Yazar adı: Stefan Zweig
Orijinal adı: Angst
Özgün dili: Almanca
Anadilinde 1. Baskı: 1920
Okuduğum baskı: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 11. Baskı, 2018, Çeviri: İlknur İgan
Sayfa Sayısı: 70
"Rahat ve korunaklı bir yaşam süren saygın bir kadın, sekiz yıllık evliliğinden sıkılmış, burjuva dünyasının kozasından çıkarak kendini genç bir piyanistin kollarına atmıştır. Ancak bu gizli ilişkiden haberdar olan bir şantajcının ansızın zuhur etmesiyle, hayatında yeni farkına vardığı bütün güzellikleri yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kalır ve kahredici bir korkunun pençesine düşer. Korku insanı bilinçdışına itilmiş utanç verici deneyimlerden, bastırılmış pişmanlıklardan özgürleştirebilecek güçte bir yapıt." (Zweig 2018: Arka Kapak Yazısı)
************
Neden Stefan Zweig okumalıyız temalı bir düşünce seline girmeme ramak
kalmıştı ki “Korku” düğümleri çözmemi sağladı. Basit bile denebilecek türden
bir konusu var aslında kitabın ama bilirsin ya hani insanların içsel
durağanlıklarından rahatsız oluşları bazen kıymet bilmezlik gibi görünse de
bazen bu hissel boşlukları irdelemek gerekir ki bu da sanırım eline her kalem alanın
harcı değil. İşte Zweig tam olarak bunu denemiş bence bu kitabında ve zirvede
de bırakmış psikolojik çözümlemesini. Sanırım bazı yazarlar bu dünyaya fazla,
Zweig gibi mesela.
Zweig pek çok işaret vermiş
“Korku”da. En açık olanı ise korkunun kaynağı ve anlamı olsa gerek. Korku ve
belirsizlik suçun cezasını çekmekten daha ağır bir bedel olmuştur Zweig’a göre
yaşadığımız tüm kısır döngülerde ve tüm korkular kaybetmekten kaynaklanmaz,
utanç daha ağır bir yüktür, bilhassa değer verdiklerimize karşı...
* * * * *
Mesele materyalist kaygılardan çıksa da mental bir kurguya dönmüş yazarın
bu kitabında. Irene isimli bir hanımefendi var, kendisi başkahramanımız olur.
Daha ilk sayfalarda da anlaşılacağı üzere gayet konforlu ve leziz bir hayat
sunmuş ona eşi. Kitaptaki kahramanlardan birinin de sık sık dile getirdiği
söyleme güvenerek burjuva tabiriyle nitelendirebiliriz Irene ve ailesinin
hayatını. Buraya kadar her şey şahane gözüküyor, sonuçta kim istemez ki
dilediği tiyatroya, sergiye veya kulübe, iş ve zaman temalarının sorumluluklarını
taşımadan gitmeyi. Sırf zenginlik de değil, huzura da sahip Irene, eşinin son
derece düzgün bir avukat ve koca özelliklerini barındırdığını düşünürsek. Ee,
bu kadın paranın yanında sevgi, ilgi ve güzel çocuklara da sahipse onu özel
kılan neydi?
Irene’yi standart bir burjuvadan ayıran, onun bu zengin ve ve rahat yaşamı
değerlendirirken bir yandan da kendini bu rahatlık ile çepeçevre kuşatılmış ve
gerçek hayattan koparılmış hissedişi. İstediği her şeye sahip ama birçok hissi
tatmamış, acının, heyecanın, özlemin, emeğin ve daha nice olgunun merakı içine
düşmüş bir kadın, Irene.
"Irene, varoluştaki bu ölçülülüğün hiçbir zaman dış kıstaslara vurulamayacağını, aksine insanın içiyle ilişkisizliğinin bir yansıması olduğunu fark etmeksizin kendini bir şekilde bu rahatlık tarafından kandırılmış ve gerçek yaşamdan uzaklaştırılmış hissediyordu."
Bunu Zweig kadar başarılı anlatabileceğime ihtimal vermesem de her
okuyucunun Irene ile empati kuracağından eminim. Hikâyenin başından sonuna
kadar bir tarafım onu yargılasa da bir tarafım hep onunla birlikte yaşadı, okurken biz de birer Irene oluyoruz çünkü Zweig yalnızca onunla etkileşime
geçmemize izin veriyor. Onun ne düşündüğünü veya ne hissettiğini biliyoruz ama
eşine, şantajcıya, mürebbiyeye veya sevgilisine yanı başımızda duran insanlar
kadar uzağız. Bu yüzden kararlarını sevsem de sevmesem de hikâyenin içine
daldığımda kendimi bulabileceğim tek yer Irene’nin ruhu. Bunun Zweig’ın tam
olarak istediği şey olduğuna ve bu yüzden bu durumu tüm okuyucular için geçerli
kıldığına eminim diyebilirim.
Irene, kendine anlamsız gelen bu hayatın içinden biraz olsun sıyrılabilmek
adına kendine maddi olarak alt sınıfta sayılabilecek, nazik ve kendi hâlinde
piyanist bir sevgili bulur. Onunla gizli gizli görüşür vve onu öyle bir hayatıın
içine yedirir ki kimsenin ruhu duymaz. Ta ki tasasız hayatına aşk ve heyecan
kattığına inandığı sevgilisinin evinden çıktığı bir gün onun eski sevgilisiyle
karşılaşana kadar her şey yolundadır. O gün Irene için bir dönüm noktası
olmuştur çünkü Irene’yle sevgilisinin oturduğu apartman çıkarken karşılaşan bu
kadın Irene’yi epeyce korkutur. Onu, bu durumu ailesine anlatmakla tehdit eder
ve sürekli para ister. Hatta bazen evine kadar gelir. Irene bunun üzerine
sevgilisiyle ayrılır ve onunla bir daha görüşmez. Bunu yaparken Irene’nin pek
de zorlanmaması biraz hayal kırıklığı estirdi satır aralarında.
"Ruhsal tasasızlığından özveride bulunmayı göze almamak için aşığını hiç düşünmeden rahatına feda etmeye hazırdı."
Şantajcı kadının Irene’ye hitap tarzı ise şantaj yapmasına karşın hep
Irene’nin nazik bir burjuva kadını olduğunu vurgular niteliktedir. Sanırım
para yalanları ve karakter yoksunluğunu yalnızca günümüzde değil geçmişte de
kapatıyordu ve şantajcı kadının bu durumu niteleyen ifadeleri takdire şayan
doğrusu.
Şantajcının Irene’den sürekli para istemesi, varlıklı bir hayata sahip
olmasına karşın Irene’yi zorlamaya başlar zamanla. Bir yandan eşinin bu durumu
öğreneceği korkusu bir yandan da şantajcıya para vererek hiç değilse birkaç gün
kendisini rahat bırakmasını istemesi Irene’yi bir çıkmaza sürükler. Bu sırada
kendi ailesini incelemeye başlar Irene, aslında aşktan yoksun olduğu için
beğenmediği eşinin ne kadar huzur vadeden bir koca olduğunu, çocuklarının ise
her sorunda kendisine değil de babalarına koştuğunu fark etmeye başlar Irene.
Bu evin içinde bir fazlalık gibi hisseder kendini. Eşin ve ailenin değerini
bilemediği ve mutluluğu dışarıda aradığı için öyle pişmandır ki lâkin zamanı
geri alamaz. Eşinin bu sevgili ve
şantajcı meselesini öğrenip öğrenmediği veya şüphelenip şüphelenmediğini
anlamak için eşini inceliyordur artık hep.
"Konuşmalarından bir ipucu elde edemeyince bu sefer kocası koltuğunda oturmuş keskin elektrik ışığının altında kitabını okurken onun yüzünü inceledi."
Aslında boş sandığı kendi hayatı, kaybetme korkusuyla tutuşunca değerli
olmuştur birdenbire Irene için. Klasik insan işte...
"Kendini her şeyde hissedebiliyordu, onun için eskiden cam gibi saydam olan dünya şimdi aniden kendi gölgesiyle karararak bir aynaya dönüşmüştür. Baktığı, izlediği her şey bir gerçeklik kazanmıştı birdenbire."
Şantaj olayı üzerine birdenbire terk ettiği sevgilisi umrunda değildir
artık Irene’nin. Tek derdi eşini ve bu konforlu yaşamı kaybetmemektir. Meğer bu
aşk sandığı sevgili oyunu yalnızca bir maceraymış, Irene’nin duygusal
geçişlerine göre.
"Fakat şimdi kendi durumu söz konusu olduğunda, bir erkeği değil de, macerayı sevmiş olduğunu anlayabilir miydi? Fazla iyiliğiyle, Irene'nin hayatını içinde hapsettiği uyuşturucu rahatlıkla bunda kendi payının da bulunduğunu görebilir miydi? Kendisiyle ilgili bir olayda da adil bir yargılayıcı olabilir miydi?"
Günler artık Irene için sıralı birer azap hâline dönüşmüştür ve herkes
ondaki bu değişimin farkındadır. Eşinin bütün yaptıklarını öğreneceği korkusu
Irene’yi, deyim yerindeyse, günden güne ölmekten beter eder. Eşine itiraf etme
çabasına girer her seferinde ve eşi de ona korkunun cezadan daha korkunç
olduğunu çünkü en kötü cezanın bile belirsizlik kadar ağır olmadığını anlatır,
günlük olaylar hakkında konuşurken, mesela kızlarının yaramazlıkları hakkında
tartışırken bile.
"Korku cezadan çok daha beterdir, çünkü ceza bellidir, ağır da olsa, hafif de , hiçbir zaman belirsizliğin dehşeti kadar kötü değildir. Kızımız da cezası kesinleşir kesinleşmez hafifledi. ağlaması seni şaşırtmamalı, bu sadece bir boşalmaydı, önceden baskı altında içinde duruyordu. İçte tutulan gözyaşları akıtılanlardan daha acıtıcıdır. O eğer çocuk olmasaydı veya içini en gizli noktasına kadar görme olanağımız olsaydı, inanıyorum ki aldığı cezaya ve döktüğü gözyaşlarına rağmen, dün olduğundan çok daha hoşnut olduğunu görürdür. Oysa dün, görünürde kaygısızca ortalıkta dolaşıyordu ve kimse onu suçlamıyordu."
"İtirafı engelleyen bu basit korkuyu her türlü suçtan daha zavallıca buluyorum."
Irene yine de suçunu itiraf etme cesaretini bulamaz kendinde, bunun
kaybetme korkusundan değil, utançtan kaynaklandığına inanır veya öyle inanmak
ister.
"belki de insan... en büyük utancı... kendine en yakın hissettiklerine karşı duyar."
Sonunda bu dayanılmaz belirsizlik ve her geçen gün katlanarak artan korku
Irene’yi dayanılmaz bir ruhsal çöküntü içine çeker ve eczaneden morfin satın
alarak intihar etme kararı alır, sonsuz huzura erişecektir bu sayede.
***SPOILER***
Tam intihar edecekken eşi onu eczanede yakalar ve ona engel olur. Başından
beri her şeyi bildiğini ve onun sevgilisini bırakıp kendisine geri dönmesi için
o şantajcı kadını kendisinin tuttuğunu ve suçunu itiraf edeceği vakit
bağışlamaya hazır bulunduğunu hep imâ ettiğini anlatır eşine. Irene eşinin anlattıkları
karşısında çok şaşırır. Tam burada Irene’den daha çok şaşırıyor okuyucu. Meğer
başından beri Irene’nin kocası bütün olanların farkındaymış... Irene’nin
içindeki huzursuzluk ta kanat çırparak uzaklaşır hayatlarından, yaraları kabuk
bağlamaya yüz tutmuştur bile.
"İçince hâlâ acıyan bir yer vardı, ama iyi şeyler vaat eden bir acıydı bu, tamamen kapanmadan önce kabuk tutarken yanan yaralar gibi sıcak, ama yumuşak bir acı."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder