5 Şubat 2019 Salı

KORKU

Kitap adı: Korku
Yazar adı: Stefan Zweig
Orijinal adı: Angst
Özgün dili: Almanca
Anadilinde 1. Baskı: 1920
Okuduğum baskı: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 11. Baskı, 2018, 
Çeviri: İlknur İgan
Sayfa Sayısı: 70 


"Rahat ve korunaklı bir yaşam süren saygın bir kadın, sekiz yıllık evliliğinden sıkılmış, burjuva dünyasının kozasından çıkarak kendini genç bir piyanistin kollarına atmıştır. Ancak bu gizli ilişkiden haberdar olan bir şantajcının ansızın zuhur etmesiyle, hayatında yeni farkına vardığı bütün güzellikleri yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kalır ve kahredici bir korkunun pençesine düşer. Korku insanı bilinçdışına itilmiş utanç verici deneyimlerden, bastırılmış pişmanlıklardan özgürleştirebilecek güçte bir yapıt." (Zweig 2018: Arka Kapak Yazısı)

************

Neden Stefan Zweig okumalıyız temalı bir düşünce seline girmeme ramak kalmıştı ki “Korku” düğümleri çözmemi sağladı. Basit bile denebilecek türden bir konusu var aslında kitabın ama bilirsin ya hani insanların içsel durağanlıklarından rahatsız oluşları bazen kıymet bilmezlik gibi görünse de bazen bu hissel boşlukları irdelemek gerekir ki bu da sanırım eline her kalem alanın harcı değil. İşte Zweig tam olarak bunu denemiş bence bu kitabında ve zirvede de bırakmış psikolojik çözümlemesini. Sanırım bazı yazarlar bu dünyaya fazla, Zweig gibi mesela.

Zweig pek çok işaret vermiş “Korku”da. En açık olanı ise korkunun kaynağı ve anlamı olsa gerek. Korku ve belirsizlik suçun cezasını çekmekten daha ağır bir bedel olmuştur Zweig’a göre yaşadığımız tüm kısır döngülerde ve tüm korkular kaybetmekten kaynaklanmaz, utanç daha ağır bir yüktür, bilhassa değer verdiklerimize karşı...

* * * * *

Mesele materyalist kaygılardan çıksa da mental bir kurguya dönmüş yazarın bu kitabında. Irene isimli bir hanımefendi var, kendisi başkahramanımız olur. Daha ilk sayfalarda da anlaşılacağı üzere gayet konforlu ve leziz bir hayat sunmuş ona eşi. Kitaptaki kahramanlardan birinin de sık sık dile getirdiği söyleme güvenerek burjuva tabiriyle nitelendirebiliriz Irene ve ailesinin hayatını. Buraya kadar her şey şahane gözüküyor, sonuçta kim istemez ki dilediği tiyatroya, sergiye veya kulübe, iş ve zaman temalarının sorumluluklarını taşımadan gitmeyi. Sırf zenginlik de değil, huzura da sahip Irene, eşinin son derece düzgün bir avukat ve koca özelliklerini barındırdığını düşünürsek. Ee, bu kadın paranın yanında sevgi, ilgi ve güzel çocuklara da sahipse onu özel kılan neydi? 

Irene’yi standart bir burjuvadan ayıran, onun bu zengin ve ve rahat yaşamı değerlendirirken bir yandan da kendini bu rahatlık ile çepeçevre kuşatılmış ve gerçek hayattan koparılmış hissedişi. İstediği her şeye sahip ama birçok hissi tatmamış, acının, heyecanın, özlemin, emeğin ve daha nice olgunun merakı içine düşmüş bir kadın, Irene. 


"Irene, varoluştaki bu ölçülülüğün hiçbir zaman dış kıstaslara vurulamayacağını, aksine insanın içiyle ilişkisizliğinin bir yansıması olduğunu fark etmeksizin kendini bir şekilde bu rahatlık tarafından kandırılmış ve gerçek yaşamdan uzaklaştırılmış hissediyordu."


Bunu Zweig kadar başarılı anlatabileceğime ihtimal vermesem de her okuyucunun Irene ile empati kuracağından eminim. Hikâyenin başından sonuna kadar bir tarafım onu yargılasa da bir tarafım hep onunla birlikte yaşadı, okurken biz de birer Irene oluyoruz çünkü Zweig yalnızca onunla etkileşime geçmemize izin veriyor. Onun ne düşündüğünü veya ne hissettiğini biliyoruz ama eşine, şantajcıya, mürebbiyeye veya sevgilisine yanı başımızda duran insanlar kadar uzağız. Bu yüzden kararlarını sevsem de sevmesem de hikâyenin içine daldığımda kendimi bulabileceğim tek yer Irene’nin ruhu. Bunun Zweig’ın tam olarak istediği şey olduğuna ve bu yüzden bu durumu tüm okuyucular için geçerli kıldığına eminim diyebilirim.

Irene, kendine anlamsız gelen bu hayatın içinden biraz olsun sıyrılabilmek adına kendine maddi olarak alt sınıfta sayılabilecek, nazik ve kendi hâlinde piyanist bir sevgili bulur. Onunla gizli gizli görüşür vve onu öyle bir hayatıın içine yedirir ki kimsenin ruhu duymaz. Ta ki tasasız hayatına aşk ve heyecan kattığına inandığı sevgilisinin evinden çıktığı bir gün onun eski sevgilisiyle karşılaşana kadar her şey yolundadır. O gün Irene için bir dönüm noktası olmuştur çünkü Irene’yle sevgilisinin oturduğu apartman çıkarken karşılaşan bu kadın Irene’yi epeyce korkutur. Onu, bu durumu ailesine anlatmakla tehdit eder ve sürekli para ister. Hatta bazen evine kadar gelir. Irene bunun üzerine sevgilisiyle ayrılır ve onunla bir daha görüşmez. Bunu yaparken Irene’nin pek de zorlanmaması biraz hayal kırıklığı estirdi satır aralarında.

"Ruhsal tasasızlığından özveride bulunmayı göze almamak için aşığını hiç düşünmeden rahatına feda etmeye hazırdı."

Şantajcı kadının Irene’ye hitap tarzı ise şantaj yapmasına karşın hep Irene’nin nazik bir burjuva kadını olduğunu vurgular niteliktedir. Sanırım para yalanları ve karakter yoksunluğunu yalnızca günümüzde değil geçmişte de kapatıyordu ve şantajcı kadının bu durumu niteleyen ifadeleri takdire şayan doğrusu.

Şantajcının Irene’den sürekli para istemesi, varlıklı bir hayata sahip olmasına karşın Irene’yi zorlamaya başlar zamanla. Bir yandan eşinin bu durumu öğreneceği korkusu bir yandan da şantajcıya para vererek hiç değilse birkaç gün kendisini rahat bırakmasını istemesi Irene’yi bir çıkmaza sürükler. Bu sırada kendi ailesini incelemeye başlar Irene, aslında aşktan yoksun olduğu için beğenmediği eşinin ne kadar huzur vadeden bir koca olduğunu, çocuklarının ise her sorunda kendisine değil de babalarına koştuğunu fark etmeye başlar Irene. Bu evin içinde bir fazlalık gibi hisseder kendini. Eşin ve ailenin değerini bilemediği ve mutluluğu dışarıda aradığı için öyle pişmandır ki lâkin zamanı geri alamaz.  Eşinin bu sevgili ve şantajcı meselesini öğrenip öğrenmediği veya şüphelenip şüphelenmediğini anlamak için eşini inceliyordur artık hep.

"Konuşmalarından bir ipucu elde edemeyince bu sefer kocası koltuğunda oturmuş keskin elektrik ışığının altında kitabını okurken onun yüzünü inceledi."


Aslında boş sandığı kendi hayatı, kaybetme korkusuyla tutuşunca değerli olmuştur birdenbire Irene için. Klasik insan işte...

"Kendini her şeyde hissedebiliyordu, onun için eskiden cam gibi saydam olan dünya şimdi aniden kendi gölgesiyle karararak bir aynaya dönüşmüştür. Baktığı, izlediği her şey bir gerçeklik kazanmıştı birdenbire."


Şantaj olayı üzerine birdenbire terk ettiği sevgilisi umrunda değildir artık Irene’nin. Tek derdi eşini ve bu konforlu yaşamı kaybetmemektir. Meğer bu aşk sandığı sevgili oyunu yalnızca bir maceraymış, Irene’nin duygusal geçişlerine göre.


"Fakat şimdi kendi durumu söz konusu olduğunda, bir erkeği değil de, macerayı sevmiş olduğunu anlayabilir miydi? Fazla iyiliğiyle, Irene'nin hayatını içinde hapsettiği uyuşturucu rahatlıkla bunda kendi payının da bulunduğunu görebilir miydi? Kendisiyle ilgili bir olayda da adil bir yargılayıcı olabilir miydi?"


Günler artık Irene için sıralı birer azap hâline dönüşmüştür ve herkes ondaki bu değişimin farkındadır. Eşinin bütün yaptıklarını öğreneceği korkusu Irene’yi, deyim yerindeyse, günden güne ölmekten beter eder. Eşine itiraf etme çabasına girer her seferinde ve eşi de ona korkunun cezadan daha korkunç olduğunu çünkü en kötü cezanın bile belirsizlik kadar ağır olmadığını anlatır, günlük olaylar hakkında konuşurken, mesela kızlarının yaramazlıkları hakkında tartışırken bile. 


"Korku cezadan çok daha beterdir, çünkü ceza bellidir, ağır da olsa, hafif de , hiçbir zaman belirsizliğin dehşeti kadar kötü değildir. Kızımız da cezası kesinleşir kesinleşmez hafifledi. ağlaması seni şaşırtmamalı, bu sadece bir boşalmaydı, önceden baskı altında içinde duruyordu. İçte tutulan gözyaşları akıtılanlardan daha acıtıcıdır. O eğer çocuk olmasaydı veya içini en gizli noktasına kadar görme olanağımız olsaydı, inanıyorum ki aldığı cezaya ve döktüğü gözyaşlarına rağmen, dün olduğundan çok daha hoşnut olduğunu görürdür. Oysa dün, görünürde kaygısızca ortalıkta dolaşıyordu ve kimse onu suçlamıyordu."


"İtirafı engelleyen bu basit korkuyu her türlü suçtan daha zavallıca buluyorum."


Irene yine de suçunu itiraf etme cesaretini bulamaz kendinde, bunun kaybetme korkusundan değil, utançtan kaynaklandığına inanır veya öyle inanmak ister.

"belki de insan... en büyük utancı... kendine en yakın hissettiklerine karşı duyar."


Sonunda bu dayanılmaz belirsizlik ve her geçen gün katlanarak artan korku Irene’yi dayanılmaz bir ruhsal çöküntü içine çeker ve eczaneden morfin satın alarak intihar etme kararı alır, sonsuz huzura erişecektir bu sayede.

***SPOILER***

Tam intihar edecekken eşi onu eczanede yakalar ve ona engel olur. Başından beri her şeyi bildiğini ve onun sevgilisini bırakıp kendisine geri dönmesi için o şantajcı kadını kendisinin tuttuğunu ve suçunu itiraf edeceği vakit bağışlamaya hazır bulunduğunu hep imâ ettiğini anlatır eşine. Irene eşinin anlattıkları karşısında çok şaşırır. Tam burada Irene’den daha çok şaşırıyor okuyucu. Meğer başından beri Irene’nin kocası bütün olanların farkındaymış... Irene’nin içindeki huzursuzluk ta kanat çırparak uzaklaşır hayatlarından, yaraları kabuk bağlamaya yüz tutmuştur bile.


"İçince hâlâ acıyan bir yer vardı, ama iyi şeyler vaat eden bir acıydı bu, tamamen kapanmadan önce kabuk tutarken yanan yaralar gibi sıcak, ama yumuşak bir acı."


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder