Kitap adı: Bir İdam Mahkumunun Son Günü
Yazar adı: Victor Hugo
Orijinal adı: Le Dernier Jour D'un Condamne
Ülke: Fransa
Özgün dili: Fransızca
Anadilinde 1. Baskı: 1829
Okuduğum baskı: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 19. Baskı, Temmuz 2019, Çeviri: Volkan Yalçıntoklu
Sayfa Sayısı: 77
* Bir idam mahkumunun son günü... Ne zaman ve nasıl öleceğini bilen biri, bir de esaret altında iken, son altı haftasını nasıl geçirir? Halk denilen o kalabalık kitle nasıl da tiyatral bir seyir zevki edinimi isteği içinde ve iç dünyasında da kalabalık bir eğlence açlığı ile doluşur bu idamı seyre? Başrollerini capcanlı bir insanın, bir celladın ve bir giyotinin paylaştığı bu sahnenin perde arkasında yaşananları anlatıyor bu kitap bize. Saat dört... ✉ *
Sanırım uzun süredir okuduğum en etkileyici kitapla karşı karşıyayım.
Victor Hugo'nun son derece yalın bir dille yazılmış bu kısa romanının gerçekten sarsıcı bir psikolojik derinliği olduğunu düşünmekle beraber aynı zamanda kitabın yazıldığı dönemdeki idam cezasının kötücülüğüne de ışık tutma konusunda muazzam bir eser olduğunu söyleyebilirim.
Kitabın üç ana bölümü bulunmakta, şöyle ki; ciddiye alınması gereken bir önsöz, yazılan romana gelen taşlamaları gözler önüne seren "Trajedi Hakkında Bir Komedi" isminde tiyatral bir önsöz ve romanın kendisi:
Önsöz:
Bu üç bölümden ilki yani kitabın önsözü, o dönemlerin yani 19. yüzyılın Fransa'sındaki idam cezasının somut örneklerle eleştirildiği uzun bir metin olarak karşımıza çıkıyor ki bu kısmın atlanmadan okunmasını içtenlikle tavsiye ederim. Hatta kitabın ilk basımlarında Victor Hugo'nun yazar olarak isminin kullanılmadığını da bu önsözden öğrendim; arkası sağlam birtakım kimselerin ölümünü engellemek için bu idam cezasının geçici süreliğine kaldırılıp, bahsi geçen kişiler kurtulduktan sonra, tekrar yürürlüğe konulduğunu da. Yazarın değindiği önemli noktalardan bir diğeri ise, idam cezasının gerekçelerinden birinin, suçluların tekrar suç işlemelerinin önüne geçilmesi olduğu fakat idam cezası yerine müebbet hapis sisteminin aslında yeterli olacağı ve zindancının iyi olduğu yerde cellada gerek kalmadığıdır. İkinci sebep olarak intikamı öne sürüyor ki intikam için cezalandırmak yerine iyiliğe yöneltmek için düzeltmek terimlerini karşımıza çıkarıyor yazar. Son olarak suçluların örnek teşkil etmesinin önüne geçilmesi amacıyla idam cezasının uygulandığını fakat idam cezasının o dönemlerde bir gösteri halinde halkın seyrine sunulmasının beklenen etkiyi yaratmadığını savunuyor yazar.
Günümüzde kim Victor Hugo'nun argümanlarına katılır, kim farklı düşünür bilinmez fakat okuyup bireysel yorumlarımızı tahlil etmemizde yarar görüyorum, nitekim okumanın bizlere kattığı değerlerden biri de bu değil midir, toplumun gidişatında etkili olabilecek bir güce sahip olmasa bile kişilerin olayları görünmeyen taraflarıyla da değerlendirebilip kendine gösterilen sahneden etkilenmeden kendi yorumunu yapabilmesi ve hayatı kendi penceresinden değerlendirebilmesi.
Trajedi Hakkında Bir Komedi:
Kitabın ikinci kısmına gelince kısa bir tiyatro metni çıkıyor karşımıza. Kitabın kendisinin nasıl eleştirilere maruz kaldığını tiyatral bir dille gözler önüne sermiş, Victor Hugo.
Bu bölümü okurken keyif almakla beraber, metinde geçen diyaloglarda adledildiği gibi o dönemlerde de bu kitap için korkunç gibi söylemlerde bulunulup bulunulmadığı merak ettim doğrusu. Ayrıca bu tiyatro metninde geçen diyaloglardaki bazı karakterler, idam edilen suçlunun vicdan azabı duymadığını öne sürüyor fakat kitabı okuduğum kadarıyla kendi yorumumu belirtmek isterim ki kitap boyunca başkahramanımızın suçuyla ilgili vicdan azabı yaşadığına da yaşamadığına da değinilmiyor ki üzerinde durulan konu yalnızca idam cezasına çarptırılması gerçeği ve bu altı haftalık süreçte yaşadıkları, yani özellikle suçun kendisi hakkında pek bahis açmıyor yazar ki ana mesaj yerine ulaşsın, sence?
Romanın kendisi: (Devamı spoiler içerebilir.)
Başkahramanımız bir cinayet işlediği için tutuklanır ve yargı önüne çıkar. Ne yazık ki idam cezasına çarptırılır. Avukatı onun ömür boyu kürek cezasına çarptırılması için uğraşır fakat başaramaz; hoş, zaten kahramanımız da ömür boyu kürek cezasının ölümden beter olduğunu düşünmektedir fakat ölüm saati geldikçe bu fikri bu kadar katı kalmayacaktır.
Altı hafta sonrası için idam cezasına çarptırılacağı belli olan kahramanımızın bu altın haftada yaşadıklarını günden güne, psikolojik değişimi ve çevresindeki gardiyan ve karşılaştığı diğer tutukluların da etkisiyle, yazar tarafından gözler önüne serilir.
Kahramanımız idam edileceği için bağırıp çağırmaz veya ortalığı ayağa kaldırmaz. Daha ziyade, içsel dönüşümü ile okuruz adeta ruh halini. Kitabın o dönemki idam cezasına karşı yazarın politik tutumunun vurgulamasının yanı sıra bu psikolojik geçiş ve satır aralarında gizlenen ya da kahramanın sustuğu anlarda bile yaşadığı ağır tramvalar, öyle güzel anlatılmış ki romanı okurken zamanın nasıl geçtiğini unutturuyor okuyucuya, sonra bir bakmışız ki son sayfa ve beklenen son... Saat dört...
Yazar bu süreçte mahkumların zaman zaman maruz kaldıkları sıkıntılara değinir, zaman zaman da ölüm saati yaklaşan bir insana güzel davranılması gibi iç ürpertici bir gelenekten bahseder ki belki de en korkuncu bu idamı sanki eğlenceli bir gösteriymiş gibi seyretmeye gelen halkı tutumudur. Gerçekten 19. yüzyılın Fransa'sı böyle miydi? İnsanlar, çoluk çocuk nasıl bu durumu zevkli bir aktiviteye dönüştürüyorlardı? İdam cezasının uygulanmasından daha mühim bir detay saklı burada.
Greve Meydanı'nda giyotinle öldürüleceği günü beklerken hapishanede binbir türlü düşünceye hapsolur, bu isimsiz ve suçlu kahramanımız. Kitap boyunca kahramanımızın işlediği cinayetin detaylarını öğrenemeyiz, yazarın itinayla bu konuya değinmekten kaçındığını düşündürmüyor değil.
Temyiz başvurusu da reddedilen başkahramanımıza 8 metrekarelik odasındaki hapis hayatında mürekkep, kalem, kağıt ve gece lambası da verirler. Yazabilir kahramanımız yaşadıklarını... Kendinden önce bu odaya hapsedilenlerin isimlerini duvarlarda okurken, kendisinden sonra da birilerinin buraya geleceğini ve bu çarkın böyle sürüp gideceğini düşünerek de içlenir kahramanımız.
Öte yandan ardında annesini, eşini ve kızını bırakmıştır. Zaten biri suç işlediğinde ondan ziyade, ardında bıraktıkları daha çok bedel ödemez mi gerçek hayatta? Eşi ve annesinden ziyade, kızına özlem duymakta ve onun için endişelenmektedir kahramanımız.
Hapishanede geçirdiği zaman boyunca kürek mahkumlarını da görür. Kendisi mi daha şanssızdır, onlar mı, tartışılır fakat idama çarptırılanlara hapishanede, kürek mahkumlarına kıyasla daha iyi davranıldığını da okuyoruz. Gerçi öleceğini bilen birine bu iyi davranış hali ne kadar anlamlıdır, emin değilim. Demek istediğim, , esas trajedi bu kişinin ölümünü beklemesi ve bazen kurtuluşu umut eden bazense umuda bile yeltenemeyen iç dünyasıdır; hapishanede geçen somut ve dışsal etkenlere dayanan hayatı değil. Zaten kitabı etkileyici ve efsane kılan da bu detay olsa gerek ki bu kitabı herkesin okumasını ve kendi iç dünyasında yorumlamasını tavsiye ediyorum.
Sarsıldığı zaman getirildiği revirde yatağın kendisine biraz huzur vermesi, insanın hayatında yerde yatmak yerine bir yatağa sahip olmasına şükretmesi gerektiğini hatırlatıyor, tabii bir de başkahramanımız gibi suçlu değilsek.
Zaman zaman kaçmanın da hayalini kuruyor fakat hiç denemiyor veya deneyemiyor kahramanımız. Zaten kama düşüncesi de affedilme düşüncesi de öldürüleceği düşüncesi kadar sık gelmiyor aklına.
Birgün kahvaltıda ne istendiği kibar bir dille sorulunca o günün geldiğini anlıyor kahramanımız. Greve Meydanı'na götürülüp idam edileceği günün geldiğini anlıyor ve kendisine bir rahip de eşlik ediyor. Buralarda rahibin de kahramanımıza güzel davrandığını fakat işini yapıp kenara çekilme yüzeyselliğinde olduğunu ya da en azından başkahramanımıza böyle hissettirdiğini görüyoruz. Ne acı ki ölümünü bekleyen birine o öldükten sonra hapishanenin daha güzel olacağını anlatan görevli gibi anlamsız bazı şeyler.
Ölüm zamanı yaklaştıkça gerçekten merhamet edilip affedileceğine dair bir umut da kaplıyor işini kahramanımızın ve hatta kaçmak için bir görevli ile kıyafetlerini değiştirmeye bile teşebbüs etse de sonuç başarısız.
Kendisinden sonra idam edilecek biriyle karşılaşıp onun hayat hikayesini de dinliyor. Burada insanlara ikinci bir şans tanınmadığını gösteriyor yazar bize. Peki tanınmalı mı? Bilmiyorum. Tanınmadığını okuyoruz ama net bir şekilde.
Ölümünden önce kızı getiriliyor, son kez görüşmesi için. Küçücük kız çocuğu babasının zaten öldüğünü sanıyor ve bu karşısındaki adamı tanımıyor bile. Kendisini şimdiden unutması çok üzüyor kahramanımızı ve kızına büyüdüğü zaman okuması için bir not bırakmak istiyor fakat burada vakti oldu da yazabildi mi yoksa artık çok mu geç bilmiyoruz, yazar bu kısmı bilinmez bırakıyor.
Kahramanımızın bu altı haftalık süreçte iç dünyasında yaşadıklarını okudukça onunla birlikte bu sürece tanık olup kitabın içinde buluyorsunuz kendinizi. Yazarın dili yalın olmasına karşın okuyucuyu adeta romanın içine alarak hayran bıraktırıyor kendisine. İçimizi titreten öyle anlar var ki bazı satırlarda....
Kahramanımız giyotinin önüne getirildiğinde ise affedilmek istiyor, son kez şansını deniyor. Bağışlanmayı umuyor fakat saat dört....
************
**** ALINTILAR: ****
"Geçmişin toplumsal yapılanması üç dayanağın üzerinde duruyordu: rahip, kral, cellat." (Önsöz: Sayfa 17) "Öfkeyle cezalandırılan kötülük şefkatle tedavi edilecek." (Önsöz: Sayfa 17) "İnsanların hepsi belirsiz bir süre için ertelenen ölüm cezasına mahkumdurlar." (Sayfa 7) "Manevi acının yanında fiziki acının ne önemi var?" (Sayfa 11) "Delirmenin insanı yaşattığı söylenir; en azından bilinç kaybolduğu için daha az acı çekilir; ölü gibi uyunur." (Sayfa 13)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder