Yazar adı: Stefan Zweig
Orijinal adı: Schachnovelle
Ülke: Avusturya
Özgün dili: Almanca
Anadilinde 1. Baskı: 1942
Okuduğum baskı: Can Sanat Yayınları, 57. Baskı, 2018, Çeviri: Ayça Sabuncuoğlu
Sayfa Sayısı: 71
"Rastlantı sonucu eline geçirdiği bir kitapla satrancın inceliklerini öğrenerek bu oyunu bir tutkuya dönüştüren ve giderek bu tutkusu yüzünden beyin hummasına yakalanan Dr. B.nin öyküsüdür görünüşte SATRANÇ. Ama derinlerde bir veda mektubudur aslında.
Stefan Zweig'ın Brezilya'da sürgündeyken yazdığı ve Şubat 1942'deki intiharından birkaç ay önce tamamladığı SATRANÇ, Avrupa kültürünün nasyonal sosyalist tehlike altında yok oluşuna işaret eder.
Avrupa kültürüne elveda derken yaşama da veda etmeyi seçen Zweig'ın yapıtı, gerilimli kurgusu ve kahramanın ruhsal gelgitlerinin işlendiği dokusuyla, kısa ama her bakımdan etkileyici, olağanüstü bir uzun öyküdür."
(Zweig 2018: Arka Kapak Yazısı)
"İnsan bekler, bekler, bekler, şakakları zonklayana dek düşünür, düşünür, düşünür."
----------------------------------------------------------------------------------
Satranç; şansın, akıl-ilerigörüşlülük becerisi-iyi hesaplanmış olasılıklar üçlüsünün önünde boyun eğdiği tek oyun... Mirko Czentovic; yoksul bir Slav Tuna gemicisinin zavallı, suskun, içine kapanık oğlu... Yine Czentovic; dünya satranç şampiyonu... Dr. B.; esaretin ve daha da önemlisi hiçliğin koynunda verdiği psikolojik savaş... Yine Dr. B; hiçliğin aklını kaçırmasına engel olma mücadelesini kafasının içinde yönettiği satranç oyunlarıyla başaran bir "hiçlik gazisi"...
Tüm gemici düğümleri, büyük yolcu vapurunun New York'tan kalkıp Buenos Aires'e doğru yola çıkmasıyla çözülecektir, yalnızca birkaç satranç hamlesi ve soğuk bir psikolojik savaşla....
Satranç, Stefan Zweig'ın intiharından önce yazdığı son eser çünkü dünya savaşı ona göre değildi, kaçıncı dünya savaşı olduğu önemli değil, önemli olan Zweig'ın intihar etmesine neden olacak kadar savaş olması. Yazar ve eşi intihar ederken, bu dünya bize göre bir yer değil, demişler. Kim bilir, belki de haklılardı çünkü dünya, savaşlarının birincisinden itibaren bir daha hiç bir zaman güzel bir yer olmadı...
Biraz bohem fakat fazlasıyla gerçekçi bir başyapıt, Satranç. Okurken kendini satır aralarındaki psikolojik bunalımlara sürükleyebileceğin, bir çeşit derin öyküdür bence. Buraya ne yazsam da Zweig'ın bu kırmızı sınırdaki eserini zihinde ve ruhta aynı ölçüde dengelesem diye düşününce aklıma gelen sözcükler "hamleler ve hiçlik" oldu. Çığlık çığlığa acılardan daha dayanılmazdır hiçlik ve satranç, karşıt hamleleri aynı beyin yönetiyorsa içinden çıkılmaz bir hâl alır.
Satranç Tahtasında bir Avrupalı (kitabın önsözünde, Şebnem Sunar'ın kalemiyle): Dünyadaki gerçek savaş; taraflarından birinin (Cehalet ve kibirden ibaret olan dünya satranç şampiyonu Czentovic) küçük bir Hitler modeli olduğu, diğerinin ise (Dr. B) savaş karşıtı ve özgürlük aşığı bir insanı yani henüz insan kalabilecek kadar hem özel hem de sıradan bir karakteri dolayısıyla ilmek ilmek yok edilen dünyayı temsil ettiği bir satranç oyunuyla ele alınır, yazar tarafından. Savaş mekanı ise 64'e 64 bir satranç tahtasıdır...
-------------------------------------------------------------------------------------------------
Satrancı özetleyelim:
Tüm hikâye New York'tan Buenos Aires'e doğru yol alan o büyük yolcu vapurunda geçer. Vapurda dünya satranç şampiyonu Mirko Czentovic de bulunmaktadır. Arjantin'e gitmektedir, yeni bir satranç maçını kazanmak için.
Czentovic, yoksul bir Slav Tuna gemicisinin oğludur. Babası ölünce, iyi yürekli papaz ona sahip çıkar ve onunla yakından ilgilenir. Mirko ise içine kapanık ve pek de zeki sayılmayan bir çocuktur. Ona verilen işleri itiraz etmeden ve büyük bir yavaşlıkla yapar, kendisine söylenmeyen hiçbir işe de karışmaz. Derslerine de yetmez beyni dolayısıyla uysal fakat zavallı bir umutsuz vakadır Mirko. Kendisine verilen işler bitince boş boş bakar çevresine. Papaz ise jandarma çavuşuyla satranç oynamayı pek sever, hele ki kış akşamlarında. Mirko da oturup onları izler, boş ve anlamsız gözlerle. Yine bir kış akşamı papaz ile jandarma çavuşu satranç oynarken papazın bir işi çıkar ve oyun yarım kalır. Jandarma çavuşu ise Mirko'nun gözlerini satranç tahtasına diktiğini fark eder ve oyuna onun devam etmesine izin verir. Zaten oynayamayacağına emindir fakat hiç beklenmedik bir şey olur ve Mirko müthiş bir oyun çıkarır. Bu kafasız çocuğun satranca karşı yadsınamayacak bir yeteneği olduğu keşfedilir o gün. Sonrasında ise papazın da önayak olmasıyla Mirko satrancın ciddi bir şekilde oynandığı yerlere başvurarak Mirko'nun önünü açar ve yıllar geçer; Mirko Czentovic namı denizaşırı duyulan bir satranç ustası olur. Dünya satranç şampiyonu olan Mirko Czentovic, kendi gibi olan köylüler dışında kimseyle sohbet etmez, kültürsüzlüğünü saklar herkesten, yalnızca satranç oynar. Hem cahil hem kibirlidir ve tüm hayatını satranç üzerine kurmuştur.
Satranç tahtasının 64'e 64 sınırları ve sonsuz parametrelerinin oluşturduğu ikilem büyülü bir dünyadır fakat bu büyülü dünyayı Banatlı bir köylü çocuğuyken birdenbire satranç yeteneğiyle zengin ve ünlü olan Czentovic değil, Dr. B. hissettirecektir, karmaşık ve akıl almaz hikâyesiyle.
Aynı gemide birkaç satranç hayranı da vardır, tesadüf bu ya. Aralarında satranç oyunları döner. Czentovic de fark eder fakat pek ilgisini çekmez oyunları, ne de olsa dünya satranç şampiyonu kendisi,kibrini ve asaletten yoksun karakterini de düşünecek olursak şaşırmamalı bu duruma. İşte bu satranç fanatiği arkadaşların içinde bulunan McConnor o kadar hırslıdır ki Czentovic'in onların bu satranç oyunlarına burun kıvırıp gidişini kendine yediremez ve kendisiyle satranç oynamak ister. Bu isteğin içinde Czentovic ile düşünsel temasa geçmek de yatar çünkü insanlarla diyalogtan kusursuzca kaçan Czentovic kültürsüzlüğünü bu içine kapanıklığı sayesinde saklamıştır şimdiye kadar ve bu sayede kimse onun açıklarını bulamamaktadır. Tabii ki parası karşılığında bu basit satranç sevdalılarıyla birkaç el oynamayı kabul eder Czentovic.
Nitekim beklenen olur ve Czetovic karşısındaki arkadaş topluluğunun birlikte mücadele ettiği satranç elini kolayca kazanır lakin diğer ellerde garip bir şey olur. Oyuna aniden yabancı bir çift göz müdahale eder:
"Tanrı aşkına! Sakın ha! Şimdi veziri alırsanız, fili c1'e sürüp piyonunuzu kırar, siz de atınızı geri çekersiniz. Ama bu arada boştaki piyonunu d7'ye getirip kalenizi tehdit eder ve atınızla şah mat deseniz bile kaybedersiniz. 1922'de Pistyaner Turnuvası'nda Alehin'in Bogolyubov'a karşı oluşturduğu konumun hemen hemen aynısı." (Zweig 2018: 30)
"Hemen ilerlemeyin, geri çekilin! Öncelikle şahı g8'den h7'ye alarak tehlikeli çizgiden kurtarın. Czentovic büyük olasılıkla öbür yandan saldıracaktır. Ama kaleyi c8'den c4'e getirip bunu savuşturursunuz; bu onun iki kalesine, bir piyonuna mal olur ve böylece üstünlüğünü yitirir. Boştaki piyonlar karşı karşıya kalır ve doğru savunma yaparsanız, oyun berabere biter. Daha fazlasını elde edemezsiniz." (Zweig 2018: 31)
İşte bu sözleriyle oyunun seyrin değiştiren yabancı sayesinde dünya satranç şampiyonununa karşı berabere bitirebilirler oyunu. Bu alçakgönüllü kurtarıcı, Czentovic'in dünya şampiyonu olduğundan bihaberdir. Nereden geldiği bilinmeyen bu bulut belirsizliğindeki adamın hikâyesini dinlemek için takılır peşine, satranç heveslisi arkadaş grubundan birisi.
Dr. B.'nin hikâyesi, kitabın içindeki ayrı bir öykü gibidir ve aslolan da bu öyküdür bence:
Nasyonel Sosyalistler tüm ülkeyi, hatta komşu ülkeleri de ele geçirmeye başlamışlardı. Dr. B. de saray ve kiliseyle bağlantılı durumlarla ilişkilendirdiği bir avukatlık bürosunun işlerini yürütüyordu, bir nevi babadan kalma bir işti ve saklanması gereken çeşitli belgeleri muhafaza ediyorlardı. Sonuç olarak, Hitlerin Viyana'ya gitmesinden bir gün önce, Gestapo tarafından ele geçirildi Dr. B. Diğer tutuklulara çeşitli işkenceler uygulanırken Dr. B. bir yatak, bir dolap ve bir masanın olduğu bir odada bulur kendini. Onun cezası işkence değildir, hiçlik olacaktır sınanacağı savaş...
Tutuklanmadan bir gün önce tüm önemli evrakları yakan Dr. B.'den istedikleri ise ele geçiremedikleri tüm bu bilgileri öğrenmekti. Kısacası hiçlikle sınanan Dr. B., konuşmadan kurtulamayacaktı... Başta bu hiçlik, diğer insanlara çektirilen işkencelerin yanında mükafat gibi geliyor kulağa fakat durum aslında tam tersi. Bulunduğu odada Dr. B.'nin uğraşabileceği hiçbir şey yoktur ve günler, aylar geçtikçe bu durum onu delirme eşiğine getirir. Arada bir sorguya çekilir ve konuşmadığı için tekrar aynı odaya gönderilir. İşte tam da bu detaydır kitabın özü bana kalırsa, hiçlikle sınanma... Hiçlik beraberinde büyük bir psikolojik savaşı da getirir ve Dr. B.'nin direnci kırılmaya, beyni allak bullak olmaya başlar. Ta ki yine bir gün sorgulandığı sırada gizlice birinin montundan çaldığı satranç kitabını gizlice okumaya başladığı güne kadar...
O günden sonra gizlice elindeki satranç kitabını okur Dr. B. Yapacak başka hiç ama hiçbir şey olmadığı için, elindeki bu kitap tek dayanağı, hayata tutunmanın ve kendisine açılan bu psikolojik savaşı kazanmanın tek yoludur. Kitapta büyük satranç ustalarının oynadıkları eller anlatılır. Bu kitapla da uzun bir süreyi atlatabilir o hiçlik odasında.
Kitabı zamanla yalayıp yutan Dr. B.'nin artık başka bir şeyler yapması gerekiyordur. Ortada bu kitaptan başka bir şey olmadığı için yani gerçek bir satranç tahtası ve satranç oynayabileceği başka bir beyin olmadığı için, o korkunç kararı verir en sonunda: Kendisine karşı, beyninin içinde satranç oynamak.
Bu çok vahim bir "satranç humması" yaratacaktır Dr. B.'nin beyninde fakat başka çaresi de yoktur. Ya hiçlik içinde kalıp bu psikolojik savaşı kaybedecek ya da tutunabileceği bu meşgaleyi bu şekilde devam ettirecektir. Yalnız bu çok zor ve karmaşık bir denemedir, iki ana sebepten dolayı. Birincisi, ortada bir satranç tahtası yoktur ve bu oyunlar Dr. B.'nin kafasının içinde oynanmak zorundadır. İkincisi, insanın kendisine karşı satranç oynamasında imkansıza yakın bir olasılıksızlık mevcuttur çünkü siyah ve beyaz için iki ayrı düşüncenin çatışması gerekir. Hem beyazları oynamak hem de onu alt edecek siyahlara geçmek, mesela beyazları oynarken siyahların planını bilmemek, siyahlara geçince de beyazın bir sonraki hamlesinden habersiz şekilde oyuna konsantre olmak gerekir, aynı beynin içinde birbirinden gizli iki loba yer açmak gibi.
Bunu aylarca sürdürür Dr. B. Artık, beyninin içinde bu oyunu oynamadan duramaz hale gelir ve beyazları oynarken siyahlar beklediği için, siyahları oynarken de beyazlar beklediği için sabırsızlanır sürekli. Bu durum mütemadiyen devam eder; böyle bir ikili düşünme, bilincini sonsuz bir hırpalanmaya sürükler.
Dr. B. bu durum için yapay bir şizofreni veya satranç zehirlenmesi tabirlerini kullanıyor. Yaşadığı sinir krizleri sonucunda artık onu tutuklayanların işine yaramayacağı anlaşılır ve kendisini tedavi eden doktorun da kurnazlığı sayesinde serbest kalır Dr. B. en sonunda.
Yaşadığı satranç bağımlılığı veya deliliğinin hikâyesini son derece etkileyici kıldığına şüphe yok fakat artık beyninin içinde satranç oynamayı bırakması gerekmektedir, iyileşmek için. Gemiye geri dönecek olursak, bütün bunlara rağmen Czentovic ile bir el satranç oynamayı kabul eder Dr. B., McConnor ve arkadaşlarının arzusu üzerinde. Son bir el ve sonra bir daha asla satranca yer açmayacaktır hayatında. Yalnız çok alçakgönüllüdür Dr. B. ve daha önce hiç gerçek bir satranç tahtasında oynamadığı için kazanamayacağını belirtir, hele ki bir dünya şampiyonuna karşı.
Derken beklenen maç başlar. Czentovic Dr.B'ye karşı. İlk elin sonlarına doğru Czentovic oyundan çekilir, ilerideki hamlelerde kaybedeceğini anladığı için. Dr. B. beklenmedik derecede iyi bir oyun çıkarır ve Czentovic'in teklifiyle ikinci el başlar. Dr. B. kendini oyuna kaptırır ve bekleme süreleri, geçmişte kafasının içinde satranç oynarken onu sinir krizine sürüklediği için, Czentovic'in bekleme süreleri de onu rahatsız etmeye başlar. Bunu fark eden Czentovic hamleler arası bekleme sürelerini sonuna kadar kullanır ve bu şekilde kaybetmemek için önlem almış olur yani Dr. B.'ye karşı psikolojik hamleler yapmaya başlar. Buna dayanamayan Dr. B. oyun kendisi açısından iyi bir gidişatta olmasında rağmen, bu bekleyiş sürelerine dayanamaz ve yine bir sinir krizi geçirir... Neticede özür dileyerek masadan kalkar ve oyun öylece yarım kalır.
Satranç da Czentovic ile Dr. B.'nin gemideki satranç kapışması olarak kalır ya da kibrin ve alçakgönüllülüğün, cehalet ve insanlığın, savaş yanlısı ve karşıtının satranç tahtasındaki karşılaşmasıdır satranç... Kim kazandı dersen gönlüm Dr. B.'den yana olsa da yazarın son eli yarıda bırakması açıkça gösteriyor ki bu oyun hâlâ sürüyor. Yaşadıkça göreceğiz, bu hayatta hangisinin kazanacağını.
Nasyonel Sosyalistler tüm ülkeyi, hatta komşu ülkeleri de ele geçirmeye başlamışlardı. Dr. B. de saray ve kiliseyle bağlantılı durumlarla ilişkilendirdiği bir avukatlık bürosunun işlerini yürütüyordu, bir nevi babadan kalma bir işti ve saklanması gereken çeşitli belgeleri muhafaza ediyorlardı. Sonuç olarak, Hitlerin Viyana'ya gitmesinden bir gün önce, Gestapo tarafından ele geçirildi Dr. B. Diğer tutuklulara çeşitli işkenceler uygulanırken Dr. B. bir yatak, bir dolap ve bir masanın olduğu bir odada bulur kendini. Onun cezası işkence değildir, hiçlik olacaktır sınanacağı savaş...
Tutuklanmadan bir gün önce tüm önemli evrakları yakan Dr. B.'den istedikleri ise ele geçiremedikleri tüm bu bilgileri öğrenmekti. Kısacası hiçlikle sınanan Dr. B., konuşmadan kurtulamayacaktı... Başta bu hiçlik, diğer insanlara çektirilen işkencelerin yanında mükafat gibi geliyor kulağa fakat durum aslında tam tersi. Bulunduğu odada Dr. B.'nin uğraşabileceği hiçbir şey yoktur ve günler, aylar geçtikçe bu durum onu delirme eşiğine getirir. Arada bir sorguya çekilir ve konuşmadığı için tekrar aynı odaya gönderilir. İşte tam da bu detaydır kitabın özü bana kalırsa, hiçlikle sınanma... Hiçlik beraberinde büyük bir psikolojik savaşı da getirir ve Dr. B.'nin direnci kırılmaya, beyni allak bullak olmaya başlar. Ta ki yine bir gün sorgulandığı sırada gizlice birinin montundan çaldığı satranç kitabını gizlice okumaya başladığı güne kadar...
O günden sonra gizlice elindeki satranç kitabını okur Dr. B. Yapacak başka hiç ama hiçbir şey olmadığı için, elindeki bu kitap tek dayanağı, hayata tutunmanın ve kendisine açılan bu psikolojik savaşı kazanmanın tek yoludur. Kitapta büyük satranç ustalarının oynadıkları eller anlatılır. Bu kitapla da uzun bir süreyi atlatabilir o hiçlik odasında.
Kitabı zamanla yalayıp yutan Dr. B.'nin artık başka bir şeyler yapması gerekiyordur. Ortada bu kitaptan başka bir şey olmadığı için yani gerçek bir satranç tahtası ve satranç oynayabileceği başka bir beyin olmadığı için, o korkunç kararı verir en sonunda: Kendisine karşı, beyninin içinde satranç oynamak.
Bu çok vahim bir "satranç humması" yaratacaktır Dr. B.'nin beyninde fakat başka çaresi de yoktur. Ya hiçlik içinde kalıp bu psikolojik savaşı kaybedecek ya da tutunabileceği bu meşgaleyi bu şekilde devam ettirecektir. Yalnız bu çok zor ve karmaşık bir denemedir, iki ana sebepten dolayı. Birincisi, ortada bir satranç tahtası yoktur ve bu oyunlar Dr. B.'nin kafasının içinde oynanmak zorundadır. İkincisi, insanın kendisine karşı satranç oynamasında imkansıza yakın bir olasılıksızlık mevcuttur çünkü siyah ve beyaz için iki ayrı düşüncenin çatışması gerekir. Hem beyazları oynamak hem de onu alt edecek siyahlara geçmek, mesela beyazları oynarken siyahların planını bilmemek, siyahlara geçince de beyazın bir sonraki hamlesinden habersiz şekilde oyuna konsantre olmak gerekir, aynı beynin içinde birbirinden gizli iki loba yer açmak gibi.
Bunu aylarca sürdürür Dr. B. Artık, beyninin içinde bu oyunu oynamadan duramaz hale gelir ve beyazları oynarken siyahlar beklediği için, siyahları oynarken de beyazlar beklediği için sabırsızlanır sürekli. Bu durum mütemadiyen devam eder; böyle bir ikili düşünme, bilincini sonsuz bir hırpalanmaya sürükler.
Dr. B. bu durum için yapay bir şizofreni veya satranç zehirlenmesi tabirlerini kullanıyor. Yaşadığı sinir krizleri sonucunda artık onu tutuklayanların işine yaramayacağı anlaşılır ve kendisini tedavi eden doktorun da kurnazlığı sayesinde serbest kalır Dr. B. en sonunda.
Yaşadığı satranç bağımlılığı veya deliliğinin hikâyesini son derece etkileyici kıldığına şüphe yok fakat artık beyninin içinde satranç oynamayı bırakması gerekmektedir, iyileşmek için. Gemiye geri dönecek olursak, bütün bunlara rağmen Czentovic ile bir el satranç oynamayı kabul eder Dr. B., McConnor ve arkadaşlarının arzusu üzerinde. Son bir el ve sonra bir daha asla satranca yer açmayacaktır hayatında. Yalnız çok alçakgönüllüdür Dr. B. ve daha önce hiç gerçek bir satranç tahtasında oynamadığı için kazanamayacağını belirtir, hele ki bir dünya şampiyonuna karşı.
Derken beklenen maç başlar. Czentovic Dr.B'ye karşı. İlk elin sonlarına doğru Czentovic oyundan çekilir, ilerideki hamlelerde kaybedeceğini anladığı için. Dr. B. beklenmedik derecede iyi bir oyun çıkarır ve Czentovic'in teklifiyle ikinci el başlar. Dr. B. kendini oyuna kaptırır ve bekleme süreleri, geçmişte kafasının içinde satranç oynarken onu sinir krizine sürüklediği için, Czentovic'in bekleme süreleri de onu rahatsız etmeye başlar. Bunu fark eden Czentovic hamleler arası bekleme sürelerini sonuna kadar kullanır ve bu şekilde kaybetmemek için önlem almış olur yani Dr. B.'ye karşı psikolojik hamleler yapmaya başlar. Buna dayanamayan Dr. B. oyun kendisi açısından iyi bir gidişatta olmasında rağmen, bu bekleyiş sürelerine dayanamaz ve yine bir sinir krizi geçirir... Neticede özür dileyerek masadan kalkar ve oyun öylece yarım kalır.
Satranç da Czentovic ile Dr. B.'nin gemideki satranç kapışması olarak kalır ya da kibrin ve alçakgönüllülüğün, cehalet ve insanlığın, savaş yanlısı ve karşıtının satranç tahtasındaki karşılaşmasıdır satranç... Kim kazandı dersen gönlüm Dr. B.'den yana olsa da yazarın son eli yarıda bırakması açıkça gösteriyor ki bu oyun hâlâ sürüyor. Yaşadıkça göreceğiz, bu hayatta hangisinin kazanacağını.
----------------------------------------------------------------------------------
Satranç'tan alıntılar...
"Gerçi kendi deneyimlerimden 'kralların oyunu'nun gizemli çekiciliğinin biliyordum; insanoğlunun düşünüp bulduğu oyunlar arasında, rastlantının her türlü despotluğuna karşı koyan ve zafer kupalarını yalnızca akla ya da daha çok tinsel yeteneğin belirli bir biçimine veren tek oyun."
"Ama satranca oyun demekle, haksız bir kısıtlama yapmış olmuyor mu insan? Satranç aynı zamanda bir bilim, bir sanat değil mi, yerle gök arasında süzülen Muhammed'in tabutu gibi bu iki kategori arasında gidip gelmiyor mu, bütün karşıt çiftlerin bir kerelik birleşimi değil mi?"
"Hem çok eski hem de yepyeni, düzeneği hem mekanik hem de hayal gücüne bağlı, hem sabit geometrik bir alanla sınırlı hem de bileşimleri sınırsız, hem sürekli gelişen hem de kısır, hiçbir şeye götürmeyen bir düşünme, hiçbir şeyi hesaplamayan bir matematik, yapıtları olmayan bir sanat, maddesi olmayan bir mimari, bununla birlikte varlığıyla bütün kitap ve yapıtlardan daha dayanıklı olduğu su götürmez, bütün halklara ve bütün zamanlara ait olan tek oyun; can sıkıntısını öldürmesi, zihni açması, ruhu canlandırması için hangi Tanrı'nın onu yeryüzüne gönderdiğini kimse bilmez."
"...çünkü satrancın eşsiz bir yanı vardı, tinsel enerjinin daracık bir alana yönlendirilmesiyle en ağır düşünce eyleminde bile beyni gevşetmiyor, tersine kıvraklığını ve esnekliğini artırıyordu."
"Böyle bir ikili düşünme,bilincin tümüyle bölünmesini gerektirir aslında, beyin işlevinin mekanik bir alette olduğu gibi istendiği an açılıp kapanmasını ister; yani satrançta kendisine karşı oynamak, kendi gölgenin üstünden atlamak gibi bir çelişkidir."
"Besbelli ruhumuz için yorucu ve tehlikeli olabilecek şeyleri kendiliğinden yok eden gizemli güçler var beynimizde, çünkü ne zaman geriye dönüp hücre günlerimi düşünmek istesem, sanki beynimde ışık sönüyordu; bana neler olduğunu düşünme yürekliliğini ancak haftalar sonra, işte tam burada, gemide buldum."
---------------------------------------------------------------------------------------------------------
---------------------------------------------------------------------------------------------------------
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder