Kitap adı: Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra
Yazar adı: Barış Bıçakçı
Orijinal adı: Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra
Ülke: Türkiye
Özgün dili: Türkçe
Anadilinde 1. Baskı: 2008
Okuduğum baskı: İletişim Yayıncılık, 9.Baskı, 2015,
Sayfa Sayısı: 136
Barış Bıçakçı, benim en sevdiğim yazarlardan biri olmuştur her zaman. Öyle ki yıllar önce üniversitede lisans okuduğum zamanlarda ardı ardına okuduğum kitaplarını tekrar okumaya başladım ve içlerinden Bir süre Yere Paralel Gittikten Sonra, yeri bende ayrı olan bir kitap olarak kaldı. Elimden gelse herkesin okumasını sağlardım. Bu yüzden en çok önereceğim Türk eserlerinden biri olarak yerini korumuştur yıllar geçse de.
Olay örgüsünün kendine has bir yapısı var. Şöyle ki, küçük küçük bölümlerden oluşuyor kitap ve her seferinde bir başkasının gözünden bambaşka bir zaman dilimini okuyoruz. Örnek vermek gerekirse, bir bölümde Canan'ın, Başak'ın intiharı sonrası kendinden isteneni yapması ve bu konu hakkındaki bakış açısı anlatılırken, bir diğer bölümde Umut'un, Başak intihar etmeden önce Başak ile yaşadığı bir anı Umut'un gözünden anlatılıyor, sonra bir başka bölümde Ahmet'in gözünden Başak'ın intiharı sonrası bir anı anlatılırken, bir başka bölümde tekrar Umut'un gözünden bambaşka bir zaman dilimi ve bambaşka bir anı anlatılıyor. Demem o ki, hem birçok kişinin gözünden anılar veya olaylar aktarılmış hem de kronolojik bir sıra ile gitmeksizin, zaman diliminde ileri geri giderek, kısa sahnelerin anlatılmasıyla yazılmış kitap.
Bu şekildeki anlatım tarzı kitabı daha da etkileyici kılarken, anlatım bütünlüğü ilginçtir ki, gayet korunmuş ve çok sadece ve açık bir kurgu ile ilerliyor kitap. Hem ilgin. yapısı ile okuyucuyu şaşırtırken hem de yormuyor, anlam karmaşası yaratmıyor. Öte yandan tüm olay örgüsünün arkasında bir durum hikayesi de mevcut bence ki bu da Başak'ın intiharı. Zaten baştan sona tüm kurgu Başak'ın intiharı üzerine ilerliyor.
Nitekim, ilk sayfalardan beri Başak isimli baş kahramanımızın intihar ettiğini biliyoruz. Kırmızı Pazartesi kitabında ilk sayfalardan beri bir cinayet işleneceğini bilmemize rağmen kitabın yine de sürükleyici ve merak uyandırıcı olmasına benzetirim ben bu yapıyı.
Kitabın inceliğinden değil, anlatım tarzı ve üslubun akıcılığı ve naifliğinden ötürü, bir çırpıda bitirilebilecek bir kitap olmasının yanında bence bu eserin en güçlü yanı, çok sağlam bir edebi dilinin olması. Bu eser üzerine tezler yazılması boşuna değilmiş, öyle ki, çok yoğun bir edebi dil, metaforik anlatımlar ve buna karşın sade bir anlatım sunmuş bize yazar. Bu özelliklerin hepsini bir arada barındıran bir yazar / kitap önerilmesi istense tercihim bu eserden yana olurdu.
Aslında yutarcasına okuduğum pek çok kitaptan övgüyle bahsetsem de, hatta favori listemde olmamasına rağmen yine de sevdiğim kitapları bile tavsiye etsem de, bazı kitaplar için bende yeri ayrıdır derim ya hani, işte bu kitap da onlardan biri. Bu yüzden sanırım eleştiri açısından çok kalem oynatamayacağım bu kitap için.
* * * * * * * * * * * *
Başak'ın intiharı demiştik... Kitaptan biraz bahsetmek istiyorum: İlk sayfalarda ve ilk bölümde Canan'ın gözünden bir kesit okuyoruz. Ayla'nın kızı Canan'dan, Başak'ın ninesini telefonlar arayıp sohbet etmesini istiyorlar, Başak'mış gibi konuşarak. Çünkü Başak'ın intihar ettiğini bu yaşlı ve zavallı kadına söyleyemiyorlar. Onun yerine yurt dışında doktora yapmaya gitti şeklinde bir yalan söylüyorlar nineye. Türkan yani intihar eden Başak'ın annesi ile Ayla da arkadaş olduğu için Türkan'ın aklına böyle bir çözüm geliyor. Hikaye de burada başlıyor. Canan ilk başta bu konuyu duygusuz ve zorunlu bir görev olarak algılasa da zamanla nine ile kendi isteğiyle sohbet etmeye devam ediyor.
Umut, Başak'ın erkek kardeşi, Başak ile inanılmaz bir bağı var. Zaten sayfalar geçtikçe Başak, kardeşi Umut ve anneleri Türkan, üçünün birbirleri ile olan sarsılmaz bağını hissediyoruz. Bu yüzden Umut'un gözünden Başak ile olan anıları veya Başak'ın beklenmedik intiharı sonrası tepkileri ve hareketleri, hissettikleri ve hatta hissetmedikleri okurken en ilgimi çeken yerler oldu.
Umut, Başak ve annesinin yakın ilişkisine çok özenmeme rağmen, Umut'un eski sevgilisi Selma'nın gözünden kısa bir sahnenin anlatıldığı bölümde Selma'dan anladığımız kadarıyla, bu üç kişilik aile dışarıya karşı kapalı bir kutu gibidir. Anneleri Türkan, Başak ve Umut, başka insanlarla kurdukları ilişkilerde iç dünyalarını hiçbir zaman tamamen açmazlar.
Başak resim bölümü mezunu, edebiyat ile de ilgili olan, bir üniversitede araştırma görevlisi olarak çalışan bir gençtir. Kitapta Başak'ın gözünden de okuduğumuz anlar mevcut ve Başak'ın yaşamaya devam etmekten vazgeçmek noktasında alalen bir sinyal vermemekle birlikte yorgunluğunu birkaç satırda anlattığını görüyoruz.
Başak'ın en uzun ilişkisi olan Ahmet'in gözünden okuduğum anılar ve Abidin'in gözünden okuduğum satırlar aslında Başak ile Umut'un mental yönden benzer tutumlarda olduğunu hissettirdi. Abidin, eşi Nergis, küçük oğulları Can, bu üçü küçük bir çekirdek aile ile hikayeye katılırken, Abidin de Umut'un içine kapanıklığından müzdariptir.
* * * * * * * * * * * **
Başak ile Umut'un "Babam Nerede" isimli bir oyun oynadığını görürüz. Çocuklar küçükken babaları gitmiş, onlar da bu oyunu başbaşa kaldıklarında oynuyorlar. Aslında hepsinin iç dünyasını ayrı ayrı okuduğumu hissetmiştim, bu oyunu oynarlarken, uzun uzun değil ama bazı metaforik anlatımlarla. Ayrıca Başak intihar etmeden önce oturdukları mahalleden, yüksek katlı yeni konutlardan birinin on üçüncü katına taşındıklarını görüyoruz, Türkan, Umut ve Başak'ın. Zaten Başak'ın intiharı da bu yeni evin balkonundan olacaktır. Buralarda Ankara'daki sıradan insanların yaşamını çıkış noktası olarak o kadar güzel betimlemiş ki yazar, belki de Ankaralı olduğum içindir bilinmez, betimlemelerin ustası olarak görünür bana Barış Bıçakçı.
Başak'ın intiharı sonrasına dair yazılan kesitlerde ise herkesin ruh hali daha karmaşık bir hal alır. Mesela Türkan Hanım yani Başak ile Umut'un annesi, yüksek tepkiler vermez, sakin bir hayata devam ederek acısını dindirmeye çalışır. Umut ise her an onu da kaybedecekmiş gibi korumacı davranır. Türkan bu sakinliği ile Umut'un tepkilerine şaşırarak beni de şaşırtmıştı. Hepsi de ayrı bir acıyla yaşama reaksiyonuna sahip olmasına karşın, herhalde ben de birgün intihar edersem, benim annem de evde bilgi yarışması izler, tıpkı Türkan Hanım gibi, diye düşünmekten kendimi alıkoyamadım. Kısacası, bana değen birçok satır veya anı var öyküde.
* * * * * * * * * * * *
Yazılacak satırlar, hatta sayfalar var, bu kitapla ilgili. Okuduğu kitabı tekrar okumayan biri olarak bile elim her zaman bu yazara ve en çok da bu kitabına gider, karanlıkta hapsolduğum vakitlerde. Bundan sebep, bu kitabın her okuyuşta yeni yerlerini keşfettiğimi ve çözümlemesinin uçsuz bucaksız bir derya gibi olacağını düşünüyorum. Dönüp dönüp okuyacağım bu hikayeyi tüm okurlara tavsiye ediyor, Barış Bıçakçı ile birgün tanışma umuduyla, kitabın altını çizdiğim bazı yerleri ile sizleri başbaşa bırakıyorum:
* * * * * * * * * * * *
Kitaptan Alıntılar:
"Duvara asılı çerçeve örneklerinin önünde... O üzeri halı kaplı tezgahın arkasında... Ne garip... Yaşamaya değil de ceza çekmeye gelmiş gibi görünüyorlardı." (Sayfa 21)
' "Ben hep bir şarkının ellerindeydim," diye fısıldadı Başak, "bu yüzden aranıza karışamadım." ' (Sayfa 24)
"Yaşamak için kendiliğinden bir eğilim vardır değil mi?" Kendi elleriyle de Ahmet'in elleriyle de ilgilenmiyor Başak. Gözlerini kocaman açarak soruyor: "Böyle bir eğilim olmalı insanda, değil mi? İşte dünden beri bende böyle bir şeyin zerresi yok." (Sayfa 39)
"Evet saatler sürdüğü olur bir satranç maçının ama yine de ölümden, terk edilişten daha kısa sürer, hele bir de rakibin tuzaklarına bilerek düşerseniz." (Sayfa 56)
"Daha mı iyi çıplak ayaklarını yakan geniş kumsalın bitmesi?
Çünkü sonrası büyük, soğuk deniz." (Sayfa 71)
"Ve ben bir adım atarak korkuluğa yaklaşacağım, saçlarımı balkondan aşağı sarkıtacağım, kendimi boşluğa bırakacağım. Yolda karşıma iyi niyetli biri çıkacak ve soracak olursa, aşağıdaki insanları gösterip, bir süre yere paralel gittikten sonra onlara anlayamayacakları şeyler anlattım, diyeceğim. Öyle olsun." (Sayfa 79)
"Gerçeği ararken bir yandan da bulduğumuz anda değiştirmeyi düşleriz. Çünkü aynı zamanda gerçek daima biraz utanç vericidir." (Sayfa 98)
"Utanç bizi ikiye böler. İkiye bölünmenin en dayanılmaz yanı, iki parçanın da hala canlı olmasıdır. İnsan herhalde bu yüzden kendini öldürmeye kalkışır. İkisinden biri gitsin, der." (Sayfa 98)
* * * * * * * * * * * *
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder