce yapısına sahip oluşu gözünden kaçmaz. Zeze ile Arivaldo iyi arkadaş olurlar.
Mahalledeki o meşhur havalı otomobilin sahibi olan Portekizli'yle de kesişecektir Zeze'nin yolu. Başlarda onu sevmese bile zamanla büyük bir dostluk kurarlar. Gerçek ismi MAnuel Valadares olan bu koca adama Portuga ismini takar Zeze. İkisinin dostluğu o kadar saf ve huzur vericidir ki bunu tarif etmeye yeltenmek taraftarı değilim, bazen iyi ve güzel şeyler tarif edilmez...
Zeze'ye her zaman destek olur Portuga. Zor bir hayat yaşadığını ve ailesi tarafından hep ötelendiğini bilir. Portuga büyüdüğü halde içindeki çocuğu ve hayallerini öldürmeyen o altın oranın vücut bulmuş hâlidir adeta. Hatta Zeze'nin Minguinho ismini verdiği bir şeker portakalı fidanı olduğu gibi, Portuga'nın da bir ağacı vardır, Kraliçe Charlotte adında.
Artık Zeze'nin yaramazlıkları büyük oranda azalmıştır. Öğretmeni, Seu Arivaldo ve Portuga'nın sevgisi Zeze'yi uysallaştırır. En önemlisi de Portuga'dır. Zeze ile Portuga dostluklarını tüm dünyadan sır gibi saklarlar. Bir araya geldiklerinde tam anlamıyla mutludurlar. Hatta Zeze'nin keşke Portuga babam olsaydı diye düşündüğünü duyar gibi olursun.
Yine ailesi tarafından feci bir şekilde dövüldüğü zamanlarda, Zeze Portuga'ya, Mangaratiba'nın (bir tren) altına atlayıp kendini öldüreceğini söyler. Gerçek babasını öldürmeye karar verir, onu sevmeyerek çünkü bir insanı sevmeyi bırakırsan onu içinde öldüreceğini söyler... Portuga onu kendini trenin altına atma düşüncesinden vazgeçirmeyi başarır, onu mutlu etmek için elinden geleni yapar. Portuga'nın dünyada sevdiği tek insan olduğunun farkındadır Zeze.
Zeze'yi intihar düşüncesinde vazgeçirmesine geçirir ama bundan kısa bir süre sonra bir kaza yaşanır ve Portuga Mangaratiba'nın altında kalarak can verir... Zeze Portuga'yı kaybetmenin acısına dayanamaz. Günbegün ölüme doğru gider, yemeden içmeden kesilerek, hissizleşerek, yalnızca Portuga'yı düşünüp ağlayarak. Tam da her şey rayına oturdu derken, rayların üzerinde yok olan bir umuttur artık Portuga... Zeze uzun bir süre sonra bedenen iyileşir ama hayalleri biter, umutları söner, yaşama sevincini kaybeder. O mükemmel hayal dünyasını terk eder ve büyür... Portuga'nın ölümüyle birlikte Zeze'nin gün ışıyla yüreğini dolduran tüm umutları biter, gider... Bu hikâye de burada biter ve Zeze gibi şahane hisli bir çocuk, Portuga'yı, tek dostunu, tek gülümseme kaynağını kaybederek içindeki çocuğu da öldürür. Daha doğrusu elinde olmadan hayal dünyası ve içindeki çocuk ölür...
O olayın ardından yıllar geçer ve beş yaşındaki küçük Zeze kırk sekiz yaşına gelir. Portuga'yı düşünür ve artık küçük kalplere bilye ve artist resmi dağıtma sırasının kendisinde olduğuna karar verir çünkü sevgisiz hayatın hiçbir anlamı olmadığını bilir...
Ailesi onu hep dövse de, aklına gelen her yaramazlığı yapmasından usansalar da, ona kendini kötü bir insan olduğunu hissettirseler de, hatta onda hiç doğmaması gerektiğini hissettirseler de ona birazcık sevgi gösteren insanlara karşı tüm iyi huylu yanını, içindeki derinliği ve zekâsını sunan Zeze, çevreye karşı olan duyarlılığı ve duygularının derinliğiyle yeterince özel bir çocuktur...
Ailecek yeni taşındıkları yerde kendine bir şeker portakalı fidanı bulur, ismini Minguinho koyar ve yaşadıklarını, yaptığı yaramazlıkları, düşüncelerini, hislerini, sevdiği tek insanı, hayal dünyasındaki kahramanları ona anlatır.
Seu Arivaldo isimli sokaklarda şarkı söyleyen, şarkı sözleri satan adam ile yolları kesişir bizim Zeze'nin. Onunla birlikte çalışmaya başlar, haftanın bir günü. Arivaldo Zeze'ye bayılır ve onun yaşındaki bir çocuğun böylesine algıları açık ve yetkin bir düşünce yapısına sahip oluşu gözünden kaçmaz. Zeze ile Arivaldo iyi arkadaş olurlar.
Mahalledeki o meşhur havalı otomobilin sahibi olan Portekizli'yle de kesişecektir Zeze'nin yolu. Başlarda onu sevmese bile zamanla büyük bir dostluk kurarlar. Gerçek ismi MAnuel Valadares olan bu koca adama Portuga ismini takar Zeze. İkisinin dostluğu o kadar saf ve huzur vericidir ki bunu tarif etmeye yeltenmek taraftarı değilim, bazen iyi ve güzel şeyler tarif edilmez...
Zeze'ye her zaman destek olur Portuga. Zor bir hayat yaşadığını ve ailesi tarafından hep ötelendiğini bilir. Portuga büyüdüğü halde içindeki çocuğu ve hayallerini öldürmeyen o altın oranın vücut bulmuş hâlidir adeta. Hatta Zeze'nin Minguinho ismini verdiği bir şeker portakalı fidanı olduğu gibi, Portuga'nın da bir ağacı vardır, Kraliçe Charlotte adında.
Artık Zeze'nin yaramazlıkları büyük oranda azalmıştır. Öğretmeni, Seu Arivaldo ve Portuga'nın sevgisi Zeze'yi uysallaştırır. En önemlisi de Portuga'dır. Zeze ile Portuga dostluklarını tüm dünyadan sır gibi saklarlar. Bir araya geldiklerinde tam anlamıyla mutludurlar. Hatta Zeze'nin keşke Portuga babam olsaydı diye düşündüğünü duyar gibi olursun.
Yine ailesi tarafından feci bir şekilde dövüldüğü zamanlarda, Zeze Portuga'ya, Mangaratiba'nın (bir tren) altına atlayıp kendini öldüreceğini söyler. Gerçek babasını öldürmeye karar verir, onu sevmeyerek çünkü bir insanı sevmeyi bırakırsan onu içinde öldüreceğini söyler... Portuga onu kendini trenin altına atma düşüncesinden vazgeçirmeyi başarır, onu mutlu etmek için elinden geleni yapar. Portuga'nın dünyada sevdiği tek insan olduğunun farkındadır Zeze.
---SPOILER---
Zeze'yi intihar düşüncesinde vazgeçirmesine geçirir ama bundan kısa bir süre sonra bir kaza yaşanır ve Portuga Mangaratiba'nın altında kalarak can verir... Zeze Portuga'yı kaybetmenin acısına dayanamaz. Günbegün ölüme doğru gider, yemeden içmeden kesilerek, hissizleşerek, yalnızca Portuga'yı düşünüp ağlayarak. Tam da her şey rayına oturdu derken, rayların üzerinde yok olan bir umuttur artık Portuga... Zeze uzun bir süre sonra bedenen iyileşir ama hayalleri biter, umutları söner, yaşama sevincini kaybeder. O mükemmel hayal dünyasını terk eder ve büyür... Portuga'nın ölümüyle birlikte Zeze'nin gün ışıyla yüreğini dolduran tüm umutları biter, gider... Bu hikâye de burada biter ve Zeze gibi şahane hisli bir çocuk, Portuga'yı, tek dostunu, tek gülümseme kaynağını kaybederek içindeki çocuğu da öldürür. Daha doğrusu elinde olmadan hayal dünyası ve içindeki çocuk ölür...
O olayın ardından yıllar geçer ve beş yaşındaki küçük Zeze kırk sekiz yaşına gelir. Portuga'yı düşünür ve artık küçük kalplere bilye ve artist resmi dağıtma sırasının kendisinde olduğuna karar verir çünkü sevgisiz hayatın hiçbir anlamı olmadığını bilir...
KARAKTERLER:
- Zeze: Esas oğlan Zeze, bazen 5, bazen 6 yaşında olan çocuk.
- Gloria: Zeze'nin ablası. Evde küçük Luis'ten başka ona iyi davranan ve onu dövmeyen tek insan!
Lala: Zeze'nin diğer ablası.
- Jandira: O da Zeze'nin ablası.
- Totoca: Zeze'nin abisi, kardeşler arasında Zeze'nin bir büyüğü o. Ara sıra Zeze'ye gerçek dünyayı tanıtmak için onu gezmeye çıkarırdı ve bu gezintiler Zeze'nin gözünden oldukça ilginç yorumlanırdı çünkü onun bir de hayal dünyası vardı, gerçek hayattan apayrı ve kuşkusuz daha umutlu.
- Luis: Zeze'nin küçük kardeşi, Zeze ona Kral Luis diyor, çünkü onu evde Gloria ve Lui'ten başka kimsenin sevmediğini biliyor. Aslında Zeze öyle hissediyor demeliydim belki de ama bendeki sevgi tanımı öyle gösteriyor ki Zeze'yi gerçekten sevmiyorlardı diğerleri çünkü bazı şeyler sevmek değildi, gereklilikti.
- Estefania Pinage de Vasconcelos: Zeze'nin annesi.
- Edmunto Dayı: Zeze'nin dayısı.
- Dindinha: Zeze'nin anneannesi.
- Jeronimo: Zeze'nin sınıf arkadaşı. Pekçok gündeme geliyor, diğer arkadaşlarına kıyasla.
- Rozemberg: Portuga ile Zeze'nin gittiği pastanenin sahibi.
- Portuga: Esas ismi Manuel Valadares, Zeze ona Portuga diyor. Zeze'nin en iyi arkadaşı bu Portekizli koca adam, aslında tek arkadaşı, tabii şeker portakalı fidanını saymazsak. Bir de hikâyenin içindeki tek umut Portuga, koca koca yaşlar devirip buna rağmen ruhun içindeki güzelliğin derinlerde saklanabileceğine, o koca koca hayalleri olan çocuğu kaybetmeden de koca adam olunabileceğine dair... Üstelik, Zeze'nin şeker portakalı fidanı olduğu gibi, Portuga'nın da bir ağacı vardı, ismini Kraliçe Charlotte koyduğu.
- Minguinho: Zeze'nin şeker portakalı fidanı.
- Dona Cecilia Paim: Zeze'nin ilkokul öğretmeni.
- Seu Arivaldo: Sokakta şarkı söyleyip şarkı sözlerini satan adam, Zeze onunla haftanın birgünü çalışırdı, Portuga'dan başka Zeze'yi seven, onu dostu olarak gören tek insan belki de.
- Luciano: Zeze'nin bahsettiği o meşhur yarasa.
**** KİTAPTAN ALINTILAR: ****
"Zamandan başka geçen yoktu."
***
***
"Herkes kelebek boyunbağlı bir şair olmak için doğmadı."
***
"İlk kaşıklar tuzluydu. Gözlerimden akan yaşlar durmak bilmiyordu."
***
"Kuş, Ulu Tanrı tarafından küçük çocukların, nesneleri keşfetmelerine yardımcı olmak için yaratılmıştır. Gereği kalmayınca, çocuk, kuşu Ulu tanrı'ya geri verir. Ulu Tanrı da kuşu, senin gibi akıllı olan başka bir çocuğun içine yerleştirir."
***
"Kuşumun cılız göğsümden koptuğunu hissettim."
***
"Sanki yüreğim boş bir kafes..."
***
"Sokağımızda her şeyin bir çağı vardı. Bilyelerin çağı. Topaç çağı. sinema yıldızlarının resimlerini toplama çağı. Uçurtma çağı, çağların en güzeliydi."
***
"Portuga!"
"Hımm..."
"Hep senin yanında olmak isterdim, biliyor musun?"
"Neden?"
"Çünkü dünyanın en iyi insanısın. Senin yanındayken beni kimse azarlamıyor ve gün ışığının yüreğimi umutla doldurduğunu hissediyorum."
***
"Anne benim doğmamam gerekirdi."
***
"Gerçek olan, acımasız bir biçimde nedenini bilmeden dayak yiyen küçücük bir hayvan olarak iç yaramı bir türlü geçirmeyi başaramadığımdı."
***
"Önemi yok, onu öldüreceğim!"
"Ne diyorsun sen, küçük; babanı mı öldüreceksin?"
"Evet, yapacağım bunu. Başladım bile. Öldürmek, Buck Jones'un tabancasını alıp güm diye patlatmak değil! Hayır. Onu yüreğimde öldüreceğim, artık sevmeyerek... Ve bir gün büsbütün ölecek."
***
"Daha çok anlat," dedim.
"Hoşuna gidiyor mu?"
"Elimden gelse, seninle sekiz yüz elli iki bin kilometre hiç durmadan konuşurdum."
"Bu kadar yola nasıl benzin yetiştiririz?"
"Gider gibi yaparız."
***
"Biliyor musun, Minguinho; on iki çocuğum ve ardından bir on iki çocuğum daha olsun istiyorum, anladın mı? İlk on ikisi hep çocuk kalacak; kimse de onları dövmeyecek. Ötekiler büyük insan olacaklar. Onlara soracağım: Ne iş tutmak istiyorsun, yavrum? Oduncu mu olmak istiyorsun? Peki, işte sana baltayla kareli gömlek. Sen bir sirkte hayvan eğiticisi mi olmak istiyorsun? Peki, işte sana kırbaç ve giysi..."
***
"Acı, insanın birlikte ölmesi gereken şeydi."
***
"Yaşamaya hükümlüydüm."
***
"Her ne için olursa olsun, ağlamayacaktım bir daha, Minguinho bu çiçekle bana veda etmeye çalışsa, gerçeklerin ve acımın dünyasına geçmek üzere hayallerimin dünyasından ayrılsa bile ağlamayacaktım."
************
Gerçekten çok emek vermişsin ellerine sağlık güzel olmuş:)
YanıtlaSil