Yazar adı: Stefan Zweig
Orijinal adı: Bries einer Unbekannten
Ülke: Avusturya
Özgün dili: Almanca
Anadilinde 1. Baskı: 1922
Okuduğum baskı: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 18. Baskı, 2018, Çeviri: Ahmet Cemal
" Stefan Zweig Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu (Brief einer Unbekannten) adlı uzun öyküsünü 1920'li yılların ilk yarısında kaleme aldı.
Bilinmeyen bir Kadının Mektubu'nun kadın kahramanını sadece uzun bir mektubun yazarı olarak tanıyoruz. Kadının hayatı boyunca sevmiş olduğu erkek için kaleme aldığı bu mektubun "gönderen"inin adı yoktur. Mektubun başında tek bir hitap vardır: "Sana, beni asla tanımamış olan sana." Kadın büyük tutkusunu hep bir "bilinmeyen" olarak, tek başına yaşamaya razıdır, bu ask öyküsünde "taraflar" değil, sadece tek bir "taraf" vardır. Böylesine, gerçek anlamda aşk denilebilir mi?
Zweig, okurunu bir kez daha insan psikolojisinde eşine pek rastlanmayan bir yolculuğa davet ediyor. Bu yeni yolculuğun sonunda "mutlak aşk" kavramının şimdiye kadar bilinmeyen kıyılarına varmayı amaçlamış olması da bir ihtimal. "
(Zweig 2018: Arka Kapak Yazısı)
Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu, yalın bir konu barındırıyor özünde, bir o kadar da derin. Kısa ama özü çok karmaşık ki hâlâ kitapta anlatılanın gerçek aşk olup olmadığı sorgulanıyor, çevirmen tarafından bile.
***
Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu, yalın bir konu barındırıyor özünde, bir o kadar da derin. Kısa ama özü çok karmaşık ki hâlâ kitapta anlatılanın gerçek aşk olup olmadığı sorgulanıyor, çevirmen tarafından bile.
Stefan Zweig'ın bazı kitapları savaşın yaşattığı travmaları barındırsa da bu kitap öyle değil, iki kişi arasındaki bir aşk hikâyesi de değil, gerçekten değil, en azından o kadar basit değil. Tek kişinin hayatını kapsayan aşk ve tutku denebilir bir bakıma lâkin kitabın handikapı muhtemelen, özümsemesi kolay olduğu kadar yargılaması zor olması dolayısıyla soruların cevabını bulamama deryası: Hangisi suçlu ya da ortada suç var mı, varsa nerede ve nasıl gelişti, yoksa bütün bunların yaşanmasındaki ateşleyici gücün kaynağı ne, bu kadar tesadüf hiç mi anı bırakmaz erkeğin zihninde ya da bırakmasını beklemeyi harekete geçmeyi yeğlemek mi doğru tercih; doğru veya yanlış diye sınıflandıramaz mıyız bütün olanları veya olanları geçelim de olmayanları, yaşanamayanları ele alalım, kadın mı fazla sustu, adam mı fazla tanımadı? Hep bir ikilem mevcut, hep bir zıtlık. Hatta mektubun yazarken kadının, ünlü yazar R.'nin hep çocuksu hem bilinçli yönlerinin olduğundan bahsetmesi bile bu zıtlığı pekiştiren bir detay.
Stefan Zweig'ı en iyi analiz edenlerden biri kuşkusuz kitabın çevirmeni olan Ahmet Cemal olmalı. Kitabın son sözünde diyor ki, "Görünüşüyle ve eylemleriyle hep sıradanlık izlenimini yaratmış bir kişilikte gizli olan bu karakter özelliklerini bir biyografi çerçevesinde böylesine ustalıkla işleyebilmek, ancak Stefan Zweig'ın psikoloji birikimine sahip bir yazarın üstesinde gelebileceği bir iştir."
Tanınmış roman yazarı R.'nin eline bir gün iki düzine kadar sayfadan oluşan kalın bir mektup geçer. Başlar okumaya... Zaten kitabın gerisi tamamen mektuptan oluşuyor. Mektubun gönderileni olan yazar R. mektuba başlarken ve mektubu okumayı bitirdikten sonra karşımıza çıkıyor yalnızca. Gelelim şu meşhur mektuba:
Mektubun sahibi gerçekten bilinmeyen bir kadın. Kendini hiç tanıtmıyor çünkü kim olduğunun bilinmesi değil derdi. R.'den pek bir şey istediği de yok aslında bakarsan. Mektubun başından sonuna kadar kendi hayatını anlatıyor da denebilir, hayatının baştan sona mektubu gönderdiği kişiden ibaret olduğunu da.
Bir kadını tüm hayatını kendisini tanımayan, her karşılaşmalarında da tanımamaya, hatırlamamaya devam eden adama olan aşkını veya aşk değilse bile adını koyamadığım bu tutkulu duyguyu ve bu adamı düşünerek, yalnız ona hissettirmeden, tüm hayatını ona adayarak geçirdiği hayatını konu almış kitap. Bu aşk mı, tutku mu, takıntı mı, derin bir sevda mı, bu pek kolay bir sınıflandırma değil ama ortada saygı duyulması gereken, adeta okyanus derinliğinde bir iç dünya olduğu kesin. Korkunç boyutta olan bir yanı var kitabın, hani öyle sıkıcı aşk kitapları olur ya, onlardan bu kitabı keskin bir çizgiyle ayıran bir korkunçluk; o da insan psikolojisinin bu tarz bir tutkuyla oluşan yoğunluğu. Bu yüzden kitap, konusu gereği basit gibi görünen, yoğun ve ağır bir etkiye sahip. Muhakkak bir tane edinilmeli bu kitaptan ve okunmalı.
Sanırım psikolojik anlamda da kazanımları olacaktır okumanın. Belki kimseye kendi hayatımızı adamamamız gerektiği belki de tam tersine böyle güçlü duyguların da olabileceğinin yaratacağı kaliteli bir etki olabilir bu kazanım. Hangisi olacağını kestiremiyorum çünkü dediğim gibi, çok farklı yorumlanabilecek satırlar içeriyor o meşhur mektup. Emin olduğum bir şey varsa o da kitabın fazlasıyla açık uçlu bırakılması, üzerinde daha çok düşündürüyor ve bu durum onu daha değerli bir novella yapıyor.
Mektup boyunca kadın daimi olarak, mektubu yazdığı adamdan hiçbir şey beklemediğini, zaten kendisinin de birazdan öleceğini, zira ölmezse de mektubu göndermeyeceğini; kendisine sitem ederken bile şikayetçi olmadığını, hatta aksine onu ne kadar çok sevdiğini fakat kendisini her karşılaşmalarında yeni biriymiş gibi görmesinden, yani hiç hatırlanmamasından duyduğu üzüntüyü dile getiriyor.
Okuduğum en etkileyici ver ders çıkarılabilecek mektuptu... Hiç bu kadar beklentisiz ve terk taraflı yaşanma konusunda ısrarcı olunan bir aşk okumamıştım. Kadının tek istediği mektubu yazana kadarki süreçteki karşılaşmalarında tanınmaktı ki onu için de artık çok geçti. Mektubu okuyan yazar R.'nin iç dünyası üzerinde durulmuyor kitapta ama yeterince şaşırdığı ve irkildiği belli en azından.
" ... bu benim senden ilk ve son ricam... benim hatırım için yap bunu, her yaş gününde -çünkü yaş günü insanın kendi üzerinde düşündüğü bir gündür- güller al ve onları vazoya koy. "
Kısaca özetleyeceğim kitabı: (Spoiler içerebilir.)
Tek bir hitap var mektupta: "Sana, beni asla tanımamış olan sana,"
Mektubun sahibi bu gizemli kadın, yazısına çocuğunun dün öldüğünü belirterek başlar. Çocuğunun ölüsünün baş ucunda oturup bu mektubu yazmıştır. Yazılanlara göre, bu gizemli kadın daha on üç yaşındayken mahallesine ünlü yazar R. gelmiş ve bu küçük kız çocuğu da ona aşık olmuştur. Annesi biriyle evlenince o mahalleden taşınmak zorunda kalırlar fakat gecesi gündüzü bu adam olan kız için bu ayrılık çok zor olur. Halbuki R. ona yalnızca bir kere tesadüfen kapıdan çıkarken bakmıştır ve onun varlığının farkında bile değildir.
Aslında başlarda çocukça bir beğeni olduğunu düşündürse de bu durum, gittikçe tutkulu bir aşka dönüşür çünkü ikili, kız on sekizindeyken karşılaşırlar ve birkaç gece geçirirler. Bu gecelerden ona kalan çocuktur, romanın başında belirttiği kaybettiği çocuğu da. Kız ona on üç yaşından on sekizine kadar aşık kalmıştır fakat karşılaştıklarında adam onu hatırlamaz bile, kapı komşusunun, kendisine hayran olan küçük kızını nasıl hatırlasın ki? Kız ona bu durumu belli etmez. Çocuğunu da saklar, bunun sebebiyse kendisini yanlış anlamasından endişelenmesidir biraz, fırsatçı bir kadın gibi görünme korkusu; biraz da hayatına bir yük olarak girme korkusudur. Bundandır ki ondan gizli büyütür çocuğunu ve ona rahat bir hayat yaşatır, kendini satarak. Bu süreçte çevresindeki tüm erkekler ona iyi davranır ama o tamamen çocuğu rahat etsin diye bu yolu seçmiştir, hatta ona evlenme teklifi edenleri de bir gün R. onu çağırırsa özgürce ona gidebilmek için reddeder.
Bu zamandan sonra R.'ye her doğum gününde beyaz güller gelir fakat o gönderenin kim olduğunu bilmez. Kadın ona kendinden bir soluk kalsın istemiştir yalnızca.
Sevdiği adamdan ayrı geçen seneler boyunca çocuğuna konforlu bir hayat sunar çünkü sırf çocuğu maddi sıkıntılar içinde sürünmesin diye kendini satar fakat bunu yaparken kendisine çok iyi davranıp, ona evlenmek teklifi bile eden insanları reddeder, bir umut belki bir gün sevdiği insan onu çağırır diye.
İlerideki zamanlarda tekrar yolları kesişir R.'nin ve bu gizemli kadının. Tekrar bir gece geçirirler. R. ona çok iyi davranır fakat sorun şu ki, onu yine hatırlamaz. Her karşılaşmalarında ve bir araya gelişlerinde onu kolayca elde ettiği sıradan kadınlardan biri gibi görür ve onu geçmişten hatırlamadığı gibi baştan tanımaya da çalışmaz. Her seferinde ilk kez gördüğü bir kadındır onun için. Kadın bu en son bir araya gelişlerinde ona kendini hatırlatmaya çalışır, imali sözleriyle, beyaz gülleri dile getirişiyle fakat çabaları sonuçsuz kalır. R., onun kıyafetine para bile koyar, kendisini hayat kadını olarak gördüğü için. Kadın zaten yine tanınmamış olmanın yıkıntısının altında kalmışken, bu para mevzusu gururunu da incitir ve gizlice ağlayarak gider. giderken evin hizmetlisiyle karşılaşır ve o bile yıllar önce R.'nin kapı komşusu olan küçük kız çocuğunu tanır. Zaten on bir tek sevdiği adam tanımamıştır...
Bütün bu geçen seneler boyunca hep tek başına yaşadığı dipsiz kuyu misali aşkını en sonunda bir mektupla anlatmasının sebebini ise, şimdiye kadar sevdiği adamdan ona kalan çocuğuyla doldurduğu boşluğun, çocuğunun ölümüyle ona verdiği artık dayanılmaz bir acıya dönüşmesi olarak açıklar, gizemli kadın. Bir beklentisi yoktur yazdığına göre, bu tek taraflı aşktan artık, zaten bu mektup sevdiği adama ulaştığı zaman kendisi de ölecektir.
Hayatını kasıp kavuran bu ebedi aşkla birlikte, ölmüş çocuğunun yanı başında yazdığı bu mektupla beraber her şey sona erer...
Stefan Zweig'ı en iyi analiz edenlerden biri kuşkusuz kitabın çevirmeni olan Ahmet Cemal olmalı. Kitabın son sözünde diyor ki, "Görünüşüyle ve eylemleriyle hep sıradanlık izlenimini yaratmış bir kişilikte gizli olan bu karakter özelliklerini bir biyografi çerçevesinde böylesine ustalıkla işleyebilmek, ancak Stefan Zweig'ın psikoloji birikimine sahip bir yazarın üstesinde gelebileceği bir iştir."
***
Tanınmış roman yazarı R.'nin eline bir gün iki düzine kadar sayfadan oluşan kalın bir mektup geçer. Başlar okumaya... Zaten kitabın gerisi tamamen mektuptan oluşuyor. Mektubun gönderileni olan yazar R. mektuba başlarken ve mektubu okumayı bitirdikten sonra karşımıza çıkıyor yalnızca. Gelelim şu meşhur mektuba:
Mektubun sahibi gerçekten bilinmeyen bir kadın. Kendini hiç tanıtmıyor çünkü kim olduğunun bilinmesi değil derdi. R.'den pek bir şey istediği de yok aslında bakarsan. Mektubun başından sonuna kadar kendi hayatını anlatıyor da denebilir, hayatının baştan sona mektubu gönderdiği kişiden ibaret olduğunu da.
Bir kadını tüm hayatını kendisini tanımayan, her karşılaşmalarında da tanımamaya, hatırlamamaya devam eden adama olan aşkını veya aşk değilse bile adını koyamadığım bu tutkulu duyguyu ve bu adamı düşünerek, yalnız ona hissettirmeden, tüm hayatını ona adayarak geçirdiği hayatını konu almış kitap. Bu aşk mı, tutku mu, takıntı mı, derin bir sevda mı, bu pek kolay bir sınıflandırma değil ama ortada saygı duyulması gereken, adeta okyanus derinliğinde bir iç dünya olduğu kesin. Korkunç boyutta olan bir yanı var kitabın, hani öyle sıkıcı aşk kitapları olur ya, onlardan bu kitabı keskin bir çizgiyle ayıran bir korkunçluk; o da insan psikolojisinin bu tarz bir tutkuyla oluşan yoğunluğu. Bu yüzden kitap, konusu gereği basit gibi görünen, yoğun ve ağır bir etkiye sahip. Muhakkak bir tane edinilmeli bu kitaptan ve okunmalı.
Sanırım psikolojik anlamda da kazanımları olacaktır okumanın. Belki kimseye kendi hayatımızı adamamamız gerektiği belki de tam tersine böyle güçlü duyguların da olabileceğinin yaratacağı kaliteli bir etki olabilir bu kazanım. Hangisi olacağını kestiremiyorum çünkü dediğim gibi, çok farklı yorumlanabilecek satırlar içeriyor o meşhur mektup. Emin olduğum bir şey varsa o da kitabın fazlasıyla açık uçlu bırakılması, üzerinde daha çok düşündürüyor ve bu durum onu daha değerli bir novella yapıyor.
Mektup boyunca kadın daimi olarak, mektubu yazdığı adamdan hiçbir şey beklemediğini, zaten kendisinin de birazdan öleceğini, zira ölmezse de mektubu göndermeyeceğini; kendisine sitem ederken bile şikayetçi olmadığını, hatta aksine onu ne kadar çok sevdiğini fakat kendisini her karşılaşmalarında yeni biriymiş gibi görmesinden, yani hiç hatırlanmamasından duyduğu üzüntüyü dile getiriyor.
Okuduğum en etkileyici ver ders çıkarılabilecek mektuptu... Hiç bu kadar beklentisiz ve terk taraflı yaşanma konusunda ısrarcı olunan bir aşk okumamıştım. Kadının tek istediği mektubu yazana kadarki süreçteki karşılaşmalarında tanınmaktı ki onu için de artık çok geçti. Mektubu okuyan yazar R.'nin iç dünyası üzerinde durulmuyor kitapta ama yeterince şaşırdığı ve irkildiği belli en azından.
***
"Sana, beni asla tanımamış olan sana,"
" Fakat sen bana gülümsedin ve teselli etmek istercesine şöyle dedin: "Ama yolculuklardan geri dönülür." "Evet," diye cevap verdim, "geri dönülür, ama o zaman zaten unutulmuştur." "
" "Bana gönderildiler, ama kimden geldiğini bilmiyorum; zaten bu yüzden onları çok seviyorum." Sana baktım. "Belki de unuttuğun bir kadından gelmişlerdir!" "
" Gözlerim yaşlarla dolu ona, yaşlanmış olan adama baktığımda, bakışlarında birdenbire bir ışık çaktı. O tek bir saniyede çocukluğumdan beri beni görmemiş olan yaşlı adam, ben, tanımıştı. Bu tanınmadan ötürü onun önünde diz çökebilir ve ellerini öpebilirdim. Ben de hemen ben, kırbaçlamak için manşonuma tıktığın kağıt paraları çıkardım ve onu cebine soktum. Yaşlı adam titredi, başını kaldırıp korkuyla bana baktı -o tek saniyede benim hakkımda belkide senin bütün hayatında yapamadığın kadar çok şeyin farkına vardı. Evet, bütün, ama bütün insanlar beni şımarttılar, bana karşı hepsi iyiydi -yalnızca sen, evet, yalnızca sen beni unuttun, yalnızca sen, beni asla tanımadın! "
" Sen, beni asla, asla tanımayan, bir su birikintisinin yanından geçercesine yanımdan geçip giden, bir taşa basarcasına üstüme basan, hep, ama hep yoluna devam eden ve beni sonsuz bir bekleyiş içerisinde bırakan sen, kimsin ki benim için? "
" Ölmem sana acı verecek olsaydı eğer, o zaman ölmezdim. "
" Ölmem sana acı verecek olsaydı eğer, o zaman ölmezdim. "
" ... bu benim senden ilk ve son ricam... benim hatırım için yap bunu, her yaş gününde -çünkü yaş günü insanın kendi üzerinde düşündüğü bir gündür- güller al ve onları vazoya koy. "
***
Tek bir hitap var mektupta: "Sana, beni asla tanımamış olan sana,"
Mektubun sahibi bu gizemli kadın, yazısına çocuğunun dün öldüğünü belirterek başlar. Çocuğunun ölüsünün baş ucunda oturup bu mektubu yazmıştır. Yazılanlara göre, bu gizemli kadın daha on üç yaşındayken mahallesine ünlü yazar R. gelmiş ve bu küçük kız çocuğu da ona aşık olmuştur. Annesi biriyle evlenince o mahalleden taşınmak zorunda kalırlar fakat gecesi gündüzü bu adam olan kız için bu ayrılık çok zor olur. Halbuki R. ona yalnızca bir kere tesadüfen kapıdan çıkarken bakmıştır ve onun varlığının farkında bile değildir.
Aslında başlarda çocukça bir beğeni olduğunu düşündürse de bu durum, gittikçe tutkulu bir aşka dönüşür çünkü ikili, kız on sekizindeyken karşılaşırlar ve birkaç gece geçirirler. Bu gecelerden ona kalan çocuktur, romanın başında belirttiği kaybettiği çocuğu da. Kız ona on üç yaşından on sekizine kadar aşık kalmıştır fakat karşılaştıklarında adam onu hatırlamaz bile, kapı komşusunun, kendisine hayran olan küçük kızını nasıl hatırlasın ki? Kız ona bu durumu belli etmez. Çocuğunu da saklar, bunun sebebiyse kendisini yanlış anlamasından endişelenmesidir biraz, fırsatçı bir kadın gibi görünme korkusu; biraz da hayatına bir yük olarak girme korkusudur. Bundandır ki ondan gizli büyütür çocuğunu ve ona rahat bir hayat yaşatır, kendini satarak. Bu süreçte çevresindeki tüm erkekler ona iyi davranır ama o tamamen çocuğu rahat etsin diye bu yolu seçmiştir, hatta ona evlenme teklifi edenleri de bir gün R. onu çağırırsa özgürce ona gidebilmek için reddeder.
Bu zamandan sonra R.'ye her doğum gününde beyaz güller gelir fakat o gönderenin kim olduğunu bilmez. Kadın ona kendinden bir soluk kalsın istemiştir yalnızca.
Sevdiği adamdan ayrı geçen seneler boyunca çocuğuna konforlu bir hayat sunar çünkü sırf çocuğu maddi sıkıntılar içinde sürünmesin diye kendini satar fakat bunu yaparken kendisine çok iyi davranıp, ona evlenmek teklifi bile eden insanları reddeder, bir umut belki bir gün sevdiği insan onu çağırır diye.
İlerideki zamanlarda tekrar yolları kesişir R.'nin ve bu gizemli kadının. Tekrar bir gece geçirirler. R. ona çok iyi davranır fakat sorun şu ki, onu yine hatırlamaz. Her karşılaşmalarında ve bir araya gelişlerinde onu kolayca elde ettiği sıradan kadınlardan biri gibi görür ve onu geçmişten hatırlamadığı gibi baştan tanımaya da çalışmaz. Her seferinde ilk kez gördüğü bir kadındır onun için. Kadın bu en son bir araya gelişlerinde ona kendini hatırlatmaya çalışır, imali sözleriyle, beyaz gülleri dile getirişiyle fakat çabaları sonuçsuz kalır. R., onun kıyafetine para bile koyar, kendisini hayat kadını olarak gördüğü için. Kadın zaten yine tanınmamış olmanın yıkıntısının altında kalmışken, bu para mevzusu gururunu da incitir ve gizlice ağlayarak gider. giderken evin hizmetlisiyle karşılaşır ve o bile yıllar önce R.'nin kapı komşusu olan küçük kız çocuğunu tanır. Zaten on bir tek sevdiği adam tanımamıştır...
Bütün bu geçen seneler boyunca hep tek başına yaşadığı dipsiz kuyu misali aşkını en sonunda bir mektupla anlatmasının sebebini ise, şimdiye kadar sevdiği adamdan ona kalan çocuğuyla doldurduğu boşluğun, çocuğunun ölümüyle ona verdiği artık dayanılmaz bir acıya dönüşmesi olarak açıklar, gizemli kadın. Bir beklentisi yoktur yazdığına göre, bu tek taraflı aşktan artık, zaten bu mektup sevdiği adama ulaştığı zaman kendisi de ölecektir.
Hayatını kasıp kavuran bu ebedi aşkla birlikte, ölmüş çocuğunun yanı başında yazdığı bu mektupla beraber her şey sona erer...
****
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder