16 Ekim 2018 Salı

BENİM HÜZÜNLÜ OROSPULARIM

Kitap adı: Benim Hüzünlü Orospularım
Yazar adı: Gabriel Garcia Marquez 
Orijinal adı: Memoria de mis putas tristes
Ülke: İspanya              
Özgün dili: İspanyolca
Anadilinde 1. Baskı: 2005
Okuduğum baskı: Can Yayınları, 49. Baskı, 2018, Çeviri: İnci Kut 
Sayfa Sayısı: 94 

"Benim Hüzünlü Orospularım'ın başkişisi, yaşamı boyunca hiçbir kadınla parasını ödemeden sevişmemiş yaşlı bir gazeteci.  Yalnızlığının çaresini günlük, sıradan ilişkilerde aramış bu çirkin ve çekingen ihtiyar, 90. yaş gününde kendine hiç alışılmamış bir armağan vermeye kalkışıyor. Eskiden tanıdığı bir genelev patroniçesi arayıp el değmemiş bir genç kızla birlikte olmak istediğini söylüyor. Patroniçe, onun bu isteğini yerine getirecek, ama yaşlı adam her ziyaretinde "uyuyan güzel" Delgadina'yı seyretmekle yetinmek zorunda kalacak, yaşamının güzünde kendisine böylesi bir oyun oynayan yazgısına boyun eğecek; ne ki bu çok özel ilişkiden o güne değin hiç tatmadığı bir aşk doğacaktır.
Garcia Marquez, yaşlılığın hüznünü olağandışı bir aşkın coşkusuna dönüştürüyor. Belki de ölümü güzelleştirmek için... Ustanın elinden yaşlılığa, cinselliğe, aşka ve ölüme bir güzelleme." (Marquez 2018: Arka Kapak Yazısı)

****
Marquez'in son romanı olmasındandır herhalde bu kitabın yaşlılık hayatına bir pencere açması. Zaten bu özelliğiyle bir ilginçlik, başta kendini gösteriyor çünkü kitabı okuyunca fark ettim ki biz yaşlıların hayatını hiç bilmiyoruz, hiç merak etmiyoruz veya peşin hükümlü oluyoruz bazen onlara karşı. Ruhlarının hâlâ merak uyandırıcı yönleri olabileceğine veya keşfedilmemiş özelliklerinin kaldığına pek ihtimal vermiyoruz. Halbuki onların bizlere göre ne de çok yaşam deryaları var. Burada kasdettiğim göreceli bir yaşlılık değil, net bir yaşlı olma hâli, zira romanımızın baş kahramanı 90 yaşında. Ailesinden kalma bir evde oturan yalnız ama ruhu muntazam derinliklere sahip bir karakter diyebiliriz; bu doksan yaşındaki, hüzün ve tecrübe sahibi fakat aşkı yeni tadan ilginç adam için.  

Bu 90 yaşındaki gazeteci, köşe yazarı ve kitaptaki betimlemeye uyacak olursak haber şişiricisi, kendisine 90. yıl dönümü için bakire bir güzelle bir gece armağan etmek ister ve daimi müşterisi olduğu genelevini arar. Şimdiye kadar kimseyle parası karşılığında birlikte olmanın dışında bir ilişki yaşamayan bu yalnız ihtiyar, genelevinde kendisi için ayrılan 14 yaşındaki genç kıza dokunmadan aşık olur. Kızı yalnızca uyurken görür, sever, onunla uyur, bazen onu öper ama onunla birlikte olmaz. Bu 90 yaşındaki ihtiyar ile 14 yaşındaki körpe güzelin aşk hikâyesidir romanın konusu ama arka planda yaşlı bir adamın dünyası anlatılır, tüm dünyaya onun gözünden bakarsınız, her sayfada ve her satırda. 

Kıza Delgadina diyor bizim ihtiyar köşe yazarı. Kız genelde uyuduğundan ve hiç konuşmadığından, onunla ilgili pek bir şey bildiği söylenemez, ne doksanındaki aşık gazetecinin ne de okuyucunun. "Delgadina'nın öyküsünü anlatan İspanyol romansında kral, öz kızı Delgadina'ya aşık olur ama kız onu reddeder. Kral onu razı etmek için bir kuleye kapatır, su ve yiyecek verilmesini yasaklar. Kız oradan geçen herkesten su ister ama kimse vermez. Sonunda babasının isteğine razı olduğunda kralın hizmetkarları ona su getirirler ama onu susuzluktan ölmüş olarak bulurlar."  Bu arada bu yaşlı gazeteciye doğum gününde Ankara kedisi hediye ediliyor ama o da bir gün kaçıyor elinden. Sanırım yaşlı ve aşık olması, onun kusurlarını kapatmıyor.

Aslında romanın ismine bakınca, hayat kadınlarını dünyasını anlattığı kanısına kapılabiliyor okuyucu ama yaşlılığa karşı olan peşin hükümler gibi, kitap konusunda da yanılıyor çoğunlukla. Elbette bu tarz kadınların dünyasına da teğet geçiyor yazar bazı noktalarda fakat ana fikrin yaşlı bir adamın dünyası çevresinde döndüğü açık. Doğrusu daha önce 90 yaşındaki bir adamın anılarını okuyup da bu denli etkileneceğimi düşünmemiştim, hele ki 14 yaşındaki bir kıza olan aşkı söz konusuysa. Sevdiği insanın saflığını bağrına basıp da bedenine dokunmamayı tercih etmenin, saygı duyulası bir tercih olduğuna hiç şüphem yok fakat roman bu fedakarlıktan ziyade yaşlı adamın ince ruhu üzerine inşa edilmiş. 

Anlatılanların satır aralarının biraz boş kalmasıysa bence her zaman söylenildiği gibi yazarın bize bıraktığı yorumlar için değil, bana kalırsa yazar anlatmak istediklerini net olarak anlatmış, fazla uzatmaya gerek yok deyip gereken yerde de bitirmiş. Marquez'i anlamak veya anlamaya çalışmak bu hayatın zarif bir armağanı olmalı...


*** Alıntılar: ***
"Katedralin saati yediyi vurduğunda gökyüzünde pembe renkli, berrak, tek bir yıldız vardı; geminin biri kederli bir veda çığlığı attı; yaşanabilecekken yaşanmamış tüm aşkların sıkıntısını bir Gordion düğümü gibi hissettim gırtlağımda."

"Bugün bunların bir sanrı değil, doksan yaşında hayatımın ilk aşkını yeni bir mucizesi olduğunu biliyorum artık."

"Seks, insanın aşkı bulamadığında elinde kalan bir tesellidir."

"İnsanın aşkından ölmesinin dilde hoş görülebilir şiirsel bir abartı olduğunu düşünmüşümdür hep."

"İnsanın sonunda başkalarının sandığı gibi biri olmaması olanaksız."

"Dünyada tek başına ölmekten daha büyük bir felaket olamaz."

"Her şeye rağmen, doksanıncı yaşımın ilk sabahı Delgadina'nın mutlu yatağında sağ olarak uyandığımda, hayatın Herakleitos'un dalgalı ırmağı gibi akıp giden bir şey olmadığı, ızgaranın üzerinde öbür yana dönüp bir doksan yıl daha kızarmaya devam etmek için tek fırsat olduğu gibi hoş bir düşünce geçmişti aklımdan." (Efesli filozof Herakleitos, "Aynı ırmağa giren kişilerin üzerinden her zaman farklı sular akar" biçimindeki ünlü benzetmesiyle hayatta her şeyin sürekli bir akış içinde olduğunu anlatmıştır.)

"Sonunda gerçek yaşam buydu işte, kalbim kurtulmuş, yüz yaşımdan sonra herhangi bir gün mutlu bir can çekişmesi içinde aşktan ölmeye mahkum olmuştu."
***


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder