31 Temmuz 2022 Pazar

GÜNEŞİ UYANDIRALIM

Kitap adı: Güneşi Uyandıralım
Yazar adı: José Mauro de Vasconcelos
Orijinal adı: Vamos Aquecer o Sol 
Ülke: Brezilya          
Özgün dili: Portekizce
Anadilinde 1. Baskı: 1968
Okuduğum baskı: Can Sanat Yayınları, 72. Baskı, Şubat 2018, Çeviri: Aydın Emeç 
Sayfa Sayısı: 273 

José Mauro de Vasconcelos'un Şeker Portakalı, Güneşi Uyandıralım ve Delifişek isimli kitaplarından oluşan serinin ikincisidir Güneşi Uyandıralım. 

- Şeker Portakalı'na buradan ulaşabilirsin.  
- Delifişek'e buradan ulaşabilirsin. 


"Akrabalığı oluşturan yalnızca kan bağları değil, aynı zamanda yürek ve akıl bağlarıdır.

MONTESQUIEU 

****************









Zeze ergenlik döneminde ve son derece yaramazdır. Nerdeyse tüm sayfalarda Zeze'nin başına açtığı dertleri, haylazlıkları ve hayal dünyasında yaşananları okuduğumu söylemek pek de yanlış olmayacaktır fakat öte yandan iç dünyasında hayata inanılmaz geniş bir pencereden bakan bir çocuktan bahsediyoruz; o yaşlardaki bir çocuğun önceliklerini anlamak çok güç olmasa gerek fakat hayatı nasıl yorumladığını algılamak ve yorumlamak, Şeker Portakalı'ndaki daha küçük Zeze'nin ve Delifişek'teki delikanlı Zeze'nin aklından geçenleri tahmin etmekten  daha karışık bir mesele bence. Şöyle bir düşünsenize, hangimiz tam o ergenlik zamanlarındaki hareketlerimizin mantığını açıklayabiliriz şimdi, 11 yaşından 19 yaşına kadarki dönemden bahsediyorum.   

Küçük Zeze karnını bile doyuramayan ailesinin yanında hayat mücadelesi verirken yaşadıklarını anlamasak bile hissedebiliyorduk, 19-20 yaşından itibaren bahsettiğimiz Zeze ise zaten artık kendimizi yerine koyduğumuz bir karakter haline geliyor fakat bu 11 yaşındaki Zeze'nin yaramazlıklarının arka planındaki hayalperestliği, dış dünya ile arasındaki kopukluk, bazen içine kapanık halleri, son derece çekilmez yaramazlıklar yaptığı zamanlarda aklından geçenler, her şeye rağmen derslerinde her zaman son derece başarılı oluşu, serseriliğin yanına edebiyata olan ilgisini de eklemesi derken bu çok yönlü ergenlik çağlarını yazarın muazzam anlattığına inanıyorum fakat Şeker Portakalı'nı okuduktan sonra okumalısınız mutlaka Güneşi Uyandıralım'ı çünkü hayatımızın çok farklı dönemlerinde edindiğimiz tutumların hep bir sebebi oluyor, geçmişten gelen. Yine de bu ergenlik çağlarındaki kopukluktan olsa gerek, Delifişek kitabının daha etkili olduğunu düşündüğümü söylemeden edemeyeceğim. Neyse şimdi dönelim güneşi uyandırmaya... 

Bu serideki favorimin Güneşi Uyandıralım olmadığını inkar edemem fakat Delifişek'te Zeze geçirdiği değişimi ve yaşadıklarını verdiği tepkileri içselleştirmek için Güneşi Uyandıralım'ı okumak gerektiğine inanıyorum. Aynı zamanda kitabın okurken akıp gittiğini inkar edemeyeceğim. Rahat ve hayal dünyamda düşüncelere özgürce dalmam için açık kapı bırakan duru bir anlatımı var satırların. Bu yüzden Zeze ne yaparsa yapsın hep bir gülümseme ile sayfaları çevirdiğimi hatırlıyorum. 


**** Ufak bir Özet: ****

Zeze'nin Şeker Portakalı kitabının sonundan devam eden hayatını bu kitapta okumaya başlıyoruz kapağını açınca fakat bu kez Zeze o yoksul ailesinin yanından alınmış ve kendisine çok iyi bakabilecek, zengin ve imkanları yüksek olduğu için açlık ve sefalet çektirmeyecek, okuması için elinden geleni yapacak, donanımlı bir ailenin yanına evlatlık verilir. 

Son derece haylaz fakat derslerinde de başarılı bir çocuktur Zeze, kendisini evlat edinen ailenin sunduğu imkanlar ile iyi bir eğitim görmesi ve kendi ayakları üzerinde durabildikten sonra kendi memleketine dönüp öz ailesini o yoksul hayattan kurtarması beklenmektedir kendisinden fakat o da bu yaşlarda böylesine mühim mevzuulara kafa yormakta zorlanmakta, onun yerine hayatın kendisine sunduğu sürprizleri hayal dünyası, yaramazlıkları ve çevresindeki insanları değerlendirme konusunda sahip olduğu eşsiz bakış açısıyla karşılamakla meşguldür haliyle. 

Kendisini evlat edinen ailesi de Zeze'nin eğitimine çok önem vermektedir fakat haylazlıklarından tüm kasaba gibi ailesi de yılmıştır. Öte yandan kendisine böyle güzel imkanlar sunan ailesi ile Zeze'nin arası pek de iyi değildir. Zeze'nin uslu bir çocuk olmasını istemektedir ailesi, Zeze ise onlarla arasında sevgi bağının oluşmadığını hisseder, sanırım hikayenin kilit noktalarından birisi de budur. O yaştaki bir çocuk dünyayı nasıl görüyor da bu çıkarımları yapıyor derseniz, işte bunu bize yazar pek güzel aktarmış diyebilirim. 

Zeze'nin hayran olduğu bir oyuncu vardı, adı Maurice, Maurice Chevalier. Çok ünlü bir oyuncu olan Maurice hemen hemen her akşam Zeze'nin odasına gelmektedir, onunla sohbet etmek için. Tabii ki bütün bunlar Zeze'nin hayal dünyasında geçmektedir fakat okurken çocuğun hayal dünyasına böylesine tutunması gülümseten satırlar oluşturmaktadır. Hatta babasının yerine koyar Maurice'i Zeze çünkü kendi babasının onu sadece eleştirdiğini, aslında sevmediğini düşünmektedir, daha da üzücü olansa, düşünmenin ötesinde böyle hissetmektedir. Sanırım anne-babalar bazen sevdiklerini hissettirmeyi hiç ama hiç başaramıyorlar. Maurice ile aralarında geçen konuşmalar Zeze'nin kendisini seven birine başından geçenlerin yorumunu aktarma ihtiyacını ortaya koymakla beraber babasının kendisiyle böylesine inanç ve koşulsuz sevgi ile sohbet etmesi ve sarılıp öpmesine dair ihtiyacını da gözler önüne sermekte bence. 

Zeze'nin bir de cururu kurbağası vardır, ismi Adam. Adam birgün Zeze'nin yüreğine girer, tabii ki bu da Zeze'nin hayal dünyasında oluyor fakat hikayenin sonunda dek gerçekten kurbağa oradaymış, yüreğinin ta orta yerindeymiş gibi onunla sürekli iletişim halinde olması Zeze'nin ailesinin ve öğretmenlerinin onu yalnızlığa ittiğini, içine kapanmasına neden olduğunu kanıtlar nitelikte adeta. romanın ismi de buradan gelmektedir: Zor şeyler yaşadığında Zeze, Adam ona gidip güneşi uyandırmasını söyler çünkü bu belki de umut etmek, hala yola devam edebilmek, hayatın her şeye rağmen güzel bir yanı olduğunu hatırlayabilmek anlamına gelmektedir, ya da bunun gibi bir sürü şey :)

Peder Fayolle ise Zeze'nin en sevdiği hocasıdır, belki de tek sevdiği demek daha yerinde olabilir. Onunla sürekli sohbet eder ve tüm yaramazlıklarını ona dürüstçe anlatır. Peder Fayolle de Zeze'yi her zaman dinler ve ona her zaman ihtiyaç duyduğu dostluğu gösterir. Neyse ki bu Maurice ve Adam'a karşın Peder Fayolle hayal ürünü değil, gerçektir. Evde ise evin hizmetlisi olan Dadada dışında kimse Zeze'yi dinlememekte, onu anlamaya çalışmamaktadır, bir tek Dadada onun yaramazlıklarında ona yardımcı olur, bu da aslında Zeze'nin evin şımarık ve burnu havada çocuğu değil de evin biraz hor görülen ve kendisinden beklenilenleri yerine getirmediğinde sevgiden mahrum bırakılan, özgüveni henüz yeterli olmayan, son derece de yalnız çocuğu olduğunun sinyallerini veren başka bir ayrıntıdır. Eğer büyükler Zeze'yi hayatın gerçeklerine davet edip yaramazlığı bırakmasını istiyorlarsa, davet ettikleri gerçeklerin içinde yaşattıklarının sonucu olarak böyle bir çocuk yetiştiğinin de farkında olmalılar aslında.

Zaten Zeze'nin bu huyu yani dürüstlüğü, onun yaptığı tüm haşaralıkların yanında ne kadar iyi kalpli bir çocuk olduğunu gösteriyor, yaramazlıkları sırasındaki bazı ince detaylar son derece yaramaz olan bu çocuğu  tüm kasabayı birbirine katsa da tek isteğinin ailesi tarafından sevilmek ve özgüvenini beslemek olduğunu anladığında Zeze'ye olan bakış açısı tamamen güzelleşiyor insanın.  Daima, evlat edinildiği ailenin kendisine sunduğu imkanlar ile yoksulluktan kurtulup, kendisine iyi bir hayat ve eğitim fırsatı sunulduğu hatırlatıldığı için Zeze'nin kendisini yalnız ve ailesi arasında kendini işe yaramaz hissetmesi özgüvenini yeterince düşüren ve sevgisizlikle yalnızlaşması kamçılayan bir detay zaten, bu yüzden bu çocuğun kitap boyu yaptığı tüm yaramazlıkların sebebinin kendisine karşı edinilen bu tutum olduğunu söylemek pek de yanlış olmayacaktır. Zaten hikayenin başından sonuna kadar başına açtığı tüm dertlerin ardında bu hislerin yatması, romanın can alıcı noktası olmalı. 

Uzaklardaki gerçek ailesinin zor koşullarda yaşama devam ettiğini bilmek, kendisinin iyi bir eğitim alıp onların hayatlarını kurtarmak üzere geri dönmesi gerekliliğinin sürekli hatırlatılması, kendisine sunulan imkanların sürekli yüzüne vurulması, ailesinin ondan sürekli bir şeyler beklemesi, koşulsuz sevgiden çok uzak bir evde büyüdüğünü hissetmesi, annesi, babası ve ablasının kendisini sürekli suçlaması, yaptığı yaramazlıklar sebebiyle olsa bile bu suçlamalar, hep uslu ve örnek bir evlat olması için gerekli imkanları sunup gereğini yapmasını bekleyerek, karşılıksız sarıp sarmalamaktan uzak bir tavır sergilemeleri, piyano çalmayı artık bırakmak istediğinde ailesinin bu duruma tepkili olması, tercihlerinden pişman olduğunda geri dönme hakkının küçük yaşta olmasına rağmen kendisine tanınmaması, öte yandan büyükleri gerçekten çıldırtacak derecede yaramazlıklar yaparak başını derde sokması ve hatta bazen kasabayı birbirine katması; bütün bunlara rağmen derslerinde inanılmaz başarılı olması, Zeze'nin iç dünyasını etkileyen bütün bu gerçekleri hayal dünyasındaki Maurice, yüreğindeki kurbağası Adam ve öğretmenlerinden Peder Fayolle, tabii biraz da en yakın arkadaşı dışında kimseyle paylaşamaması o yaşlardaki bir çocuk için, her ne kadar rahat imkanlarla okuyup yaşasa bile, biraz fazla sınav ve sorumluluk altında kalmak gibi geliyor, sizce de öyle değil mi? 

Küçük yaşlarda bir çocuğun yaşayabileceği düzeyde ilk aşkı yaşadığında ise Maurice artık bir daha dönmemek üzere gider çünkü aşkı tattığında artık Zeze'nin kendisine ihtiyacı kalmadığını söylemiştir hep. Adam ise Zeze'nin artık yaramazlıklarını çok ileri boyutlara taşıması ile onun artık korkusuz ve son derece özgüvenli bir çocuk olduğunu düşünür ve onun artık kendisine ihtiyacı olmadığını düşünerek bir gece onun yüreğinden çıkıp gider. Bu iki karakter Zeze'nin hayal dünyasında olmasına karşın Zeze'nin bu iki arkadaşıyla vedalaşması artık büyümeye başladığının sinyallerini vermektedir. Halbuki Zeze yalnızca özgürce yüzmek, koşulsuz sevilmek ve uzaklara gitmek istemektedir. 

Kitabın tüm sayfalarında sürekli başka yaramazlıklarla ortalığı birbirine katıp okurken bizi bile yoran Zeze öte yandan o kadar çalışkandır ki, okul mezuniyetinde birinciliği kıl payı ile kaçırmıştır, edebiyatı da son derece iyidir, yaptığı tek düzenli ve vazgeçemediği yaramazlık belki de sürekli yüzmeye gitmesidir ki bu onun için bit tutku haline gelmiştir. Derslerde gereğini fazlasıyla yerine getirdiği için aile en azından bu konuda Zeze'den memnundur. 

Zeze gelecek hayali olarak yüzme bir meslek olsaydı onu isterdim, şeklinde düşünmektedir fakat gerçek ailesini de kurtarmak amacıyla doktor olmak için tıp fakültesine başlayacağı gerçeği de çok sorgulanmayan ve kaçınılmaz bir gerçek olarak kabul görmektedir ev ortamında. Mezuniyetinin ardından gerçek ailesinin yanına gideceği gün yaklaştıkça da onlar zor koşullarda yaşarken kendisinin yaramazlıkla zamanını geçirmesi kendisini yavaş yavaş kötü hissettirmeye başlamıştır. Halbuki derslerinde gayet başarılı olduğu için bu konuda gerekeni yaptığını düşünüyorum ben şahsen. Her neyse, sonuç olarak Zeze büyümektedir. Hayali arkadaşları ile vedalaşmasının ardından şimdi de ailesinin aslında o kadar da kötü olmadığını, kendisini evlat edinip iyi bir geleceğe sahip olması için ellerinden geleni yaptıklarını düşünmeye başlamıştır. Bu geçiş aşamaları yazar tarafından öyle güzel bir akış içinde kelimelere dökülmüş ki kitabı okurken keyif almamı sağlayan belki de budur.  

Hatta Zeze büyüyüp aradan biraz zaman geçtikten sonra birgün arkadaşlarıyla Maurice Cheliver'in bir oyununa giderler ve çıkışta kulisinde giderek kendisiyle görüşürler. Zeze'nin orada yaşadığı hisleri anlatmak çok zor, okuduklarımın arasından beni belki de en çok bu anlar etkilemişti bu serüvende. Gerçek hayatta aslında tanışmadıkları ve bütün o sohbetler ve sarılmalar Zeze'nin hayal dünyasında geçtiği için tabii ki gerçek hayatta bu oyuncu Zeze'yi tanımamaktadır fakat karşılaşmalarında Zeze'nin içinden onun bir zamanlar babası gibi olduğunu düşünmesi, hatta gibisi fazla, içimden bir şeylerin kopmasına neden olmuştur, çocukluk böyle bir şey işte diyeceğim ama sanırım tam tersine, büyümek böyle şey işte. 

Romanın sonlarında gerçek ailesini görmek için geldiği yere gider Zeze. sonra geri gelir yanında büyüdüğü ailesinin yanına. sonra neler olduğu da bir sonraki roman olan Delifişek'te...

Büyüklerin güneşi uyandırmayı bilmediği yazıyordu son sayfada. Belki de bu artık Zeze'nin büyüdüğünün bir habercisidir okuyucusuna, romanın başından sonuna, nereden nereye dedirten cinsten.  


************ALINTILAR************

"Unutmakla bağışlamak arasında ne fark var?"
"Bağışlarken kişi her şeyi unutuyor. Ama yalnızca unutmakla, pek çok kez insan yeniden anımsamaya başlıyor.(Sayfa 126)
 
"Bir şeyi kanıtlamış oluyorsun. İnsan-hayvanlar, insan ademlerden çok daha iyi ve cömert oluyorlar.(Sayfa 218)

"Hayatımın gökyüzünde
Yıldız gibi parladın
Güzel bir gecede çekip gittin 
Bir daha da dönmedin...(Sayfa 245)

"Sevgiden söz etmek neden? Sevgi, pek az tanıdığım bir şey." (Sayfa 246) 

"Benim istediğim, hiçbir şey düşünmeden, bir bağlantıya girmeden gitmekti, gitmek. Hayat, kişinin hiç durmadığı, birbirini izleyen bir trenler, yollar, gemiler dizisiymiş gibi.(Sayfa 248) 

"Küçüğüm, hayat böyledir. İnsanlar hep çekip giderler. Yürek unuttuğundan ve pişmanlıklar öldüğünden değil. Birtakım şeyler, sevecenliğimizde kalmayı sürdürür hep. Ama insanlar gerektiği anda gitmek zorundalar." (Sayfa 254)  

"Gerçek, hayatın acımasız olduğu ve bazı anları yaşamaktan kurtarılabileceğimizdir.(Sayfa 260) 

"Mutluluk zaman gibidir; hareketsizdir ve insanlar gelip geçerler.(Sayfa 271) 

************
"Şeker Portakalı'nın sevimli küçük kahramanı Zeze, işte yine karşınızda. Gözlerinin içi yine ışıl ışıl, yüreği yine sevgi dolu. ama hüzünleri, biraz daha büyümüş bir çocuğun hüzünleri. Küçüklüğündeki şeker portakalı fidanı da yok artık; ama bu kez sevgili bir Kurbağa'sı var. Zengin ve aşırı alıngan bir aile onu evlat edinmiştir. Ama Zeze, babalığının iyi niyetli davranışlarına bir türlü karşılık verememektedir. Evdeki tek dostu, aşçı Dadada'dır. Bir de düşlerindeki, yeri hiçbir zaman hiçbir şeyler doldurulamayacak olan, yüreğine sokulup yerleşen Kurbağa'sı ve filmlerde görerek gerçek babasının yerine koyduğu ünlü Fransız şarkıcı Maurice Chevalier vardır. Çok parlak bir öğrencidir Zeze. Şimdi ergenlik dönemindedir; sinirlidir, huysuzdur. Üstelik sırılsıklam aşıktır. 

Şeker Portakalı'nın devamı olan Güneşi Uyandıralım'la Zeze'nin serüveni bitmiyor. Bir delikanlı olarak Delifişek'te bir kez daha karşımıza çıkıyor.

(Arka Kapak Yazısı) 

************

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder