16 Eylül 2018 Pazar

MECBURİYET

Kitap adı: Mecburiyet
Yazar adı: Stefan Zweig
Orijinal adı: Der Zwang
Ülke: Avusturya             
Özgün dili: Almanca
Anadilinde 1. Baskı: 1920
Okuduğum baskı: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 5. Baskı, 2018, 
Çeviri: Gülperi Sert 
Sayfa Sayısı: 50 

  "Savaş karşıtı görüşleriyle tanınan Zweig I. Dünya Savaşı boyunca bu görüşlerini yaymayı kendine misyon edinmişti. Avrupalı ve "dünya vatandaşı" kimliğine büyük değer veren yazar, yapıtlarında savaşın yıkıma uğrattığı "eski dünya"nın değerlerinin kayboluşunu büyük ölçüde dert edinmiştir. Mecburiyet'in ana karakteri ressam Ferdinand da savaş sırasında askere alınmamak için İsviçre'ye kaçmıştır. Bir gün askerliğe elverişliliğinin tespiti için konsolosluğa davet edildiğinde, karısının şiddet karşıtı duruşuna ihanet etmemesi yolundaki telkinlerine karşın kendini gitmek zorunda hisseder. Görev duygusu, savaş karşıtı düşünceleri ve karısına duyduğu sevgi arasında sıkışıp kalmıştır. Ferdinand her ne kadar "insanlığın ötesinde bir vatanı" olmasa da , "yirmi milyon insanı boğan o zinciri" kıramayacağını düşünür...
(Zweig 2018: Arka Kapak Yazısı) 
****

Özgürlük mü yoksa sorumluluk mu? Böyle sorunca direkt özgürlük tatlı, sorumluluk da tuzlu geliyor kulağa ve sana bir sır vereyim, ben tuzu hiç sevmem. Sorumluluktan kaçmak gibi de algılanmasın bu söz gelimlerim çünkü bazen seçtiğimiz sorumluluklar insani değerlerin reddinin hükmüne tekabül edebiliyor ya da özgürlük kolay seçenek olmaktan çıkıp, beşeri kısıtlamaların zincirlerini kıran bir var olma mücadelesine dönüşebiliyor. Şöyle anlatayım; geçenlerde kampüste yürüyordum hızlı adımlarla, birden önüme atlayan kediye araba çarptı fakat kedi kurtarılabilecek durumdaydı, çırpınışlarından anladığım surette. Bu arada ben de sorumluluklarının bilincinde bir birey olarak görev başına yetişme derdindeydim. Şimdi sana soruyorum, hangisi özgürlük, hangisi sorumluluk; kediyi kurtarmak ve yapmam gereken işe yetişmek ikilisini sınıflandıracak olursak? Evet, kedinin hayata tutunmasına yardımcı olma çabası özgürlüktü,  yalnızca onun özgürlüğü değil yalnız, benim de özgürlüğümdü. Peki sence hangisini seçtim ya da sen olsan hangisini seçerdin? Cevabını duyar gibiyim, o halde bazen özgürlük kaçış değil gereken seçenekmiş, sence de öyle değil mi ? 

SATRANÇ

Kitap adı: Satranç
Yazar adı: Stefan Zweig
Orijinal adı: Schachnovelle
Ülke: Avusturya             
Özgün dili: Almanca
Anadilinde 1. Baskı: 1942
Okuduğum baskı: Can Sanat Yayınları, 57. Baskı, 2018, 
Çeviri: Ayça Sabuncuoğlu 
Sayfa Sayısı: 71 

"Rastlantı sonucu eline geçirdiği bir kitapla satrancın inceliklerini öğrenerek bu oyunu bir tutkuya dönüştüren ve giderek bu tutkusu yüzünden beyin hummasına yakalanan Dr. B.nin öyküsüdür görünüşte SATRANÇ. Ama derinlerde bir veda mektubudur aslında.

Stefan Zweig'ın Brezilya'da sürgündeyken yazdığı ve Şubat 1942'deki intiharından birkaç ay önce tamamladığı SATRANÇ, Avrupa kültürünün nasyonal sosyalist tehlike altında yok oluşuna işaret eder.

Avrupa kültürüne elveda derken yaşama da veda etmeyi seçen Zweig'ın yapıtı, gerilimli kurgusu ve kahramanın ruhsal gelgitlerinin işlendiği dokusuyla, kısa ama her bakımdan etkileyici, olağanüstü bir uzun öyküdür.
(Zweig 2018: Arka Kapak Yazısı)

"İnsan bekler, bekler, bekler, şakakları zonklayana dek düşünür, düşünür, düşünür."

----------------------------------------------------------------------------------

Satranç; şansın, akıl-ilerigörüşlülük becerisi-iyi hesaplanmış olasılıklar üçlüsünün önünde boyun eğdiği tek oyun... Mirko Czentovic; yoksul bir Slav Tuna gemicisinin zavallı, suskun, içine kapanık oğlu... Yine Czentovic; dünya satranç şampiyonu... Dr. B.; esaretin ve daha da önemlisi hiçliğin koynunda verdiği psikolojik savaş... Yine Dr. B; hiçliğin aklını kaçırmasına engel olma mücadelesini kafasının içinde yönettiği satranç oyunlarıyla başaran bir "hiçlik gazisi"... 

Tüm gemici düğümleri, büyük yolcu vapurunun New York'tan kalkıp Buenos Aires'e doğru yola çıkmasıyla çözülecektir, yalnızca birkaç satranç hamlesi ve soğuk bir psikolojik savaşla.... 

5 Eylül 2018 Çarşamba

OLASILIKSIZ

Kitap adı: Olasılıksız
Yazar adı: Adam Fawer
Orijinal adı: Improbable
Ülke: Amerika             
Özgün dili: İngilizce
Anadilinde 1. Baskı: 2005
Okuduğum baskı: APRIL Yayıncılık, 90. Baskı, 2018, Çeviri: Şirin Okyayuz Yener 
Sayfa Sayısı: 494 

"Bir sabah, yıllardır görmediğiniz bir arkadaşınızı düşünerek uyandınız. Bir saat sonra, onunla sokakta karşılaştınız. Sizce bu sadece bir tesadüf mü, yoksa çok daha farklı bir anlamı olabilir mi?
Siz hiç Loto'da büyük ikramiyeyi kazanmadınız. Ama birileri kazanıyor. Hem de sürekli! Onlar sizden daha mı şanslılar? 
Şans nedir gerçekten? İçinizde bütün parayı kırmızıya yatırmanız gerektiğini söyleyen bir his var. Bu his bir öngörü müdür? Yoksa daha fazlası mı?
Yolda gidiyorsunuz. Kafanızı çevirip yandaki küçük parka baktınız ve bir anda bu anı daha önce de yaşamış olduğunuzu hissettiniz. Evet, Deja Vu. Sizce nedir Deja Vu; geçmiş mi, rüya mı yoksa geleceği mi görüyorsunuz?


Eğer siz de kontrolün kimde olduğunuz merak ediyorsanız, 'olasılıksız' tam size göre bir roman." 
(Fawer 2018: Arka Kapak Yazısı)

************

Bir ara çok meşhur olmuştu bu kitap, belki hâlâ öyledir ama o bahsettiğim 'bir ara'da kendisini okumaktan itinayla kaçındım çünkü popüler kültürün çılgın ve boş kitaplarından olma olasılığı kafamı epeyce kurcaladı. Nitekim ağır yanılmışım arkadaşlar, kitap sandığımın aksine çok kaliteli bir kurgu üzerine oturtulmuş ve yazar kusursuz bir denge kurmuş, karakterlerin kendi içlerindeki hikâyeleri ve ana maceralar arasında.